Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Yazı Grubu / Erdoğan Milliyetçiliği Müslümanları Dönüştürüyor / Erdoğan’ın 2200 Yıllık Türk Devlet Geleneğini Asıl, Dini Furûât Gören “Milliyetçi”liği İle Eğitim ve Kültür Alanındaki Seküler Uygulaması 21 Yıldır Sürüyor ve Toplumu Dönüştürüyor – V. Bölüm
Eğitim Deyince Erdoğan’ın Aklına Gelen İlk Şey, Daha Fazla Derslik, Daha Fazla Okul ve Üniversite Binası ile Daha Çok Spor Salonu Yaparak, Kendi İktidarında Müteahhit Olan Eski Sözde Mücahidleri Zenginleştirmek mi?

Erdoğan’ın 2200 Yıllık Türk Devlet Geleneğini Asıl, Dini Furûât Gören “Milliyetçi”liği İle Eğitim ve Kültür Alanındaki Seküler Uygulaması 21 Yıldır Sürüyor ve Toplumu Dönüştürüyor – V. Bölüm

II.Atatürk Erdoğan, I. Atatürk’ün İzinde, 21 Yıllık Uzun İktidarında Türkçü, Atatürkçü, Laik ve Seküler Propaganda, Program ve Kadrolarla, Eğitim ve Kültür Alanında da Tam Bir İfsada Yol Açmıştır

II.Atatürk Erdoğan, özellikle son on beş yılda giderek artan bir ivmeyle I. Atatürk’ün izinde, dini, kültürü, eğitimi, tarihi, toplumu, hâsılı her şeyi Türk merkezli ve Türk’e göre değerlendirmek, Türk merkezli, Türkçü ve Atatürkçü esaslara sadakat üzere inşa etmek çabası içindedir. İslam’a ait birçok unsuru ise, bu seküler amacı, laik kapitalist politikaları ve laik Kemalist devlet ve kurumları için araçsallaştırıp istismar etmekte olup yapılan uyarılara rağmen bu büyük tahrifatında ısrar etmekte, sonuçta kitleleri ve hatta tevhidî uyanış sürecinden gelen Müslümanları bile “Allah ile aldatarak” laik ulusalcı politikaları istikametinde dönüştürmektedir.

Fransız tarih dergisi Historia bile “Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Türkiye’si Cumhuriyetin 100. yılını kutlarken, ‘Türklerin babası’ Atatürk olarak bilinen vesayet sahibi Mustafa Kemal’e geri dönüyor” ifadelerine yer verdi. .. Atatürk, büyük bir reformcu olarak hem Türkleşmiş hem de Batılılaşmış ülkesini moderniteyle sağlamlaştırdı.” diye yazan Historia’daki “100 yıl önce Atatürk modern Türkiye’yi icat etti” başlıklı yazıda Mustafa Kemal Atatürk’ün batılılaşmış Türkiye’nin temellerini attığı hatırlatılıyor.  “Dünya savaşının sonunda …, Osmanlı ordusunda görev yapan genç bir subay, Müttefiklere karşı galip geldi ve hem “Türkleşmiş” hem de Batılılaşmış yeni bir Türkiye’nin temellerini attı” cümlelerine yer veriliyor… Mustafa Kemal Atatürk’ün İslam ile ilgili ilişkisi hakkında  “Ülkenin yeni lideri, dini milliyetçi amaçlar için kullandıktan sonra, 1924’ten sonra onu nasıl susturacağını da biliyordu” yorumuna yer verilen “İslam gözetim altına alındı” başlıklı yazıda ise Atatürk’ün din ile bağlantısı ele alınıyor. “Erdoğan, selefinin izinden giderek, yeni bir ulusal anlatı inşâ etmeye çalışıyor. Erdoğan, üçüncü cumhurbaşkanlığı zaferine dayanarak 29 Ekim’de Türkiye Cumhuriyeti’nin yüzüncü yılını büyük bir tantanayla kutlamayı planlıyor… Erdoğan, Kemalist mirasın bir parçası ve onu kendi dünya vizyonu ışığında yeniden yazıyor.”[1]

Daha önce de ifade ettiğim üzere II. Atatürk, I. sinin izinde bir taraftan İslam’ı da istismar ederek Türk ulusalcısı ulus devleti aynı seküler pozitivist resmi ideolojinin kodlarıyla yeniden diriltirken, bir taraftan da I. Atatürk gibi yandaşlarını zengin edecek kapitalist ekonomi politikalarını da istikrarlı ve sürekli biçimde uygulamayı asla ihmal etmemektedir. Böylece bir taraftan bütçenin eğitime ayrılan büyük miktarını inşaat alanına sevk edip yandaşları zenginleştirme amacına hizmet ederken bir taraftan da I. Atatürk’ün temellerini pozitivist, seküler, laik ve Batıcı bir çizgide attığı eğitim ve kültür alanını, içeriğine hiç dokunmadan aynı istikamette, aynı seküler resmi ideolojik müfredat ve aynı seküler kadrolar ile sürdürmektedir.

Eğitim bütçesi 21 yıldır bina inşaatlarına harcanmaya ve yandaş mücahid müteahhitleri zengin etmeye devam etmektedir. AKP’nin kuruluş safhasında ve sonraki dönemlerinde ikinci adam olarak öne çıkan Bülent Arınç bile utandığı bu çarpıcı gerçeğe şöyle değinmek zorunluluğunu hissetmiştir: “Bugün bizim en büyük sıkıntımız, maalesef dünün mağdurlarının, bugün mağrur olmasıdır. Dünün fakirlerinin bugün zenginlikten gözlerinin kamaşmasıdır. Ve bugünkü yaşantı içerisinde ne varsa, kaybetmiş olmalarıdır. Dünün mücahitlerinin daha sonra müteahhit daha sonra müşahit olduğu bir noktadayız. Burada kalsalar bile iyi, ona bile şükredeceğiz. Dünya için her şeylerini feda etmiş bir kalabalık topluluk var karşımızda.”[2]

AKP Başbakanlarından Ahmet Davutoğlu da yandaşı zenginleştirme amaçlı aynı utanılacak gerçeğe dair birçok açıklamalarda bulunmuştur. İşte bunlardan bazıları:  “Ben yolsuzluklarla savaşmak istedim mi? Evet. İzin verilmediği için o savaş ve karşımda benim yolsuzluklarla mücadele edeceğimi fark eden bazı rant çevreleri benim başbakanlığımdan rahatsız oldukları için ayrılmak zorunda kaldım.” “Siyasî ahlâk yasası çıksın istiyordum. Olmadı. Peki, son dört yıl içinde siyasî ahlâk daha iyi mi oldu? Ben imar yasası çıksın diyordum dört yıl önce, o yüzden ayrıldım. Peki, dört yıl içinde ben görevde değilken imar yasası çıkmaması nedeniyle oluşan rantlar sanayiye üretime tarıma gidecek olan kaynaklar hâlâ hafriyata, AVM’ye, rezidansa gitti mi? Gitti.”[3]

Bakınız yaklaşık on beş yıldır, Erdoğan’ın “eğitim ve kültür” alanıyla ilgili “özeleştiri” olarak tekrarladığı, ama bu uygulamasındaki yanlışta da ısrar ettiği politikaya dair aynı “günah çıkarma” söylemlerinden bazılarını birlikte okuyalım:

1 – 2015 yılında Recep Tayyip Erdoğan, “Ülke olarak çok önemli mesafeler kat ettik. Ancak bu süreçte iki alanda, eğitimde ve kültürde hedeflediğimiz noktaya gelemediğimizi üzülerek söylemek istiyorum” diyor… “Türkiye’de geçtiğimiz 13 yılda her alanda tarihi bir dönüşüme, tarihi bir değişime şahid olduk. Ülke olarak çok önemli mesafeler kat ettik. Ancak bu süreçte iki alanda, eğitimde ve kültürde hedeflediğimiz noktaya gelemediğimizi üzülerek söylemek istiyorum. Eğitimde altyapıyı güçlendirdik. Eğitimin, öğretimin içeriği konusunda çocuklarımızı medeniyet tasavvurumuza uygun şekilde yetiştirme konusunda aynı şeyi söyleyemiyorum. Ümitsiz değilim, bunu başaracağımıza inanıyorum. İmam Hatip okullarımıza giden öğrenci sayımızın 1 milyon 200 bine çıkması çok önemli. 600 binden 28 Şubat sonrası 60 bine indi. İktidarımız süresinde bu sayıyı artırdık. Müfredatı süratle geliştirmemiz, zenginleştirmemiz lazım. Bunu yaptığımız zaman gençliğimiz çok farklı şekilde gelişecektir. Kültür alanında da yapılmak istenenle yapılması gerekenler arasında çok ciddi fark var. Türkiye’nin diğer alanlarda ihtiyaçlarının büyüklüğü, milletimizin gırtlağına dayanan sıkıntıları çözme gayreti böyle şekillendirdi. Ama daha fazlasını yapabilirdik. Şimdi önümüze bakacağız. Önümüzdeki yıllarda eğitim ve kültür alanında bir seferberlik içinde ilerlemeliyiz.[4]

2 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 09. 02. 2017 günü Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’nde düzenlenen Kültür ve Turizm Bakanlığı Özel Ödülleri Töreni’nde yaptığı konuşmada “Zaman zaman ifade ettiğim gibi, ülkemizin geçtiğimiz 14 yılda yaşadığı büyük dönüşümün en zayıf halkalarını ne yazık ki eğitim ve kültür oluşturuyor. Bu konularda hayâl ettiğim düzeylere ulaşamamış olmamızdan fevkalâde müteessirim. Bu bir özeleştiridir ama gerçektir. Önümüzdeki dönemlerde bu alanlara özel önem ve öncelik vererek hem eksiklerimizi tamamlayarak hem de çok daha büyük başarılara imza atarak bu eksiğimizi gidermeliyiz.” dedi.[5]

3 – Cumhurbaşkanı Erdoğan,  26.09.2017 günü Beştepe Millet Kültür ve Kongre Merkezi’nde gerçekleştirilen 2017-2018 Akademik Yılı açılış törenine katıldı. YÖK’e iki yeni hedef açıklamak istiyorum. Öğretmen yetiştiren programlarının geliştirilmesi bunlardan ilki. Öğretmen kalitesi meselenin önemli boyutlarından biri. Müfredattan ders kitaplarına, yüksek öğretime geçişe kadar eğitim ve öğretimde çözmemiz gereken pek çok sorun bulunuyor… Türkiye’de her alanda çok büyük reformlara imza attık. Bu aynı zamanda bir öz eleştiridir. İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim ve öğretimdir. Kültürdür… müfredat ve ders kitapları konusunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor.[6]

Erdoğan şöyle konuştu: “Bu bir öz eleştiridir aynı zamanda. İki alanda arzu ettiğimiz gelişmeyi sağlayamadık. Bunlar eğitim-öğretim ve kültürdür. Eğitim-öğretim nesillerin mimarlarıdır. Eğitim-öğretim kurumları da nesillerin tasarlandığı ve inşâ edildiği yerlerdir. Böylesine önemli bir konuda en küçük bir ihmale, aksaklığa, yanlışlığa tahammülümüz olamaz.” “Yaptığımız son düzenlemeye rağmen müfredat ve ders kitapları hususunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor. Ne yapıp, edip eğitim-öğretim meselesini çözmek mecburiyetindeyiz. Artık bina, derslik ve personel konusunda ciddi bir eksiğimiz hamdolsun aşırı derecede yok. Ancak idealist öğretmen noktasında sıkıntımızın olduğunu söyleyebilirim. Yaptığımız son düzenlemeye rağmen müfredat ve ders kitapları hususunda da istediğimiz neticeyi elde edemediğimiz anlaşılıyor. Ne yapıp, edip eğitim-öğretim meselesini çözmek mecburiyetindeyiz…”[7]

4 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 2 Nisan 2018 Başakşehir´de Akif İnan Anadolu İmam Hatip Lisesinde, İstanbul´da yapımı tamamlanan 80 okul ve 59 okul spor salonunun açılış törenine katıldı. Erdoğan, derslik sayıları 2 bin 47 olan bu okullar ile spor salonlarının, yaklaşık 805 milyon liralık bir eğitim öğretim yatırımını ifade ettiğini aktardı.

Erdoğan, “…eğitim öğretimin bütçede birinci sıraya çıktığını, iktidara geldiklerinde birinci sırada milli savunmanın yer aldığını” hatırlattı. “Bugüne kadar 282 bin yeni derslik inşâ ederek sınıfları akıllı tahtalarla, öğrencileri tablet bilgisayarlarla donatarak eğitim öğretim altyapısını tamamen modernleştirdiklerini” belirten Erdoğan, sözlerine şöyle devam etti: “Göreve başlattığımız 584 bin yeni öğretmenle eğitimci sayımızı 904 bine çıkartarak sınıfların boş kalmamasını sağladık…” “Mevcut 75 üniversitemizin üzerine 110 üniversite ekleyerek isteyen tüm gençlerimize yüksek öğrenim imkânı sağladık. Bizim gençliğimizde 10 öğrenciden biri üniversiteye girebiliyordu, diğerleri bekliyordu. Ama şimdi açıkta kalma diye bir durum söz konusu değil. Eğitime verdiğimiz önemin karşılığını her alanda alıyoruz.” “Fakat buna rağmen eğitim ve kültür konusunda tam istediğimiz seviyeye henüz ulaşamadığımıza inanıyorum. Milletimizin evlatlarına iyi bir eğitim ve öğretim vermek için yaptığı fedakârlığın büyüklüğü karşısında bulunduğumuz yer, olmamız gereken yer değildir.”

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, devlet diğer hizmetlerden, yatırımlardan kısarak eğitim öğretime bunca kaynak aktarırken ortaya çıkan neticenin bununla mütenasip görünmediğini dile getirerek, şunları kaydetti: “Demek ki bazı yerlerde bir tıkanıklık, bir eksiklik var. Halihazırdaki müfredatımızın, öğretmen niteliğimizin, eğitim materyallerini kullanma biçimimizin bu beklentiyi karşılamaktan henüz uzak olduğunu görüyorum. Günlük hayatının faal olduğu saatlerini, evinden daha çok okulunda geçiren çocuklarımızı bilgiyle donatmanın yanında, bilinç ve duruş aşılamaktan da geçtiğine inanıyorum.İnşâAllah önümüzdeki dönemde dikkatimizi ve imkanlarımızı bu konuya teksif edecek, eğitim ve öğretimin altyapısında gerçekleştirdiğimiz devrimi, içeriğinde de hayata geçireceğiz.” diye konuştu.

Millî Eğitim Bakanı İsmet Yılmaz ise, yapımı tamamlanan toplam 604 derslikli 25 okul, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bağışçısı olduğu 336 derslikli 7 okul, İstanbul Valiliği tarafından organize edilen bağışlar kapsamında 1107 derslikli 48 okul olmak üzere toplam 2047 derslikli 80 okulun açılışını yaptıklarını belirterek, “İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından yaptırılan 59 spor salonu ile toplam maliyet 804 milyon lira. Ayrıca son 2 yılda kurum dışında 47 okul, 1517 derslik de 46 milyon liraya hizmete alınmış, öğrencilerin eğitim görmeleri sağlanmıştır.” diye konuştu Millî gelirden eğitime ayrılan pay, 2 kattan fazla arttı. 2002´de yüzde 2,9´du, şimdi 6,2´den fazla. Merkezi Hükümet Bütçesinden ayrılan pay 2002´de 11 milyar liranın altındaydı, şimdi 134 milyarın üzerinde. 80 yılda yapılan derslikten daha fazlası bu dönemde yapıldı.[8]

Görüldüğü gibi Erdoğan da Bakanı da eğitimde büyük hamleler ve önemli atılımlar yaptıklarını ifade ettikleri konuşmalarında, ikisi de okul, derslik ve spor salonlarının sayısını arttırmak ya da bütçeden ve milli gelirden bu inşaatlara sarf ettikleri harcama rakamlarının büyüklüğü ile övünmüşlerdir. Sıra eğitimin niteliği ile öğretmen kalitesine geldiğinde ise “o konuda başarısız olduklarına, ama inşâAllah ileride ona da sıra geleceğine dair üzüntülü(!) özeleştirilerde” bulunarak konuyu geçiştirmişlerdir ve bu durum yaklaşık 15 yıldır aynen tekrarlana gelmiştir.

 5 – 23 Ekim 2018’de gerçekleştirilen Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezinde düzenlenen 2023 Eğitim Vizyonu Tanıtım Toplantısında ise, Erdoğan sonraki yıllarda takip edilecek bir vizyondan bahsetmesine rağmen maalesef bugüne kadar eğitim ve kültür alanında laik-seküler resmi ideolojik Kemalist ifsad müfredatını ve çoğunluğu bu ifsadın taşıyıcısı olan öğretmen kadrosunu değiştirme, yenileme, manevî değerler bağlamında nitelikli hâle getirme konusunda tek bir adım atılmış değildir. Çünkü bundan sonraki satırlarda göreceğiniz gibi 2023 yılı dâhil sonraki bütün yıllarda da aynı “özeleştiriyi” sürdürmüştür. Bakın, Ekim 2018’deki bu toplantıda da Erdoğan aynı “özeleştiri”sini tekrarlıyor: “Çocuklarımızı, zihinlerini bilgiyle doldurarak, diploma sahibi yapmanın peşinde koşarken, onların gönül dünyalarını doyurmayı ihmal ettik.” “Çocuklarımızı iyi bir talimle hayata hazırlamak için imkânlarımızı seferber ederken, onların terbiyesini eksik bırakmakla ne büyük hata yaptığımızı attığımız her adımda daha iyi anlıyoruz.”

Daha sonra her zaman yaptığı gibi laik devletin laikliği içselleştirmiş bir Cumhurbaşkanı olarak kendi benimsediği laikliğe de aykırı davranıp laik politikaları için İslam’ı araçsallaştırarak toplumu “Allah ile aldatmayı” sürdürmekte ve sadece telaffuz etmekle yetinip uygulamadan uzak tuttuğu Kur’an’a ve hadislere atıfta bulunmaktadır: “Önümüzdeki dönem bugün tanıtımını yapacağımız 2023 Eğitim-Öğretim Vizyonu ile eğitimde hedeflediğimiz seviyeye inşâAllah çıkacağımıza inanıyorum. Bizim gözümüzde eğitim öğretim meselesi, özünde bir insan meselesidir. İnsana dair olumlu ve olumsuz her şeyi eğitimin içinde bulmak mümkündür. Rabbimiz Kur´an-ı Kerim´de bize ´Hiç bilenle bilmeyen bir olur mu?´ diye sesleniyor. İnsana yazmayı ve bilmediklerini öğreten Rabbimizin bize emrettiği şekilde hayatımızı ilme ve öğrenmeye adamak hepimizin görevidir. Bunun için eğitim öğretim bir yönüyle millidir ama aslında cihanşümul bir sistemdir. ´İlim Çin´de bile olsa gidip arayınız, alınız´ tavsiyesi bir yönüyle eğitimin evrenselliğine işaret ediyor.”[9]

İşte böyle, laik devletin laik politikaları için İslam’ı araçsallaştırıp kullanmaya ve toplumu Allah ile aldatıp oyalamaya gelince Kur’an’a atıf yapmakta bu kadar cüretkâr davranılırken, eğitim programlarının içeriğini ve öğretmen kadrosunun niteliğini belirleyecek, program ve eğitici kadroların geliştirilmesinde esas alınacak değerler sisteminin ne olacağına sıra geldiğinde ise Kur’an devre dışı bırakılıp vahyin ölçü ve değerlerinin yerine laikliğin ve Kemalizm dini olan resmi ideolojinin esas alındığını ve 21 yıldır da bu ifsad edici yolda ısrar edildiğini ibretle gözlemliyoruz.

6 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 18/09/2019  tarihinde 2019-2020 Yükseköğretim Akademik Yılı Açılış Töreni’nde yaptığı konuşmada “En büyük adaletsizlik eğitim öğretim hayatındaki adaletsizliktir. Çünkü bunun telafisi çok zordur” dedi. Türkiye’nin yükseköğrenim alanında da özellikle son 17 yılda çok büyük bir başarıya imza attığını anlatan Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Üniversite sayısının 76’dan 207’ye, öğrenci sayısının 1,6 milyondan 8 milyona yükselmiş olması bu başarının en bariz ifadesidir” dedi. Almanya’da yükseköğrenim çağındaki öğrenci sayısının 3 milyon olduğunu hatırlatan Erdoğan, “Bizde 8 milyon. Almanya’nın nüfusu bizim nüfusumuzla hemen hemen aynı. Sayın Şansölye bunu öğrenince ‘Ben bunu bilmiyordum’ dedi. Nitelik noktasında aşmamız gereken şüphesiz ki bir mesafe var ama dikkat edin öğretim üyelerimizin de sayısını da sürekli artırıyoruz.

“Kendi lise çağında, üniversiteye girmedeki oranın onda bir olduğunu şimdi neredeyse tamamının üniversiteye girebildiğini vurgulayan Cumhurbaşkanı Erdoğan, şu değerlendirmelerde bulundu: “Şimdi birileri şunu diyor, ‘Girecek de ne olacak?’ Çok şey olacak. Allah’ın izniyle bu 8 milyon üniversiteli diyorum ya, işte bu 8 milyon üniversiteli işi tam manasıyla kavradığı zaman… ‘Efendim işte işsizlik var’, olabilir, her üniversiteyi bitirdiği zaman iş sahibi olacak diye de bir şey yok. Bunu dünyanın hiçbir yerinde bulamazsınız.”[10]

7 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 12. 02. 2021 günü Rize’de Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi Mühendislik ve Mimarlık Fakültesi Ek Binası ile Çayeli Eğitim Fakültesi Ek Binasının açılış programında konuştu.

“Üniversite sayımızı 76’dan 207’ye, öğrenci sayımızı 1 milyon 600 binden… Almanya’nın çok çok önündeyiz. Bunu Şansölye Merkel‘le Almanya ziyaretimde konuşurken, ‘Ne kadar var?’ dediğimde, bana komik rakamları verdiğinde kendisine ‘Bizim 8 milyon 400 bin üniversite gençliğimiz var’ deyince, üfledi şaşırdı. Bizim eksiğimiz nerede? Keyfiyette. Şimdi biz o keyfiyeti de başardığımız zaman bunların hepsini sollayıp geçeceğiz. Öğretim elemanı sayımız 70 binden 180 bine çıktı. Bu da bu işin en müşahhas örneği. Öğrenci sayısı itibariyle Avrupa’da üniversiteye erişim konusunda ilk sıraya çıktık.Bütçeden üniversitelerimiz için ayırdığımız payı 2,5 milyar liradan bu yıl itibariyle 36 milyar liraya yükselttik, üniversitelere verdiğimiz bütçe desteğini.”

Erdoğan, sözlerinin sonunda bir hususta özeleştiri yapmak istediğini belirtti ve şunları söyledi: “Bir hususta özeleştiri yapmak istiyorum. Tarihimizin en büyük altyapı hamlesini gerçekleştirdik. Aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor. (…) Bugün tüm bu hususlarda çok daha ileri seviyelerde olmamız gerekirken, pek çok sıkıntılı görüntüyle karşı karşıyayız. Demek ki, bir yerlerde bir şeyleri eksik bıraktık” dedi.

“Evet, ülkemizde tarihimizin en büyük altyapı hamlesini gerçekleştirdik. Reformlarla hukuktan ekonomiye her alanda yepyeni bir Türkiye inşâ ettik. Evet, ülkemizi güvenlikten diplomasiye her alanda itibarlı bir seviyeye çıkardık. Ama tüm bunları yaparken aile, eğitim ve kültür konularında arzu ettiğimiz inkişafı sağlayamadığımızı da kabul etmemiz gerekiyor. Bugün tüm bu hususlarda çok daha ileri seviyelerde olmamız gerekirken, pek çok sıkıntılı görüntüyle karşı karşıyayız. Demek ki, bir yerlerde bir şeyleri eksik bıraktık. İnşallah önümüzdeki dönem, aileden eğitime, kültürden sanata tüm bu alanları önceliklerimizin en başına alacağız.”[11]

8 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 01 09 2022  günü Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde düzenlenen “20 bin Öğretmen Atama Töreni”ne katıldı. “Eğitim bütçemizi 10,3 milyar liradan son ilaveyle birlikte 304 milyar liraya çıkartarak, derslik sayımızı 343 binden alıp 613 bine yükselterek, okullarımızı kütüphaneler, laboratuvarlar, çalışma atölyeleri ve spor salonlarıyla donatarak, ders kitaplarından yardımcı kaynaklara çocuklarımızın tüm ihtiyaçlarını ücretsiz karşılayarak, hasılı eğitim alanında ülkemizin ilerlemesine ket vuran engelleri tek tek kaldırarak, son 20 yılda çok büyük bir dönüşüme imza attık…. Hedefimiz, evlatlarımızın bizi biz yapan değerlerin önemini daha iyi idrak etmesini, kültürümüzü daha iyi öğrenmesini, bu toprakların birikiminin fevkine çok daha iyi varmasını sağlamaktır. İstiyoruz ki evlatlarımız, ilim ve irfan geleneğimizle, millî ve manevi değerlerimizle daha fazla ve hemhal olsun.” “… ailelerimizin evlatlarını yetiştirirken onları özgürlük adına popüler kültürün acımasız dişlilerine terk etmemeleri çok ama çok önemlidir… evlatlarımızın körpe dimağlarının bize ve kültürümüze yabancı mecralar tarafından işgaline engel olamayız. Aksi takdirde, millî bünyemize aykırı ideolojilerin gençlerimizi sinsi tuzaklarına düşürmesine mani olamayız. Başka türlü yeni medya araçlarıyla servis edilen sapkın hayat tarzlarının çocuklarımıza sirayet etmesinin önüne geçemeyiz. Yine aynı şekilde okullarımızda içimizi acıtan, geleceğe dair kaygılarımızı artıran, ‘Acaba nereye sürükleniyoruz?’ hissi uyandıran üzücü hadiselerin yaşanmasının vebalinden kendimizi kurtaramayız. Bu tehditlerle mücadelede adım atmakta geç kaldığımız her günü, ülkemiz ve istikbalimiz açısından büyük bir kayıp olarak görüyorum.”[12]

9 – Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 20. 01. 2023 tarihinde Esenyurt Meydanı’nda düzenlenen Esenyurt Eğitim Kampüsü Temel Atma Töreni‘nde yaptığı konuşmada; “Bugün Esenyurt’umuzun marka değerini artıracak, eğitim alanında ilçemizi cazibe merkezi haline getirecek modern bir külliyenin inşâsına başlıyoruz.” Cumhurbaşkanı Erdoğan, “toplam 10 bin 791 metrekarelik büyüklükte inşâ edilecek kampüsün, İstanbul’un medar-ı iftiharı olacağını” söyledi. “Toplamda 10 bin 412 öğrencinin eğitim-öğretim görebileceği tesiste, 40’ar derslikli 5 ayrı Anadolu lisesi, 40 derslikli İmam Hatip lisesi, 40 derslikli bir fen lisesi, 45 derslikli mesleki teknik Anadolu lisesi ve 3 derslikli bir de ana sınıfı bulunacağı bilgisini veren Erdoğan, ayrıca tesise 12 derslikli bilim sanat merkezi kurulacağını ve planetaryum ile özel yetenekli öğrencilerin destekleneceğini” belirtti. “Bu yıl toplam eğitim bütçemiz ne biliyor musunuz? 651 milyar liraya ulaştı. Derslik sayımızı 343 binden 612 bine çıkardık.” dedi. “Öğrencilerimize toplamda 3,5 milyar adet ücretsiz ders kitabı dağıttık.”[13] diye övündü.

Anlaşılmaktadır ki, Erdoğan’ın bu tür günah çıkartmaları da 21 yılda yapmadığı, yapmaya da niyetinin olmadığı eğitim ve kültür alanındaki nitelik ve değerler planındaki değişim ile ilgili on yıldır tekrarladığı “öz eleştiri” içerikli söylemler, tamamen bu konuda rahatsızlığı olan çevrelere yönelik “gaz alma” ve “idare etme” amaçlıdır. Evet, AKP’lilerin topyekun Anıtkabir aşkından resmi kutlamalardaki abartılı Türkçü ve Atatürkçü propagandaya, bizzat Erdoğan’ın öncülük ettiği ve paylaştığı Malazgirt marşından 100. Yıl marşı içeriğine kadar bütün kamu alanına egemen kılınan seküler resmi ideolojik eylem ve söylemler, eğitim ve kültür alanında zaman zaman yapılan özeleştiri söyleminin de tamamen “gaz alma” amaçlı bir günah çıkarma olduğunu ortaya koymaktadır. Tıpkı kandırıldığını söyleyip bu kandırılmaların da süreklilik arz etmesi yahut İsrail konusunda gaz almaya yönelik söylemler misali bir avutma ve aldatma operasyonu olduğu açıkça ortaya çıkmaktadır.

Erdoğan “Dindar Nesil Yetiştireceğiz” Derken Mevcut Eğitim Sisteminin Nasıl Bir İdeolojik Öğütümü Hedeflediğini Bilmiyor muydu? Neden 21 Yıllık İktidarında Bu konuda Sık Özeleştiri de Yaptığı Halde Tek Bir Adım Bile Atmadı?

AKP’nin 2023 yılı seçimlerinde bile aktif destekçiliğini yapan Haksöz Dergisi çevresi bile 30 Ekim 2021 tarihli Haksöz Haber imzalı yorumda şunları yazmak zorunluluğunu duymuşlardır: “15 Temmuz darbe girişimi sonrasında… yerli ve milli bir yozlaşma yolunun tercih edildiği görülmektedir. MHP ufku ile sınırlı olan bu tercihin AK Parti’yi getirdiği nokta ancak dağ fare doğurdu sözü ile açıklanabilir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın vakti zamanında dindar nesil ile ilgili sarf ettiği şu cümleleri okuyan herkesin dağ fare doğurdu benzetmemize rahatlıkla katılacağını düşünüyoruz. Erdoğan’ın İlâhiyat Fakültesi öğrencilerine yönelik konuşmasındaki sözlerini hatırlayalım:

“Bugün yine aynısını söylüyorum, inşallah dindar bir gençlik, dindar bir nesil sizin ellerinizde yetişecek. Bunu başardığımız takdirde, çarşıda, sokakta, pazarda o zaman tinercisini, hırsızını, Allah’ın izniyle o zaman görmeyiz veya minimize ederiz. Alkolikleri görmeyiz, niye? Çünkü dindar gençlik bilecek ki alkol haramdır. Dolayısıyla o yola tevessül etmeyecek. Bu konularda atılacak adımlarla dindar neslin olduğu bir ülkede, inanıyorum ki tüm manevi değerler bir anda yüksek bir sıçrama yapacak ve birbirini menfaat, makam, mevki için değil Allah için seven bir millet ortaya çıkacaktır. İşte bunu siz sağlayacaksınız bu adımları atma noktasında yeni bir sürecin içinde olmamız gerekiyor, aksi takdirde yıllara yazık oldu deriz.”

“Ne kadar güzel sözler değil mi? Peki sonuç? Ne yazık ki “yıllara yazık oldu” dememize ramak kaldı. İktidara yakın STK başkanın arabasında içki şişesi, gençlik kolları üyelerinin lüks hayatı, makam mevki sevdası, semirmekten başka gayesi olmayan yalı trollerinin gençler tarafından örnek alınması ve hepsinden daha kötüsü Kemalist ideolojinin temel taşı olarak yerinden milim kıpırdamayan eğitim sistemi ile bırakın dindar nesli, belli başlı değerleri koruyabilecek muhafazakâr bir nesil bile inşâ edilemez. Yukarıdaki sözleri öğretmen olmalarını temenni ettiği ilahiyat fakültesi öğrencilerine hitaben söyleyen Erdoğan, öğretmen olacak olan gençlere nasıl bir eğitimin verildiğinin ve öğretmen olmaları durumundan onlardan istenen temel gayenin kanunlar ile belirlendiği üzere bir dindar nesil inşası olmadığını acaba bilmiyor mu?

“Örneğin, Milli Eğitim Temel Kanunu “Türk Milli Eğitiminin genel amacı, Türk Milletinin bütün fertlerini, Atatürk inkılap ve ilkelerine ve Anayasada ifadesini bulan Atatürk milliyetçiliğine bağlı …” şeklindeki ifadeleri içerirken, öğretmen olmak için yapılan zorunlu yeminin “Türkiye Cumhuriyeti Anayasasına, Atatürk İnkılâp ve İlkelerine, Anayasada ifadesini bulan Türk milliyetçiliğine sadakatle bağlı kalacağıma…” şeklinde başlarken ve hatta izcilik yönetmeliğinde “ okul ve kurumlarında yapılan izcilik faaliyetlerinin Anayasa, Millî Eğitim Temel Kanunu, Atatürk ilke ve inkılâpları ve uluslararası izcilik prensip ve değerleri doğrultusunda …” şeklinde ibareler varken, dindar bir nesilden nasıl bahsedilebilir? Bunları içselleştirmiş öğretmenlerden dindar bir nesil yetiştirmeleri nasıl beklenebilir? Bunlara muhalif olanların, sırtını kemalizme yaslama konforuna sahip öğretmenler/idareciler tarafından şikayet edilerek okul okul sürüldüğü bir ortamda dindar nesil nasıl yetiştirilebilir? Peki bu kanunlar ve milli ve yerli söylemler ile nasıl bir nesil yetişir? Diye sorduğumuzda karşımıza Kemalizm ile zehirlenmiş ve haliyle din ve diyanet ile arasına duvarlar örülmüş milyonlarca genç çıkmaktadır.

 

ATATATÜRK ÇOCUKLARI

Bir güneş gibi aydınlatırız
Karanlık ufukları
Sevgi, saygı, umut doluyuz,
Doğruluktur yolumuz.
Gözleriz ufukları, başları hep yukarı.
Hem çalışkan hem dürüst Atatürk Çocukları.
Talas çocuklarıyız, sönmeyen ışıklarız.
Doğruluktan şaşmayız, seni hiç unutmayız.
Lal la lal la la …
Lal la lal la la …
Seni hiç unutmayız.
Lal la lal la la …
Lal la lal la la …
Atatürk Çocukları.

“29 Ekim 2021 törenlerinden yansıyan (bütün çocukların hep birlikte Atatürk çocukları olduklarını haykıran) bu görüntü, AK Parti’nin 20 yıllık iktidar sürecinin sonunda ortaya çıkan bir görüntüdür. Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından sıkça dile getirilen ‘dindar nesil’ projesinin nasıl karşılık bulduğuna dair verdiği fikre bakılırsa bu ve benzeri görüntülerin özellikle iktidar gücünü elinde bulunduranlar açısından taşıdığı vebal daha net anlaşılacaktır.[14] Şu meşhur and kaldırılmış gibi yapılsa da artık bütün okullarda Kemalizm dininin bayram ya da yas günlerinde bu tür marşlar topluca söylenmeye devam ediliyor. Bununla da kalınmıyor ve çocuklar geçmişte sadece tazimde bulundukları putların önünde artık secde ettiriliyor.

Bütün okullarda marş olarak söyletilen bu şiirin yazarı Muharrem Baz ise şiiri ve Atatürk hakkında şunları söylüyor: “Değeri her geçen gün daha da iyi anlaşılan Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk nesilden nesile aktarılıyor. Günümüz dünyasında fiziki eserleri yok edilmeye çalışılsa da heykelleri saldırıya uğrasa da, kendini bilmezler sözlü olarak saldırsa da o kalplerde yaşıyor, yaşatılıyor.”

Atatürk ve Atatürkçülük bizzat “Ulu Önderleri” hayattayken bile bu kadar ilgi ve alaka görmedi denebilir. Ne Milli Şef İnönü döneminde ne de 27 Mayıs gibi 28 Şubat gibi en ağır ve kapsamlı Kemalist darbe süreçlerinde dahi devlet sınıfları, bugünkü kadar kitleleri Atatürk sevgisiyle, Kemalizm’e sadakatle harekete geçirememişlerdi. Bilakis Atatürk ve Atatürkçülük bu ülke ve toplum nezdinde son derece acı tecrübelerle zihinlere kazınmıştı. Sadece kültürel ve dini boyutuyla değil siyaset ve toplumu bir bütün olarak öylesine travmalara maruz bıraktı ki ne “devlet” doğru düzgün bir hukuk devleti olabildi ne de topluma karşı “devlet ana” rolünü benimseyebildi. Bu durumda devlet ve sermaye grupları tarafından organize edilen Atatürkçü dalganın neden ve nasıl sivil tabanda yükselen bir dalgaya dönüştüğü üzerinde durup tartışmak daha bir önem arz ediyor… Atatürk ve Kemalizm meselesinde esas üzerinde durulması gereken İslâmî kesimlerin, muhafazakâr-demokrat siyasetin tutarsız, temelsiz ve faydasız bir dizi söylem ve eylem tarzına yönelmiş olması meselesidir. Hem İslam’ın temel ilkelerini çiğneyerek hem de yaşanan dehşetli geçmişi silmeye girişerek “Muhafazakar Atatürk-Dindar Kemalizm” üretme gibi bir absürtlük yükselen trend olmuş durumda.[15]

Bu çarpıcı gerçeklik karşısında AKP destekçisi Haksöz yazarı Yılmaz Çakır da yaptıkları büyük yanlışı sorgulamadan ve İslamî mücadeleye verdikleri büyük zarar konusunda kendilerini sigaya çekmeden ve de tevbe etme gereği de duymadan şunları yazıyor; “Cenneti hayal ederken, varıp geldiğimiz yer cinnet oluyor yeniden. Neden ve nasıl diye soracak olduğumuzda, hikmetinden sual edilemeyecek hükümetler çıkıyor karşımıza. Kan kusup kızılcık şerbeti içtik demek düşüyor hep bize, hanemize. Oysa kadim itikadımızdı(r), Firavun’a, Nemrut’a karşıtlık. Hiçbir siyasi maksatla, hiçbir maslahatla izah edilemeyecek kadar kesin ve açık. Zorbalara tazim yazmaz Kitabımızda.”[16] Bu satırları 2021 yılında yazmış olmasına rağmen, bütün bu sapmaların daha ileri boyutlara taşındığı sonraki yıllarda da gurup olarak Erdoğan iktidarına aktif desteklerini sürdürmüşlerdir.

II.Atatürk Erdoğan, 1997 Yılında Düzenlediği “Fazlurrahman Sempozyumu”ndan İtibaren İkna Olduğu Tarihselci Tezlerin Gereği Olarak Laikliği İçselleştirmiş Bir Siyasetçidir

Evet, laiklik konusunda, Mustafa Kamal’ın kan dökerek 15 yılda Kemalistlerin baskı ve zorbalıkla 80 yılda başaramadığını, gönüllü sekülerleştirmeyi temsil eden Erdoğan 20 yılda başardı ve onların laikleştiremedikleri “muhafazakar, Müslüman” kesimleri laiklikten razı olmak noktasına getirdi. Çünkü Kemalistler şiddete dayalı politikalarla İslam’a karşı mücadele zemininde laikliği egemen kılarken, Erdoğan suret-i hak’tan görünüp “Allah ile aldatarak” “laikliğin İslam ile bağdaştığı” iftira ve tahrifini propaganda edip Müslüman  zihinleri dönüştürerek bu kesimleri de laikleştirdi, laik sistemden ve laik ulus devletten razı konuma getirdi.

Birinci 28 Şubat darbe sürecinde laiklik dayatanlar, bizzat kendileri de laikliğin İslam ile bağdaşmadığını söylüyorlardı.  Bu 28 Şubat “post-modern darbe” döneminin uygulayıcı siyasileri Doğu Perinçek ile Devlet Bahçeli’nin rotasını belirledikleri Erdoğan liderliğindeki “ikinci 28 Şubat süreci”nde sadece laiklik dayatılmakla ve şirk hukuku olan laik hukukla hükmetmekle de yetinilmeyip  “laikliğin İslam ile bağdaştığı” iddia ve iftira edilerek üstelik İslâmî anlayış ve ölçüler alanında tahrifat da yapılmaktadır. Erdoğan’ın hocası Erbakan da birinci 28 Şubat döneminde aynı tahrifatı yapmaya çalışmıştı. Anayasa mahkemesinde Partisi için kapatma davası açılan N. Erbakan, İslam’ın laiklikle bağdaştığını söyleyip İslam’ı tahrif etme bahasına kendilerinin de laik olduğunu ispat etme çabası gösteriyordu. Laikliği ve İslam’ı eğip bükerek birbirine yakınlaştırmaya ve “Müslümanlığın bizatihi kendisi laikliktir. Müslümanlık varken ayrıca laikliği bir daha aramanıza lüzum yok. Çünkü laikliğin içindedir Müslümanlık.”[17] diyerek iki zıt dünya görüşünün, hayat tarzının birbiriyle örtüştüğünü ispat etmeye çalışıyordu.

Anayasa Mahkemesindeki savunmasında ise Erbakan, “Bir insanın, laikliğin gerçek ilmi manasına karşı olması için akılsız olması lazım. Laiklik olmadan demokrasi olmaz. (Erdoğan da Mısır’da aynısını İHVAN’a söylüyor ve laik olmaya çağırıyordu) Laiklik olmadan bir arada yaşanmaz, ama laiklik din düşmanlığı, dinsizlik, ateizm olarak tatbik etmeye kalkışılırsa önce laiklik bunun karşısına çıkar. Dolayısıyla bir kimsenin laikliğe karşı çıkması, laikliğin ne olduğunu bilmemesiyle veya akılsız olmasıyla ancak mümkündür.”[18] demiştir. Erbakan böyle diyerek İslam’a iftira etmekle kalmamış, üstelik Allah’ın akletme çağrısına uyarak vahye teslim olmuş ve vahyin belirlediği akîdeleriyle laikliğe karşı olması gereken Müslümanları “akılsız” olmakla suçlayabilmiştir.

Erbakan’ın söz konusu savunmasında yer verilen diğer bazı sözler de aynı minvalde olup hem laikliği hem de İslam’ı eğip bükerek örtüştürmeyi amaçlayan ve tabii ki tahrif sonucunu doğuracak bir içeriğe sahip bulunmaktadır: ‘…Lâikliğe aykırı olarak hareket etmek demek, skolastik zihniyetle hareket etmek, körü körüne hareket etmek demektir.”, “…‘Lâiklik demek, ilim ve akıl yoluyla hareket etmek demektir’, ‘…Deminden beri ben neyin savunmasını yapıyorum’ Demokrasinin ve lâikliğin. İşte gerçek, işte gerçek. Böyle düşünmeyenleri nereye davet ediyorum. Demokrasiye ve lâikliğe.’, ‘Bakınız, lâiklik demek, ilim ve akıl yoluyla çalışılacak demektir. Dogmatik bir şekilde, dinimiz böyle emrediyor, öyleyse kanunlar böyle olacak diye dayatamazsınız. Lâiklik demek kanunları TBMM yapar demektir.’ (11.03.1997 TBMM Grp. Kon.), ‘Refah Partimiz lâikliğin bekçisidir. Gerçek lâikliğin, gerçek teminatıdır.’ (21.05.1997 TBMM Grp. Kon.)”[19]

Görüldüğü üzere, Erbakan bu konuşmalarında, İslam’ın emrettiği gibi Allah’ın hükümlerine göre hükmeden bir yönetim istemeyi yani tevhîdî imanı hor görüp akıl karşıtı dogmatik bir yaklaşım olarak nitelendiren laik ve demokratik bir anlayışı savunduğu halde, bu bâtıl görüşünü İslâmî göstermeye de teşebbüs eden, hak-bâtıl karışımı bir şirk cürümünü işlemekten çekinmemiştir. Aynı zihin yapısına sahip olan talebesi Erdoğan da son 21 yıl gibi uzun bir süre iktidarda tek başına kalıp, tek söz sahibi konumunda bulunduğu halde aynı tahrif edici görüşleri ileri sürerek, büyük ve yaygın bir yozlaşmaya sebep olmuştur. Üstelik gerek Erbakan’ın gerek talebesi Erdoğan’ın ve gerekse de kadrolarının ne Atatürkçülük yapmaları ne laikliği bu derecede sahiplenip savunmaları ve üstelik bütün Müslüman halklara da tavsiye etmeleri, asla resmi ve yasal zorunluluklar ya da “ikrah veya zorlama” sonucu yapılan açıklamalar olmayıp tamamen kendi tercihleri gereği ortaya koydukları beyanlardan ibarettir. II. Atatürk Erdoğan, “Laiklik İslam ile bağdaşır”, “devlet bütün dinlere eşit uzaklıkta olmalıdır”, “ekonominin dini imanı olmaz”, “bu çağda faizsiz ekonomi mi olur?” ve “din bireyseldir” misali çok daha ileri boyutta bir tahrifat söylemi gerçekleştirmiş ve bu sözlerinin İslam’a uygun olduğu iftiralarıyla “dindar ” ve “muhafazakâr” bilinen kitlelerin yaklaşık %75’ini laikleştirmiştir. AKP kurucusu ve milletvekili Mehmet Ali Şahin’in “Dindarları biz laikleştirdik” dediği gibi bir sonuç oluşmuş ve “dindar muhafazakâr kitleler (büyük oranda) laikleştirilmiştir.”[20]

II.Atatürk denmeyi hak eden Erdoğan’ın, Atatürk’ü sahiplenme konusunda da Erbakan hocasının izini takip ettiği anlaşılmaktadır. Hocası N. Erbakan, birçok kez “Atatürk yaşasaydı milli görüşçü olurdu” ya da “Atatürk yaşasaydı Refah Partili olurdu”[21] sözlerini tekrarlamak suretiyle, te’vil ederek de olsa Atatürk’e sahip çıkmıştır, tıpkı laikliğe de sahip çıktığı gibi. Ondan sonra Erdoğan ve kadrosu da “Atatürk ya da Gazi’nin yolunu biz sürdürüyoruz” diyorlar. Hatta bizzat kendi kadrosunun içinden bile, Erdoğan’ı II. Atatürk olarak tanımlayanlar olmuştur.

AKP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Mahir Ünal da 10. 08. 2017 tarihinde “Kılıçdaroğlu’nun CHP’sinin ve kendisinin Mustafa Kemal Atatürk’le uzaktan yakından bir ilgisi yoktur… Atatürk’ün ortaya koyduğu ideali kim gerçekleştirmiştir diye dönüp bakın, AK Parti gerçekleştirmiştir. Cumhurbaşkanımız devletin uzun yıllar mağdur ettiği Müslümanları, dindarları, öfkesi ve kızgınlığı artmış bir kesimi, sorunsuz bir şekilde rehabilite etti, sisteme dâhil etti.”[22] Zaten Tayyip Erdoğan’ın, bölgeyi Batı seküler kültürü, küresel kapitalizm ve laiklik ile uyumlu “ılımlı İslam” anlayışı istikametinde dönüştürmek amacıyla uygulamaya konan BOP’un (Büyük Ortadoğu Projesinin) eşbaşkanı yapılmasının sebebi de, ülkede sağladığı bu dönüşümü Türkiye modelliği üzerinden bölgeye de yaymaktı. Filistin, Mısır, Tunus ve Libya başta olmak üzere bütün ülke ve bölge Müslümanlarına laikleşmeyi “İslam ile bağdaştığı” iddia ve tahrifiyle yaymaya çalışan AKP iktidarı bu konuda epey başarılı olmuş görünmektedir.

Bilinmelidir ki Erdoğan, İstanbul Belediye Başkanı iken bizzat öncülük edip yapılmasını sağladığı tarihselci “Fazlurrahman sempozyumu” sürecinden beri tarihselci tezlere ikna olmuş ve laikliği de içselleştirmiş bir siyasi liderdir. Bu yüzden, laik, seküler eğitimden rahatsız olması da söz konusu olamaz. Nitekim Erdoğan’ın “paranın, ekonominin dini imanı olmaz”, “din bireyseldir” inancının arka planında da bu aynı tarihselci anlayış yer almaktadır. Böylece laik, Türkçü ve Atatürkçü bir hükümet kurarak şirkle hükmetmek de kapitalist ekonomi politikaları güderek “Piyasa İlahı”na uymak da hak-hukuk ölçülerine aykırı biçimde ihaleleri yandaşlara peşkeş çekmek de kolaylaşmış ve 21 yıl süresince de bu politikalarda ısrar edilmiştir.

Bu sempozyumu düzenlemeye öncülük edip bu ifsad edici düşüncelerin Türkiye’de daha yaygın hale gelmesine vesile olanlar, Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi dekanı Prof. Dr. Mehmet Aydın ve Büyükşehir Belediyesi Başkanına danışmanlık da yapan yazar Ali Bulaç’tı. Onlar dışında, yurtdışından gelen akademisyenlerle birlikte Hayrettin Karaman, Mehmet Bayraktar, İlber Ortaylı, Fazlurrahman’ın yakın öğrencilerinden Alparslan Açıkgenç, İlhami Güler, Hayri Kırbaşoğlu,  Fatma Bostan Ünsal, Hidayet Şefkatli Tuksal, o günlerde akademisyen olan Yasin Aktay, Ömer Çelik gibi isimler de tebliğler sunmuşlardı. Bu isimlerin çoğu aynı zamanda, tıpkı Erdoğan gibi “İslam’ı laiklik ve kapitiazlimle sentez edip Protestanlaştırmayı” hedefleyen Fetullah Gülen öncülüğündeki Abant Konsillerinin de müdavimi idiler. Aynı isimlerin bir kısmı ondan sonraki süreçte de Erdoğan’ın yakınında yer alıp, destekçisi, danışmanı, milletvekili ya da Bakanı da olmuşlardır. Diyanet’ten sorumlu ilk bakanın Fazlurrahman’ın “İslam” kitabını Türkçeye çeviren ve tarihselci görüşe yakınlığıyla bilinen Prof. Dr. Mehmet Aydın olması, AK Parti iktidarında yedi yıl boyunca Diyanet İşleri Başkanlığı yapan Prof. Dr Ali Bardakoğlu’nun da bu gelenekten gelmesi herhalde tesadüf değildi.

Evet, tarihselcilik “laikliği” de İslam ile uzlaştığı iftirasıyla topluma kabul ettirmeye çalışan küresel emperyalist güçlerin BOP ve “Ilımlı İslam” projeleri ile de örtüşen ve bütün bölge halklarını dönüştürmeyi hedefleyen bir projedir. Bu yüzden BOP eş başkanı Erdoğan tarafından başta Mısır, Libya, Tunus olmak üzere birçok ülkeye yapılan ziyaretlerde ısrarla teklif edilmişti.

Nitekim Erdoğan, tarihselci tezleri bu toplumun gündemine sempozyum boyutunda getirmesinin sebebini ve bu modernist teze verdiği değeri sempozyum sonrasında tebliğlerin yayınlandığı kitaba yazdığı ve altına imzasını attığı sunuş yazısında şöyle ifade ediyordu: “Kardeş Pakistan’ın yetiştirdiği büyük bilim adamı ve düşünür Fazlurrahman, İslâm dünyasında olduğu kadar Batı’da da önemsenen, düşünce ve tezleri üzerinde geniş tartışmalar açılan bir şahsiyettir. Düşünce hayatıyla yakından ilgilenenler merhum Fazlurrahman’ın Türkiye’de ne büyük bir etkiye sahip olduğunu bilirler. Fazlurrahman’ı hararetle savunan öğrencileri ve izleyicileri olduğu gibi, ona şiddetli muhalefet gösterenler de var.” “Bir bilim adamı ve düşünürün bu seviyede tartışma konusu olmasının bazı sebepleri var. Bu sebepler arasında tefekkür ve düşüncenin tabiatı yanında, İslam dünyasının modern dünya ile ilişkilerinde alacağı şeklin belirlenmesinde Fazlurrahman’ın ortaya atıp savunduğu fikir ve tezlerin çok önemli olması konusu da önemlidir. Çünkü Fazlurrahman, her ne kadar din ve felsefenin ağır ve karmaşık teolojik ve spekülatif meseleleriyle uğraşmışsa dahi, onun asıl amacı bugünkü İslam dünyası için aktüel ve pratik sonuçlar çıkaracak bir çalışmanın somut örneklerini vermektir. Bir başka deyişe Fazlurrahman’ın önerdiği ve tartışılmasını istediği bir ‘proje’si vardır. İşte bizim İstanbul Büyükşehir Belediyesi olarak, Fazlurrahman’ı eksen alan İslam ve Modernizm adlı uluslararası bir sempozyum düzenlememizin sebebi, bu projeyi tartışmaya değer bulmamız ve bunun gelecekte çok daha büyük bir önem kazanacağına olan inancımızdır.”[23]

Görüldüğü üzere 21 yıldır tek başına iktidar olan Erdoğan, yaklaşık 10 yıldır “eğitim ve kültür alanında başarısızlık” konusunda özeleştirisini tekrar etmesine rağmen, hâlâ yaptığı inşaatlarla, okul binaları, spor salonları ve derslik sayısını arttırmakla övünmektedir. Aynı şekilde Üniversite sayısını arttırmakla da övünmektedir. Ancak eğitim programları aynı seviyesizlik ve resmi ideolojik kuşatma ile mâlûl bulunmaktadır. Çünkü en azından dindar halkın manevî değerlerinden haberdar ve saygılı, ilmî birikim bakımından ehil ve kaliteli olan kadro sayısı yok denecek seviyelere yakın olduğu halde ve eğitim programları da 80 yıllık materyalist, laik, seküler bir bakış açısıyla hazırlanmış biçimiyle ısrarla sürdürülürken, yeni İmam Hatip Okulları ya da yeni üniversiteler, yeni okullar ve derslikler inşâ edip açmanın ne anlamı ve değeri olabilir ki? Ancak, toplumun manevî değerlerine uyumlu program geliştirme konusunda çalışma ve bu araştırma-geliştirme ile ilgili programları uygulayacak ehil kadrolar yetiştirme konusunda yapılacak yatırımlar, okul ve üniversite binaları inşa etme alanına yapılacak yatırımlar gibi yandaşlara zengin olacakları imkânlar sunmaya müsait değildir.

Bu sebeple 21 yılda, bir toplum en önemli yatırım alanı olan eğitim ve kültür alanındaki niteliği yükseltmeye, nitelikli kadro yetiştirmeye ve özgün değerlere dayalı müfredat geliştirmeye yönelik yatırımlar ihmal edilip bütçelerin çok büyük kısmını yutan büyük maddi harcamalar, büyük vurgunların ve ihale yolsuzluklarıyla yandaşlara bol kazanç sağlamanın kolay yapılacağı inşaat alanına sevk edilmiştir. Erdoğan tıpkı bunlar gibi, aslında o ilde bir havaalanına ihtiyaç olduğu için değil de yandaş müteahhitlere para kazandıracak yeni inşaat sahalarına ihtiyaç duyulması sebebiyle yapıldığı zannını tahrik eden ve birçoğunda taahhüt edilen uçak ve yolcu sayısı iniş yapamadığı için de “yap işlet devret”çi yandaş müteahhitlerin bol kazançları bütçeden karşılanan havaalanlarının sayısını arttırmakla ya da büyük şehir hastaneleri ve oto yollar yapmakla da övünüyor. Çünkü bunların hepsi inşaat sektörü ve büyük para kazandırıyor, bir zamanların sözde mücahidler müteahhit oldukları için de  bol kazançlar elde etmek isteyen yandaş müteahhitler çok artmış bulunuyor. Erdoğan “Gazi’sinin yolunu” bu konuda da takip etmektedir ve ihaleler çoğunlukla yandaş şirketlere avantajlı biçimde verilmek suretiyle AKP destekçisi zenginler sınıfı oluşturulduğu iddiası yaygınlaşmış bulunuyor.

AKP hükümetlerinde, bütçenin büyük kısmını inşaat alanında harcayarak sadece eğitim ve kültür alanını ihmal etmekle de kalınmıyor, tarım ve hayvancılık ile üretim ve istihdama hızlı ve istikrarlı katkısı olacak diğer alanlar da ihmal ediliyor. Tabii ki, sonuçta hem işsizlik artıyor, hem de bu toprakların büyük potansiyeli harekete geçirilmediği için tarım ve hayvancılık giderek yok oluyor. Böylece bu en temel ürünler ithal ile karşılanmaya başlanarak ekonomide de gerilemeye yol açılıyor.

R.Tayyip Erdoğan’ın “Eğitim ve Kültür Alanında Başarısız Olduk” Özeleştirisinin Sebepleri Üzerine Bazı Tespit ve Değerlendirmeler

I.Atatürk 15 yıllık iktidarında toplumun geleneksel de olsa var olan İslamî kimlik ve manevi değerleri ile bunlara dayalı eğitim ve kültür alanında ne kadar birikimi varsa kökünü kazıyıp Batının laik seküler eğitim programlarını, alfabesini ve kültürünü topluma kabul ettirerek Batı’nın seküler bilgi birikimi ve kültürünü egemen kılmışken, II. Atatürk Erdoğan, aynı seküler programları ve çoğunluğu seküler olan aynı kadroyla bunca yıl sürdürüyor. Hatta bununla da yetinmeyip, birçok alanda I. Atatürk’ün seküler ve laik yapmayı başaramadığı kesimleri de sekülerleştirerek onun yolunu daha çok yaygınlaştırıyor. Üstelik Erdoğan ondan çok daha uzun olan 21 yıllık (ki gelecek beş yıl ile İnönü dönemini de içine alan uzunlukta bir dönem sürecek olan) iktidarında eğitim ve kültür alanında iyi bir gelişmeye yol açamadığını, başarısız olduğunu”[24] itiraf emek suretiyle “günah çıkartma” söylemleriyle kendisini mazur göstermeye çalışıyor.

AKP’de bakanlık yapmış olan Beşir Atalay bile milletvekili sıfatı henüz üzerinde iken Kasım 2016’da Bolu’da düzenlenen “Ufuktaki Yeni Türkiye Gençlik ve Geleceği” sempozyumunda yaptığı bir konuşmada AKP iktidarı döneminde eğitim ve gençlik bakımından meydana gelen büyük yozlaşmaya dikkat çekmek üzere şunları söylemek ihtiyacı duymuştur: “Gençlerimiz sabırlı olmadığı için kısa zamanda çok şey sahibi olmak istiyorlar. Çabuk zengin olmak ve makamlara yükselmek istiyorlar. Belki de bunlara bizim hükümet dönemi yol açtı. Fazla meşakkat çekmeden çok şeye sahip olmak isteyen bir gençlik var. Bu bir büyük problemdir. Türkiye’de şu an burjuva Müslüman diye tabir ettiğim bir hayatı görüyorum. Fazla saltanatlı yaşayan, çok harcayan, israfı olan bir Müslüman burjuva kesimi ve gençliği gözlemliyorum. Bu sıkıntılı bir meseledir. İdeal dediğimizde genel ortalamaya baktığımızda böyle bir değerlendirmeyi yapmak mümkün.” “Bu partinin 12 yıl bakanlığını yaptım. Eğitim politikalarında verimimiz yeterli değil… Üniversite kesiminde hiç bir şey yapmadık. Aynen o 8 yıllık eğitim kadar ilkel bir YÖK sistemi var ve üniversiteleri öldürüyor. Bugün üniversitelerimiz dünya yarışında en gerilerde. Üniversitelerimiz bugünkü sistemle beyin yetiştiremiyor.”[25]

İşte AKP iktidarının yol açtığı derin çürümeyi ortaya koyan cümleler: “Türkiye’de şu an burjuva Müslüman diye tabir ettiğim bir hayatı görüyorum. Fazla saltanatlı yaşayan, çok harcayan, israfı olan bir Müslüman burjuva kesimi ve gençliği gözlemliyorum.”

Ahmet Davutoğlu da BBC Türkçe’ye yaptığı açıklamada şunları söylüyor: “Başbakanlığıma mâl olan ve üzerime her türlü çetenin gelmesine sebep olan temel konu, yolsuzluklarla mücadeleydi. Şeffaflık Yasası’nı, İmar Yasası’nı, İhale Yasası’nı, Rekabet Yasası’nı çıkarıp asalak gibi toplumun üzerine çökmüş olan bazı faiz, kur ve ihale baronlarına karşı halkın emanetini korumaktı. 5 yıl içinde gelinen tabloyu görüyorsunuz. 3-5 yandaş müteahhidin toplumun bütün imkânlarını kullandığı, geniş kesimlerin ise büyük yoksulluk içinde çırpındığı bir dönem.”[26] “Mevki sahipleri yasak olmasına rağmen ‘hediye’ görüntüsüyle rüşvet almaya başlamış, bu mevki ve makamlarını servet için kullanmaya başlamış, servet halkla paylaşılacakken küçük bir elit içinde dolaşır olmuş… Yapmayın, etmeyin dedim. Partiyi şahsınızın malı olarak görmeyin, ailenize partide görev vermeyin. Servet bir grup insanda dolaşmasın, halka yansıtın dedim.”[27]Ben bataklıkla mücadele etme kararı aldım. O yolsuzlukların tümü bitecekti. Siyâsî ahlâk yasası çıksaydı, … O ihale yasası çıkarılabilseydi, …usulsüz ihalelerle, usulsüz mülkiyet devri üzerinden yapılanların hiçbirisi de olmazdı. Bu mücadeleyi ben yürütürken hem parti içinden engellendim hem bizzat Cumhurbaşkanı tarafından bana “Bunları çıkarırsanız görev alacak bir ilçe başkanı bulamazsınız” dendi,” “Mesela inşaat rantı. Şimdi Türkiye’deki imar rantını, Ege sahillerinde talan edilen arazileri, … SİT alanlarına verilen imar izinlerini, İstanbul’da dikilen gökdelenleri düşünün. Bir de o rant çevrelerinin desteklediği siyasiler var… Bugün Türkiye’de otoriter bir yolsuzluk düzeni var. …şu anda Türkiye’de her yerde ortaya çıkan sistemik bir yolsuzluk var.”[28]

Davutoğlu’nun bahsettiği SİT alanlarına verilen imar izinlerinden bazıları da bizzat Kültür Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’a ait MRA Turizm şirketine tahsis edilmiştir. “Otel sahibi Ersoy, Bakan Ersoy’dan arazi tahsisi istedi, istediğini aldı! Bodrum’daki 25 bin m2’lik Hazineye ait orman arazisi, Bakan Ersoy’un ortağı olduğu şirket tarafından Bakanlığa yazılan bir yazı ile otel yapmak için talep edildi. Orman vasfındaki hazine arazilerini tahsisinde sakınca görmeyen bakanlık, 24 Eylül 2021 tarihinde gereken onayı verdi. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un şirketinin ek arazi tahsisine resmi yazı ile yanıt veren Kültür ve Turizm Bakanlığı Yatırım ve İşletmeler Genel Müdürlüğü, 22 Ekim 2021 tarihli yazısında, talebin uygun görüldüğünü bildirdi.”[29] Bakan Ersoy, “Haber doğru ancak eksik” dedi. “Ben Hilton’un arazisinin sahibi şirketi 2012 yılında satın aldığımda o zaman bu tahsis yapılmıştı.” dedi.[30]  Ancak son tahsis yazılarının tarihinin kendi dönemine ait olması başka şeyler söylüyor.

Ahmet Davutoğlu bir başka açıklamasında ise, “ülkede derin ve yaygın bir yoksullaşma yaşandığını, adalet sistemine güvenin tarihin en düşük seviyesine indiğini, geniş kitlelerin özgürlüklerinin her geçen gün kısıtlandığını, yolsuzlukların her kuruma ve her alana bir virüs gibi yayıldığını ve bütün bu çürümenin sorumlusunun AKP iktidarı olduğunu” beyan etmiştir.[31]

Görüldüğü üzere Erdoğan döneminde yandaşlara sağlanan kolay ve bol kazançların nasıl bir yozlaşmaya sebep olduğunu, bu gidişe ve yolsuzluklara engel olmak isteyenlerin nasıl tasfiye edildiğini bizzat AKP’li Bakan ve Başbakanlar anlatıyor.

Evet, Erdoğan’dan bakanlarına kadar itiraf edilen, büyük ve sistemik yolsuzluğun yaşandığı inşaat alanına yoğunlaşma, eğitim ve kültür alanında ise büyük ihmalin yaşanması konusunda AKP destekçilerinden de az da olsa sorgulamalar ve kısmî uyarılar da yapılmaktadır. Mesela AKP destekçisi Haksöz Haber bile yıllarca destek verdiği AKP iktidarının bu konudaki ihmalini 19 Eylül 2023 tarihli haber yorumunda şöyle eleştirmiştir: Türkiye’de konjonktürel planda çok şey değişse de duvar gibi yerinde kalan hususların başında resmi ideolojik dogmalar geliyor. Siyasetten topluma, hukuktan kültür-sanat alanına hayatın hemen her alanında vesayetini sürdüren resmi ideolojik hegemonya özellikle de eğitim sisteminde o kadar derin yer edinmiş ki dokunmaya cesaret eden yok… Hatta hiç gerek yokken Atatürkçülüğe muhafazakâr bir zırh giydirilerek tersinden üretilmeye çalışıldı ki bu yanlıştaki ısrar devam ediyor. Dolayısıyla MEB imzalı kitapta ilkokul dördüncü sınıf çocuklarına empoze edilen aşağıdaki şiir örneğinde olduğu gibi ırkçı hezeyanları besleyen birçok metin varlığını sürdürüyor.”[32] İşte ilkokul 4. sınıf kitabında hâlâ var olan Türkçü ve Atatürkçü şiirden bazı mısralar:

TÜRKÇE KONUŞ

Atatürk’ten aldım ben bu düsturu.
Türkçe düşün Türkçe konuş,
Türkçe yaz. Yozlaştırma dili kullan dosdoğru,
Türkçe düşün, Türkçe konuş, Türkçe yaz.

Şiirde, şarkıda, her bir sanatta,
Çarşıda, pazarda, bütün yurtta,
İzmir’de, Maraş’ta, Muş’ta, Yozgat’ta,
Türkçe düşün, Türkçe konuş, Türkçe yaz.

Tarihin delili ve kaynağıdır.
Kültür pınarının bir rnembaıdır.
Bu dil bu milletin ses bayrağıdır.
Türkçe düşün, Türkçe konuş, Türkçe yaz.

Kemalist Bakanların yönetimindeki eğitimde bu ırkçı ve seküler resmi ideolojik Türkçü ve Atatürkçü dayatmaları sürdürmesine rağmen, son seçimlerde bile taassupla ve ibadet bilinciyle desteklemeyi sürdürdükleri Erdoğan da özellikle son on beş yılda “eğitim ve kültür alanında, değerlerimize uygun müfredat geliştirme ve nitelikli kadro yetiştirmede başarısız olduk” mealinde sözleri tekrar ederek, “günah çıkarma” kabilinden söylemleri tekrar edip durmuştur. Ama buna rağmen de şikâyet ediyormuş ya da üzülüyormuş gibi göründüğü bu konularda hâlâ tek bir adım atmamış, aynı ifsad edici müfredatı, çoğunluğu seküler müfsid kadrolarla sürdürmeye devam etmektedir. Böylesine ideolojik bir öğütüme dönüştürülmüş, tek tip seküler insan yetiştirmeye göre planlanmış bir eğitimden nasıl olur da olumlu bir sonuç ya da toplumun manevî değerlerine uyumlu nitelikli insanların yetişmesi beklenebilir ki?

Aynı şekilde, kumarhane işletmecisini[33] Kültür Bakanı yapan bir siyasî lider kültürel alanda nasıl bir başarı bekliyor olabilir?

Bir hükümetin başı, tek başına aldığı kararla ve bürokrat atar gibi Bakan atadığı bir süreçte bile böyle birisine Kültür alanını teslim edip Kemalist birisini de yıllarca Eğitim Bakanı olarak tutarsa, üstelik kendisi de yukarıdaki bölümde izah edildiği üzere onlardan çok farklı bir zihniyete sahip değilse ve bu sebeple gerekli yönlendirmeyi yapamadığında, bir de onları uzun süre bakanlık makamında tuttuğunda varılacak sonuç doğal olarak eğitim ve kültür alanında başarısızlık ile çürüme ve yozlaşma olmak zorundadır.

Üstelik Kültür Bakanlığının İslam’a ait olduğu iddiasıyla yayınladığı kitaplar da düzenlediği programlar da aslında I. Atatürk’ün de kapatmadığı ve önünü açtığı Celâleddin-i Rumi’nin öncülük ettiği Mevlevilik tekkesi gibi gelenekselci, hurafeci ve şirk içeren anlayışlara aittir. Nitekim Erdoğan da II. Atatürk olarak “Gazi’sinin yolunda” yıllardır Mevlevî ayinlerine katılmaya özen gösterir. Kur’an’ı hayattan kovan laik bir anlayışı temsil eden Erdoğan Ayasofya’da Kur’an okur/telaffuz eder (bu okumayı Kur’an okuma saymaz, yaptığı Arapça harfleri seslendirip kelimeleri telaffuz etmekten ibarettir) Kültür Bakanı da Ayasofya meydanında semazen oynatır ve onlar “Allah der der dönerler.” Halbuki mü’min şahsiyet bir kez Allah dedi mi bir daha o yolda sebat eder ve asla topuklarının üzerinde geri dönmez.

Yapılan açıklamaya göre, “Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından Mevlana’nın 750. Vuslat yıldönümü ve 2023 yılının UNESCO tarafından Mevlana Yılı olarak takvime alınması nedeniyle Ayasofya Meydanı’nda, 750 semazenin katılımıyla etkinlik düzenlendi.” Etkinliğe katılan Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, “Sadece ülkemizden değil dünyanın tüm coğrafyasından gelen 750 semazenle yapacağımız etkinlikle, dünyanın şu an içinde bulunduğu kaos ve savaş ortamında, barış, kardeşlik ve huzur mesajlarının verilmesi adına Kültür ve Turizm Bakanlığı olarak birçok etkinliğin başlangıcını yapmış oluyoruz” Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy, “Mevlası’nın ‘ne olursan ol gel’[34] felsefesini bütün dünyaya yayma hedefini güttüklerini” beyan ediyor.

Konya Büyükşehir Belediye Başkanı Uğur İbrahim Altay da, “Bu yıl bizim için çok kıymetli. Sayın Cumhurbaşkanımız tarafından Şeb-i Arus’un 750’nci yılı dolayısıyla ‘Mevlana Yılı’ ilan edildi. 30 Eylül tarihi Hz. Pir’in doğum yılı. 816’ncı yılını kutluyoruz. Konya Büyükşehir Belediyesi olarak en önemli görevlerimizden birisi; Hz. Mevlana’yı ve onun felsefesini anlatabilmek. Bu tarihi meydanda, 750 semazenle birlikte bir program gerçekleşmiş olacak” açıklamasını yapıyor.[35]

Görüldüğü üzere bu yılı Erdoğan’ın emriyle “Mevlana Yılı” ilan edip onun şirke dayalı felsefesini yaymak için seferber olduklarını açıklıyorlar. Bizler ise, tevhide davetimiz sebebiyle baskı ve takip altında tutulup susturulmak istenmekteyiz. Şirk felsefesinin propagandası için hepimizden toplanan vergilerle oluşan bütçe kaynakları, Fazlurrahman sempozyumunda da yapıldığı üzere bol miktarda harcanırken, tevhidî mesajın yaygınlaşmasına maddi katkı vermeyi bırakın, bir de dışlayıp baskı altına alıyorlar.

II. Atatürk Erdoğan’ın en önde gelen destekçilerinden ilahiyatçı Profesör Cevat Akşit’in yaptığı açıklamalar da, Erdoğan’ın geleneksel ve modern cahiliye kültürünü sentez edip yeniden diriltme ve toplumu bu istikamette dönüştürme eksenli Atatürkçü, “Mevlana’cı” politikalarının arkasında Erdoğan’ın kendi zihinsel eklektik birikimi yanında bir de bu tür zevatın destek, teşvik ve yönlendirmelerinin de olduğunu göstermektedir. 01 Ekim 2023 tarihinde sosyal medyaya intikal eden açıklamasında Cevat Akşit, izzeti yanlış yerde aramanın sonucu olarak şu zelil içeriğe yer veriyor: “İslam’da kabir yapmak yok. Sadece ‘büyük zat’lar için gelecek nesillere örnek olur diye zararı yok. Onun için Mustafa Kemal Paşa’ya Anıtkabir yapılmış. Ona minnet borcumuz var. Gavura boyun eğmek zillettir. Haramdır Müslüman’a zillet. Zillete düşmüşüz, gâvura esir olmuşuz. Haram… Şeyhü’l İslam’ını, evliyasını, dinsizini (dinsiz var Atatürk’ün etrafında) ilericisini, gericisini buluşturmuş, yumruk yapmış milleti, vurmuş ve denize dökmüş Yunan’ı. Bu akıl onun, minnet borcumuz olduğu için ona anıt yaptık… Evet, Mevlana’yı da anıyoruz örnek diye. Evet, efendim biz büyük adamları böyle anarız örnek oldukları için. Gelecek nesilleri uyarsınlar diye.”[36]

Görüldüğü üzere, tevhid inancına sahip olan bir Müslüman’ı bırakın geleneksel olarak kendisini İslam’a nispet eden imanına şirk bulaştırmış bir kişinin bile asla yapamayacağı bu müşrikçe açıklamayı, kendisi gibi hurafeci tasavvuf şeyhi Mehmet Zahid Kotku’dan beslenmiş, tasavvuf ve Osmanlı kültürünü İslam zannetmiş olan başta Erdoğan olmak üzere bütün “Milli Görüş” camiasının saygı duyup dinini kendisinden öğrendiği İlâhiyat profesörü Cevat Akşit yapıyor.

İslam’a karşı savaş açmış, Allah’ın şeriatıyla hükmedilmesine son verip Hilafeti kaldırarak İslam düşmanı laikliği baskıyla egemen kılmış, bu büyük zulme karşı çıkan birçok İslam âlimini “İstiklal Mahkemeleri” katliamlarıyla ortadan kaldırmış, toplumun dinî değerleri, kökleri ve tarihiyle ve tarihî manevî birikimi ile irtibatını koparmak için “harf inkılabı” adı altında, “denize dökülüp kovulduğunu” iddia etiği “gâvur”un, yani emperyalist Batı’nın Latin alfabesini dayatmış ve toplumu şiddet politikalarıyla topyekün dönüştürüp sözde yendiğini iddia ettiği düşmanına benzetmek için her şeyi yapmıştır. Sonuçta, kıyafetinden, kültürüne, hukukundan (Ceza, Medeni, Ticaret, İdare ve Muhakeme Usulleri Kanunları 1926-1929 yılları içinde Avrupa ülkelerinin uygulamalarından Türkçeye çevrilerek bir deli gömleği gibi Türkiye toplumunun üzerine giydirildi.)  ideolojisine kadar emperyalist Batı’nın her şeyini bu ülke halklarına zor kullanarak egemen kılmıştır. Frenk şapkasını zorla taktırmak için nice masumun ve “İskilipli Atıf” gibi nice âlimin canice asılması zulmü gerçekleştirilmiş, Zilan Deresi gibi nice büyük katliamlara imza atılmıştır. Böyle birisine “büyük zat” demek ve üstelik “Anıtkabir” tapınağını savunup bu zatı gelecek nesillere örnek olarak göstermek de ve tabii ki en büyük ölçüsüzlük olarak “minnet duymak” da müşrikçe bir tutum olmanın yanında büyük bir zillet ve “celladına âşık olmak” sendromuna yakalanmak gibi büyük bir ahmaklıktır.

“Milli Görüş” dinin hocası, tasavvufçu ilâhiyatçı Profesör Cevat Akşit’in bu yaptığını insanî erdemlerini koruyan Atatürkçü ve laik Uğur Mumcu bile yapmamıştır. Uğur Mumcu 27 yıl önce TV’de yaptığı bir konuşmasında dürüstçe Kemalist gerçeğin ne olduğunu açıklayan doğru bir tespitle TC vatandaşını şöyle tanımlamıştır: “Türk vatandaşı, İsviçre medeni kanununa göre evlenen, İtalyan ceza yasasına göre cezalandırılan, Alman ceza muhakemeleri usulü yasasına göre yargılanan, Fransız idare hukukuna göre idare edilen ve İslam hukukuna göre gömülen kişidir.” İşte “Atatürkçü sistem”in sağladığı “tam bağımsızlık”, aslında Batı emperyalizmine böylesine köklü bir bağımlılık ve zelil bir kölelikten başka bir şey değildir.

Buna rağmen, Cevat Akşit, bütün bunları sağlayan Atatürk’e “minnet borcumuz” olduğunu, bizi “zilletten kurtardığı” için onun gelecek nesillere de örnek bir şahsiyet olarak aktarılması gerektiğini, böylesine “büyük bir zat” olduğu için de “Anıt Kabir” yapılarak anılmayı hak ettiğini söyleyecek kadar zelil bir söylemle izzeti yanlış yerde arıyor. İzzetin tamamının Allah’ın yanında olduğu hakikatini unutarak ya da hiç bilmeyerek, izzeti “Atatürk”ün yanında, Erdoğan gibi “Gazinin yolunda” arıyor.

Peki Cevat Akşit’i böyle zelil konuşmalar yapmaya zorlayan herhangi bir zaruret hâli ya da yasal bir zorunluluk söz konusu mudur? Hayır. Üstelik o, böyle bir zorunluluk dayatılsaydı bile ilahiyat hocası kisvesi altında asla yapmaya yanaşmaması gerekeni, hiçbir zorunluluk olmadığı halde gönüllü olarak yapmak gibi çarpık bir zihniyeti temsil etmektedir, tıpkı desteklediği Erdoğan gibi. Anlaşılan odur ki, aslında bunlar ne hakkıyla okumadan iman etmiş sayılmayacakları Kur’an’ın hükümlerinden haberdardırlar ne de “Atatürk”ü ve yaptıklarını bilmektedirler. İşte bütün bu konulardaki cehaletleri sebebiyle veya dünyevi hesaplarla bile bile Türkçü ve Atatürkçü bir çizgiyi tercih etmektedirler.

Eğitim ve Kültür Bakanlıklarında Görevlendirilen Bakanların Konumu Kadar, Üniversitelerde ve Okullarda Görevli Eğitim ve Öğretim Kadrolarının Ağırlıkla Seküler Nitelikte Olmaları da Yozlaşmayı Arttırıcı Bir Rol Oynamıştır

Erdoğan, Kemalist Ziya Selçuk’u Eğitim bakanlığına getirmişti ve iktidarının destekçisi Hayrettin Karaman tarafından bile eleştirildiği üzere “İslâmi duyarlılığının görece daha fazla olduğu söylenen Talim Terbiye Başkanı”nı görevden alıp yerine “İslami duyarlılıklarla alay eden” seküler birisini atayabilmişti. Peki Erdoğan’ın böyle bir kişiyi bu kadar kritik öneme haiz bir Bakanlığa getirmesinin anlamı nedir?  Evet, bu bakanlığa, bütün tarih derslerini seçmeli yapıp Kemalist resmi ideolojiyi genç nesillere zorbalıkla dayatan “İnkılâp Dersini” ise zorunlu kılarak neo-kemalizme hizmet eden seküler bir şahsiyeti getirmesi, neyin göstergesidir? Aynı şekilde, Kültür Bakanlığına, bakanlığın Turizm ayağı ile ilişkili olan ve içinde kumarhanelerin de bulunduğu lüks oteller sahibini getirmesi, ne anlama gelmektedir? Bütün bunlar bile, Erdoğan’ın eğitim ve kültür konusundaki bakış açısını ve sonuçta yaşanan yozlaşmadaki büyük sorumluluğunu ortaya koymakta değil midir?

Bir üniversitede yöneticilik yapan Profesör bir arkadaşımın benimle paylaştıkları da, Erdoğan’ın “eğitim ve kültür alanında başarısız olduk” diyerek sıyrılmaya çalıştığı büyük vebalini ortaya koyan bir muhtevadadır. Bu arkadaşımla yaptığımız sohbetimizde şu sonuçlara vardık: Erdoğan, sürekli yeni üniversite açmakla, neredeyse her şehre bir üniversite açmakla övünüyor. Sürekli oto yollara, büyük hava alanlarına ve binalara yatırım yapıyor. Üstelik bunlar için aldığı büyük dış kredilerle, (Küresel finans diktatörlerinin verdikleri kredileri bu tür alanlara harcama şartı koşmaları sebebiyle) ülke ekonomisini dışa bağımlı ve sürekli ekonomik operasyonlara açık hale de getirmiş oluyor.

İnsana yatırım ise negatif bir düzeyde bulunuyor. Hâlbuki, çok az masrafla öncelikle insan yetiştirecek insanlar (nitelikli eğitici kadrolar) yetiştirmeye yatırım yapsaydı, eğitim ve kültür alanında gerekli tedbirleri alsaydı, bugün yaptığı büyük yatırımları ülke yararına kullanacak ve gelecek nesilleri hiç değilse halkın değerlerinden kopmadan yetiştirecek bir zemini oluşturmuş olurdu ve ancak ondan sonra diğer büyük yatırımlar daha anlamlı ve güvenli biçimde yapılabilirdi. Ülkeye en büyük maddi yatırımları yapsanız ama manevi alanı ihmal etseniz, yani en büyük üniversite binaları yaparak çok sayıda Üniversite açmak suretiyle, aynı nüfusa sahip olduğunuz Almanya’nın 5 katı kadar sayıda üniversitede okuyan gencinizin olduğunu söyleyip övünürseniz, nitelikli insan yetiştirmekten çok uzaklara savrulduğunuzu ve diplomalı işsizler ordusu oluşturarak yeni sorunlara ve çözümsüzlüklere sürüklendiğinizi bile idrakten uzak düşmüşsünüz demektir.

Aynı şekilde en büyük köprü, otoyollar ve havaalanları yapsanız, ama halkınızı ve gençliğinizi emperyalizmin seküler kültürünün işgal etmesine engel olacak insanî ve özgün değerler alanına yatırımları ihmal etmişseniz, o yaptığınız maddi yatırımlar bile artık emperyalizme hizmet eder hale gelir. Halkınızın ekonomik kaynaklarını ve geleceğini ipotek ederek yaptığınız maddi yatırımlarınız, emperyalizmin seküler sapkın kültürünün ülkenize daha kolay yerleşmesine ve halkınızın kendisi olmaktan çıkıp başkası olmasına katkı sunmaktan başka bir işe yaramaz olur.

Nitekim her vilâyete açtığı üniversitede ders verecek yeterli kadro olmayınca öğrenciler boş ve niteliksiz olarak yetişiyorlar. İslâm karşıtı laik Batıcı kadroların elinde sekülerizmin kucağına sürüklenmekten kurtulamıyorlar. Öğretmen ve öğretim elemanı yetiştirecek yeterli bir plan, program ve hedef ise, hiç gündemlerinde yok. 21 yılda bu konularda ciddi bir yatırım akıllarına bile gelmedi.

Ayrıca, üniversitelerdeki öğretim kadrosu, çoğunlukla “Kemalistlerin, CHP zihniyetlilerin, PKK’lıların, Ülkücülerin, sol ve sağ liberallerin, Gülencilerin, sosyalistlerin” hâkimiyetindedir. AKP liderliğinin sözde çok öne çıkarıp retorik olarak kullandığı Osmanlı Medeniyet ve Kültürüne dayalı kendi ideolojisine uyumlu, muhafazakâr-dindar kesim bile üniversitelerde azınlıkta. Bu sebeple, açtığı her üniversiteyle, liberal, sol, ulusalcı Kemalist, Gülenci, Ülkücü, PKK’lı kadrolara kendileri gibi yapmaları için on binlerce genci teslim etmenin vebalini taşımaktadır.

Kültürel alt yapısı, hiç değilse halkın çoğunluğunun geleneksel muhafazakâr değerlerine saygılı ve nitelikli kadrosu hazırlanmadan açılan her üniversite, aynı zamanda açıldığı vilâyetin halkındaki var olan değerleri de yok eden, kız ve erkek öğrencilerin aynı evlerde birlikte kaldıkları ortamlar oluşturarak ahlâkî kirliliği ve fuhşu arttıran, büyük bir yozlaşmaya sebep olmaktadır. Aynı şekilde, manevi ve kültürel yatırımları sevmeyen ve maddi yatırımları ise çok seven AKP iktidarı, habire İmam Hatip Liselerinin sayısını arttırmakla övünmektedir.

Hâlbuki nitelikli ve bu okulda verilmek istenen değerlerle teçhiz edilmiş bir öğretmen kadrosu yetiştiremeden ve resmi ideolojinin laik Kemalist kuşatmasından arınmış müfredat ve eğitim programı geliştirmeden açılacak bu tür okullar, hedeflenen amacın tersine hizmet etmeye başlar. Nitekim öyle olmuş, İmam Hatipler, sekülerleşmenin ve deizmin yaygın olduğu okullar haline dönüşmüştür. Bu okullardaki, şeklî de olsa namaz kılma oranının halktaki namaz kılma oranının çok altına düşmüş olması ibret verici ve ürkütücüdür.

Erdoğan’ın övündüğü bir diğer büyük yanlış ise, yüz binlerce öğrenciye “tablet” dağıtmak suretiyle sebep olduğu büyük hezimeti büyük bir hizmet zannetmesidir. Üstelik yüz binlerce fakir fukaranın evine, bombalı tuzak işlevi görerek var olan manevî iklimi ve kültürü de yok edip yozlaşmanın bütün topluma yayılmasını kolaylaştıracak bedava internet bağlatma ile övünmesi de diğer bir aymazlık ve çok büyük bir sorumsuzluk olmuştur.

Tableti kullanma ve internetten faydalanma bilincini, kültürel alt yapısını kuvvetlendirip kötü saldırılardan korunma tedbirlerini almadan ve kontrol mekanizmalarını oluşturmadan, âileleri ve çocukları bu konularda bilinçlendirmeden sırf desinler diye ya da bu tabletleri ve interneti devlete satacak yandaşları zengin etmek için yapılan bu maddi yatırımlar, yaşanan büyük yozlaşmanın ateşine odun taşımaktan başka bir işe yaramamıştır. İşte bütün bunlar birikerek bu büyük, yaygın, derin çürüme ve yozlaşmanın, neredeyse bütün gençliği yutacak boyutta derin ve büyük bir seküler bataklığın oluşmasına yol açmış bulunmaktadır.

İşte AKP siyasetine yön veren zihniyet bu olup, Türkçü, Atatürkçü, laik ve kapitalist düşüncelerle İslam’ı ve Müslüman’ım diyenleri Protestanlaşmaya sürükleyen büyük sapma da bu zihniyetin ürünüdür. Bugün eğitim ve kültür alanındaki dibe vurmuşluk, yeni nesillerin, hatta İmam Hatip neslinin bile kaybedildiği seküler bataklık da, bütün toplumu kuşatan büyük çürüme ve yozlaşma da yine geleneksel ve modern cahiliyeyi sentez eden bu zihniyetin doğal bir sonucu olarak görülmelidir.

II. Atatürk Döneminde İmam Hatipliler Arasında Bile Namaz Kılma Oranı Düşerken Sekülerleşme Hızla Yaygınlaşmıştır

Son dönemde İHL’nin orta kısımlarının tekrar açılmasına, inşaatçı iktidarın okul, derslik ve öğrenci sayısını çoğaltmasına ve altı boş bir slogandan ileri bir anlam taşımayan “Dindar nesil yetiştireceğiz” iddialarına rağmen, AKP döneminde eğitim alanının çok fazla ihmal edilmesi, neredeyse kendi hâline terk edilmesi, eski seküler, laik, Türkçü ve Kemalist eğitimde ısrar edilmesi söz konusu olduğu için nitelik dibe vurmuş durumdadır. Özellikle AKP döneminde muhafazakâr kesimlerde zirve yapan kapitalistçe bir azgınlık ve ölçüsüzlükle kazanma ve harcama kültürünün kıskacında yaygınlaşan dünyevileşme, sekülerleşme sonucunda gelinen noktada, İHL’ler dâhil bütün okullarda ve topyekûn eğitim alanında yaygın ve derin bir yozlaşma ve çürüme yaşanmaktadır. Çünkü eğitim sistemi sekülerleşmeyi esas alan bir zemine oturmaya devam etmekte ve laik-Kemalist-ulusalcı ideolojik programları dayatmayı sürdürmektedir. Öğretmenler seküler, eğitim programları seküler olunca ve aileler de özellikle AKP döneminde gönüllü modernleşme, sekülerleşme süreci yaşayınca, yetişen nesiller de giderek daha fazla seküler olmaktadır.

Namaz Gönüllüleri Platformu yetkililerinin basına açıkladığı 2014 yılı araştırma sonuçlarına göre; “Türkiye’de beş vakit namaz kılan kişilerin oranı yüzde 25 ve biraz üzeri oranlardadır. Cuma namazına gidenlerin oranı ise yüzde 60 civarındadır.”. “İmam Hatiplilerde beş vakit namaz kılma oranı, toplumun genel yansıması ile aynıdır. Yüksek olması gerekirken maalesef bu oran yüzde 25’in de altındadır.” Bugün bu oranlar çok daha aşağılara düşmüş durumdadır. Şu çarpıklığı görüyor musunuz? Sözde İslâmî konularda halka nazaran daha fazla bilgiye sahip kılınan İmam Hatipliler arasındaki namaz kılma oranı, halktaki oranın bile gerisinde kalıyor.  Bu açıklamaya göre,“İmam Hatip ruhu olmayan öğretmenler, genç nesilleri iyi yetiştiremiyor. İmam-Hatiplerdeki öğretmenlerimiz bile maalesef namaz kılmıyor.”[37] deniyor. O halde İmam Hatiplerin sayısını çoğaltmak marifet değildir. Eğitim programları ve öğretmen kadrosu İslâmîleştirilmediği sürece sonuç hep böyle hüsran olmaya devam edecektir.

Bu sebeple, bir yandan gerek kanuni zorlamalardan, gerekse alternatifimiz bulunmadığı için, çocuklarımızı sistemin okullarına göndermek zorunda kalsak bile, bu okullarda yapılmakta olan tahribatı karşılayıp etkisizleştirecek ya da hiç olmazsa tesirini azaltıp, zamanla nötralize edecek tarzda bir yönlendirmede bulunmalıyız. Bu anlamda çocuklarımızı ve aldıkları eğitimi yakından takip edip, onlara yansıtılanları ve yaşatılanları paylaşıp, körpe, temiz ve masum zihinlerine yönelik bu vahşi işgali defetmelerini kolaylaştıracak destekler vermeliyiz. Vahiy kaynaklı sahih bilgi ve bilinci kazandırmayı, kendi öz İslâmî kimlik ve değerleriyle çocuğumuzu teçhiz etmeyi asla ihmal etmemeliyiz. Yani çocuklarımızı, laik seküler okulların ve öğretmenlerin insafına terk etmemeli, buralardan kapacakları muhtemel kirlerden arınmaları için seferberlik halinde olmalıyız. 

Bilmeliyiz ki, aile her zaman eğitimin bir numaralı ocağı olmak zorundadır. Evlerimiz okul hâline gelmeli, mescid ve mektep hâline gelmeli, Kur’an eğitimi mekânları hâline gelmelidir. En sağlıklı eğitim budur. Çocuklarının körpe zihin ve yüreklerini, sık sık, tabiri caizse virüs taramasından geçirmek ailelerin büyük sorumluluğudur. Ayrıca bu amaçla, gerek okuldan, sokaktan, gerekse çevreden ve medyadan kaynaklanan kirlenmeyi izale edecek, arındırıcı, takviye edici, geliştirici alternatif eğitim, alternatif spor ve alternatif eğlence ortamları hazırlamalıyız. Çocuklarımızı kendileri gibi vahiy merkezli bir inanç ve kimlik tercihi olan kesimlerin çocuklarından oluşan ortamlarda, alternatif arkadaşlıklar, dostluklar kurmalarına ve özgün İslâmî paradigmamız çerçevesindeki bu bilgi ve bilinç kazanma çabalarını birlikte yürütebilmelerine imkânlar, zeminler hazırlamalıyız.

 

Dipnotlar:

[1] https://www.indyturk.com/node/662096/haber/frans%C4%B1z-dergisi-historia-atat%C3%BCrk%C3%BCn-izinden-giden-erdo%C4%9Fan-kemalist-miras%C4%B1-d%C3%BCnya

[2] https://www.milligazete.com.tr/haber/6361172/ses-kaydi-bulent-arinc-dunun-mucahitleri-daha-sonra-muteahhit-oldu

[4] Cumhurbaşkanı Erdoğan, 26.12.2015 günü Birlik Vakfı Genel Merkezi’nde, “Birlik Vakfı 30. Yıl Kutlamaları”nda konuştu. HABERTURK.COM.

[5] https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskani-erdogan-egitim-ve-kultur-alaninda-eksigimizi-gidermeliyiz/744711

[6] https://www.internethaber.com/erdogandan-ozelestiri-bu-iki-konuda-basarili-olamadik-1810144h.htm

[7]26-09-2017, https://www.pervinkaplan.com/detay/iki-alanda-gelisme-saglayamadik-egitim-ve-kultur/3732

[8] https://www.meb.gov.tr/cumhurbaskani-erdogan-egitime-verdigimiz-onemin-karsiligini-her-alanda-aliyoruz/haber/16062/tr

[9] https://www.meb.gov.tr/2023-egitim-vizyonu-aciklandi/haber/17298/tr

[10] https://tr.euronews.com/2019/09/18/erdogan-her-ogrenci-universiteyi-bitirdigi-zaman-is-sahibi-olacak-diye-bir-sey-yok

[11] https://www.tv5.com.tr/erdogan-aile-egitim-ve-kultur-konularinda-basarili-olamadik

[12] https://www.iletisim.gov.tr/turkce/haberler/detay/cumhurbaskani-erdoganegitim-alaninda-son-20-yilda-cok-buyuk-bir-donusume-imza-attik

[13] https://www.iletisim.gov.tr/turkce/yerel_basin/detay/cumhurbaskani-erdogan-esenyurt-meydaninda-duzenlenen-esenyurt-egitim-kampusu-temel-atma-torenine-katildi

[14] https://www.haksozhaber.net/d/news/156411.jpg

[15] Kenan Alpay, “Kemalizm şahlanıyor, laiklik şifa ve ümit dağıtıyor!”, 12 Kasım 2021. https://www.yeniakit.com.tr/yazarlar/kenan-alpay/kemalizm-sahlaniyor-laiklik-sifa-ve-umit-dagitiyor-37415.html

[16] Yılmaz Çakır’ın Haksöz Dergisi’nin 321. sayısında yayınlananO ölmedi kalbimizde yaşıyor!” başlıklı yazısı. 10 Kasım 2021.

[17] https://www.youtube.com/watch?v=8kGxMbNBUL4

[18] https://www.hurriyet.com.tr/gundem/laiklige-karsi-olan-akilsiz-39276138A

[19] https://www.resmigazete.gov.tr/arsiv/23266.pdf

[20]Haksözhaber.net.  http://www.haber7.com/siyaset/haber/175647-bakan-sahin-dindarlari-laiklestirdik. – http://www.gazetevatan.com/-dindarlari-biz-laiklestirdik–83315-gundem/

[21] https://www.turkiyegazetesi.com.tr/kose-yazilari/ismail-kapan/erbakanin-donusu-170732

[22] http://www.milliyet.com.tr/yazarlar/serpil-cevikcan/-ataturk-un-idealini-ak-parti-2499341/

[23] https://www.haksozhaber.net/devlet-ne-derse-o-mu-103146h.htm

[24] https://www.aa.com.tr/tr/gunun-basliklari/cumhurbaskani-erdogan-egitim-ve-kultur-alaninda-eksigimizi-gidermeliyiz/744711

[25] https://www.haberler.com/guncel/ak-partili-atalay-saltanatli-yasayan-musluman-8931212-haberi/

[26] https://www.haksozhaber.net/yolsuzluklarla-mucadele-anlayisimiz-basbakanligima-mal-oldu-149217h.htm

[27] https://www.yenicaggazetesi.com.tr/ahmet-davutoglunun-sahit-oldugu-yolsuzluklari-yenicag-mansetten-verdi-499958h.htm

[28] https://www.bbc.com/turkce/haberler-turkiye-57507632

[29] https://www.birgun.net/haber/bakan-ersoy-un-sirketine-tahsis-edilen-orman-arazisinin-yeri-degistirilmis-388443

[30] https://www.turizmguncel.com/haber/ersoydan-kendisine-arazi-tahsis-etti-iddiasina-yanit

[31] https://serbestiyet.com/serbestiyet-in-english/ozel-roportaj-ahmet-davutoglu-geleneksel-muhafazakarlik-donemi-artik-kapanmistir-142013/

[32] Haksöz-Haber, “Eğitim Öğretim müfredatını ırkçılıktan ve resmi ideolojiden arındırmanın zamanı gelmedi mi?” 19 Eylül 2023.

[33] Kültür Bakanı, Girne’de 2015’in Eylül ayında açılan ve bünyesinde “Casino” (Kumarhane) da bulunan Elexus adlı beş yıldızlı otelin sahibi. Bu projenin temel atma törenine dönemin Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek de katılmıştır. https://www.ilerihaber.org/icerik/yeni-turizm-bakani-kumarhane-sahibi-87437.html

Ersoy, Türkiye’nin en büyük turizm şirketlerinden biri olan ETS Tur’un ve Max Royal oteller zincirinin de sahibi. Elexus Otel, tanıtım bültenine göre, Akdeniz’in en büyük ve en yeni casinosunu da bünyesinde barındırıyor. Bakan Ersoy’un şirketi ETS TUR bünyesindeki Gemini adlı geminin 5 numaralı Dionyssos adlı yolcu güvertesinde kumar oynatıldığı, şirketin kurumsal internet sitesinde ayrıcalıklı hizmet kapsamında sunuluyor. Müşterilerine, casino hizmeti verdiklerini belirten firma, kumar oynama saatinin ise denize açılmakla başladığı bilgisini, tur yapmak isteyen bir müşterinin sorusu üzerine paylaşıyor. Kültür ve Turizm Bakanı Mehmet Nuri Ersoy’un sahibi olduğu ETS TUR adlı şirkete ait Gemini adlı tur gemisiyle tura katılan müşterilere şarap, fıçı bira gibi içecekler sunduğu görüldü. Bakan’ın firması müşterilerine, “Şarap isterseniz, iki kadeh masa şarabı, bira isterseniz iki bardak fıçı birası ücretsiz verilir” şeklinde hizmet sunmayı taahhüt ediyor. Bakan Ersoy’a ait şirketin gemisinde kumar oynatılmasının yanı sıra Çeşme’den Yunan adalarına düzenlenen tur gezilerinde de alkollü içecek servis edildiği öğrenildi. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise bir konuşmasında, “Biz muhafazakar demokrat bir partiyiz. Bizim şahsi olarak bazı meseleler karşısındaki tavrımız, duruşumuz, bakışımız nettir. Devlet, gençleri, alkol düşkünlüğünden, uyuşturucu maddelerden, suçluluk, kumar ve benzeri kötü alışkanlıklardan ve cehaletten korumak için gerekli tedbirleri alır. Bunu ben söylemiyorum, bizden önce yapılmış olan bir Anayasa maddesi, gençliğin korunmasına yönelik 58’inci madde söylüyor. Bunu yapmak bizim görevimiz, biz bunu yapıyoruz” ifadelerini kullanmıştı. https://www.gazetedamga.com.tr/manset-haber/kultur-bakani-mehmet-nuri-ersoyun-yuzen-kumarhanesi-h7475.html

[34]“Gel, gel, ne olursan ol, yine gel, ister kafir, ister mecusi, ister puta tapan ol, yine gel”

[35] https://www.yenisafak.com/foto-galeri/hayat/tarihi-meydanda-muhtesem-gosteri-ayasofya-meydaninda-750-semazenin-katildigi-etkinlik-buyuledi-4564174/9

[36] https://twitter.com/i/status/1708554468407615619

[37] http://www.habervaktim.com/haber/422574/imam-hatiplerde-namaz-rehaveti.html

İlginizi çekebilir

ÜMMET COĞRAFYASINDA NEDEN KAN ve GÖZYAŞI HÂKİM?

ÜMMET COĞRAFYASINDANEDEN KAN ve GÖZYAŞI HÂKİM? Allah’a ve Rasûl’e itaat zayıfladı, çoğaldı hurafelerTevhid ve vahdet ...