Selamun aleyküm
Kur’an, insanlığa rahmet ve hidayet vesilesi olması, karanlıklardan aydınlığa çıkarması, kurtuluşa götürecek bir rehberlik fonksiyonu görmesi ve bu amaçla da Hakk’ı bâtıldan ayırma kabiliyetini kazandırması için indirilmiştir. Allah’ın muradı, insanları karanlıklardan Nur’a çıkaracak ölçüleri taşıyan vahyin, yine Allah’tan temiz olarak dünyaya gelmiş fıtratla buluşup bütünleşmesi suretiyle, imtihan dünyasında adaletle hükmedecek yeryüzü halifesinin insani ve İslami şahsiyetini istikamet üzere inşa etmektir. Yeryüzünde halife (Bakara, 2/30) kılınarak onurlandırılan, arzda Allah’ın emirlerine göre tasarrufta bulunmak ve bir imtihan ile tekâmül sürecini yaşamak üzere emaneti yüklenen (Ahzap, 33/72), kendisine izzet ve şeref kazandıracak vahye uyumlu bir hayatı yaşayarak Hakikatin mesajını hâl ve kâl ile tüm insanlara tebliğ etmekle yükümlü kılınan insanın, bu sorumluluğunu yerine getirebilmesi için Kitab’ı hakkıyla okumak ve onun hükümleriyle ahlâklanmak mecburiyeti vardır.
Bu sebeple Allah, ikisi de kendisi tarafından dünyaya gönderilen insani temiz fıtrat/yaratılış ile vahyin dünyada buluşup bütünleşmesini, ikisinin arasının kesilmemesini, tevhid ve vahiyle bağın koparılmamasını emretmektedir. (Bakara, 2/27; Rad, 13/25). Ancak bugün gelinen noktada, maalesef büyük çoğunluk hâlinde Kur’an devre dışı bırakılarak, halifelik misyonunun gereğini yerine getirmekten uzaklaşılmış, vahiy ve tevhidle bağ koparılmış, yüklenilen emanete ihanet edilerek fıtratın yolundan sapılmıştır.
Yaratılış amacının, halifelik misyonunun ve yüklendiği emanete riayetin tabii bir gereği olarak, vahye uygun bir hayatı inşa etmek durumunda olan insan, bu sorumluluğunun gereğini yerine getirmekten uzaklaşmıştır. Emanete ihanet ettikçe, toplumlar kaçınılmaz olarak çürümeye ve çok yönlü bir yozlaşma ve çöküntüye sürüklenmişlerdir. Kurtuluş yolu; insanı ve toplumu, vahyin belirleyiciliğinde yeniden inşa sürecini başlatmaktan, tevhid ve adaleti ikame suretiyle emanete riayet etmekten geçmektedir. Kurtuluşa ve izzete ulaşabilmek, ümmeti gerçek nitelikleriyle vahyin ölçüleri içinde yeniden inşa edebilmek için; Allah’ın azabından korkarak ve rızasını umarak, Allah’ın ipi olan Kur’an’a sımsıkı ve topluca sarılmamız gerekmektedir. Hesap günü Rasûlüllah’ın (s); “Rabbim gerçekten benim kavmim (ümmetim), bu Kur’an’ı terk edilmiş olarak bıraktı.” (Furkan, 25/30) şikayetine muhatap olacak hallere düşmekten kaçınmalı, bugün toplumumuzda yaygın olarak yaşanan “Kur’an’ı terk edilmiş bırakma” konumundan kurtulmak için ciddi ve samimi çabalar göstermeliyiz.
Rabbimiz kitabında, “Kâfirlere itaat etme ve onlarla, onunla (Kur’an’la) büyük cihad et” (Furkan, 25/52) buyurmaktadır. Kur’an’la teçhiz olmayanların, Kur’an’dan öğüt almayanların, Kur’an’a uygun bir hayatı yaşamayanların Kur’an’la büyük cihadı gerçekleştirmeleri mümkün olabilir mi?
İlk Kur’an nesli, Allah’ın kendileriyle Kur’an ayetleri aracılığı ile konuştuğuna ve emir ve talimatlar verdiğine kesin olarak iman ederek bir an önce onları hayata aktarmak heyecanını yaşıyorlardı. Bu sebeple de Kur’an’ın bereketi onları kuşatıyor, onlara izzet ve şeref kazandırıyordu. Daha sonra bu bilinç, bu iman ve kaynakla bütünleşme terk edilince bugünkü yaygın zillet meydana geldi. İman ve amellerimiz, ibadetlerimiz eksen ve anlam kaybına uğradı, istikamette büyük sapmalar meydana geldi.
Tevhid kelimesini manasını anlamadan tekrar edip neye iman ettiğinin farkında ve bilincinde olmadan müslüman olduğunu söyleyen ama “Kur’an’ı terk edilmiş bırakıp” Allah’a ve Rasûlüne itaattan uzaklaşmış bulunan bir buçuk milyar insan izzetini kaybederek zillete sürüklenmiş durumdadır. Kurtuluş yolu, “mehcur” bırakılan Kur’an’a doğru samimi bir hicreti yaşayıp Hablullaha sımsıkı ve topluca sarılarak tevhidin hakikatini kavramaktan, Allah’a teslimiyet bilinciyle sorumluluklarımızı idrak etmekten ve gereğince amel etmekten geçmektedir.