Selamun aleyküm
Bahsettiğimiz yozlaşma süreci sonunda bugün, bireysel ve toplumsal hayatın bütün alanlarını kuşatan Kur’an hükümlerine rağmen, kendisini İslam’a nispet eden ve hayatı kuşatan kulluk bütününden koparılmış kimi parça ibadetleri şekli boyutta yerine getiren insanlar büyük çoğunluğu teşkil eder hale gelmiştir. Kendisini müslüman ve dindar olarak tanımlayanların büyük çoğunluğunun, yaygın biçimde, ekonomik, sosyal, siyasi ve hukuki alanları düzenleyen vahyi ölçüleri görmezden geldikleri dikkat çekmektedir.
Maalesef, Müslümanım diyenlerin büyük çoğunluğunun, bireysel ve toplumsal hayat alanlarını düzenlerken, bu alanlarla ilgili hükümleri de uygulamak mecburiyetleri olduğuna dair tevhid bilincini kaybettikleri ve tüm bu alanları ilahi hükümler dışındaki hevaya dayalı beşeri hükümlerle düzenlemeye rıza gösterdikleri ya da böyle seküler bir anlayışı içselleştirdikleri görülmektedir. Laik demokratik siyaset sahnesine ve kapitalist piyasa şartlarında işleyen ticaret alanına büyük bir hırsla ve ilkesiz bir biçimde dalan (tevhidi uyanış sürecinden gelenlerin bir kısmı da dahil) birçok Müslümanın, nasıl dünyevileştiklerini ve bu alanları düzenlerken İslam’ın ilgili hükümlerini nasıl görmezden geldiklerini ve hatta bu yanlış tercihlerini İslami gösterebilmek için din anlayışlarını nasıl sekülerleştirdiklerini üzüntü, ibret ve hayretle tespit etmekteyiz.
Kur’an’dan ve bütünlükten yoksun ibadet anlayışı, bu parça ibadetleri gerçekleştirenlerin, başka alanlarda Allah’tan gayrısına itaatlerini de engellememektedir. Bu kişiler hem namaz ve oruçta Allah’a ibadet etmekte, hem de diğer alanlarda hevaya (nefsin arzu ve isteklerine) ve tağutlara itaat ve ibadet edebilmektedirler. Allah ile beraber, Allah’ın koyduğu hükümleri ve hudutları tanımayan, Allah’a baş kaldırmayı, isyanı, tuğyanı temsil eden tağutları ve tağuti sistemleri de sevebilmekte, onların hayatı düzenleyen vahye aykırı kurallarına da isteyerek, benimseyerek itaat etmekte bir sakınca görmemektedirler. Sonuç olarak, gelinen noktada kendisini İslam’a nispet eden, ancak Kur’an’dan, kulluk bütününden ve Rasûlüllah’ın (s) güzel örnekliğinden (sünnetinden) kopuk kimi parça ibadetleri formel bir biçimde yerine getiren, ancak bir çok alanda da hevasına tabi olan insanlar çoğalmıştır.
Böylece, şekli biçimiyle namaz da kılan, oruç da tutan, bunların dışında hevasına da tabi olabilen,
– yalan da söyleyebilen,
– başkalarının hakkını da rahatlıkla ihlal edebilen, sözünde durmayabilen,
– emanete de ihanet edebilen,
– ahde vefa duyarlılığını kaybetmiş,
– adil şahitler olma sorumluluğunu yitirmiş,
– dünyevileşip israfa batmış seküler bir hayatı da kanıksayarak sürdürebilen,
– tesettürün içini boşaltarak takva elbisesini de yırtabilen,
– ailesine zulmedebilen, “öf bile dememekle” emrolunduğu halde ana-babasına meşru konularda itaatsizliği, her türlü saygısızlığı, hakareti de kolayca yapabilen
– ve sonuçta Müslüman olduğu iddiasına rağmen bu tutumlarıyla İslam’ın imajını bozan, yanlış anlaşılmasına yol açan, niteliksiz, ilkesiz, ölçüsüz yığınlar ortaya çıkmıştır.
Bu tür dönüşümler sonucunda, sapmaları engellemede son derece önemli, gerekli ve fonksiyonel olan irşad ve tebliğ görevi, vahyin ölçülerini hatırlatmaya yönelik uyarı ve eleştiri sorumluluğu (emr-i bi’l ma’ruf) da terk edildiğinden ya da hor görüldüğünden savrulmalar önü alınmaz bir hızla yaygınlaşmıştır.