Öncelikle bir daha belirtmek isterim ki, Kemalist resmi ideoloji tasfiye edilip, anayasa ve hukuk bu ideolojinin kuşatmasından tamamen kurtarılmadıkça, Kemalist dogmatik kuşatma altındaki askeri ve sivil eğitim kurumları ve programları, bu seküler Batıcı pozitivist ideolojiden arındırılıp sadece insani erdemleri, insan haklarını ve hukuku esas alan, fıtratı koruyup geliştirmeyi ve iyi insan yetiştirmeyi hedef alan özgürlük adaları haline dönüştürülmedikçe görece bir adalet ve özgürleşme bile hayalden öte gidemez. Ordu, hukuki haddini bilen, sadece halkın dış güvenliğini sağlayan ve halkın seçtiklerinin kararlarına itaat eden bir konuma getirilmedikçe, eğitim, ordu, yargı, sermaye ve medya başta olmak üzere bütün devlet ve kurumları, hak, adalet, hukuk ve özgürlük eksenli bir yeniden yapılanmaya götürülmedikçe, bu sistemin yol açtığı hiçbir sorun ciddi bir çözüme kavuşturulamaz. İdeolojik, dogmatik taassuba sahip asker-sivil devlet kadroları, hukuk ve insan hakları ekseninde rehabilite edilmedikçe, ıslah edilemeyenler de tasfiye edilmedikçe, bu ülkede emperyalizmin işbirlikçisi Kemalist bürokratik diktatörlüğü geriletmek ve emperyal projeler istikametinde pozitivist tahakküm ve işgali belli ölçüde de olsa ortadan kaldırmak ve görece bir özgürleşmeyi sağlamak mümkün olmayacaktır.
Kemalist Sistemin Düşmanlaştırıp Yasakladığı İki Kimlik
Türkiye’de kurulan sistem, İslam şeriatını tehdit ve düşman konumuna oturtup, ümmet bilincini dışlayarak ve hilafeti kaldırarak, laik batıcı Kemalizmi, Türk ulusalcılığını, pozitivizmi ve sekülerizmi içeren resmi ideolojiyi dinleştirip bütün topluma dayatınca; başlangıçta İslami kimlik, İslam hukuku/şeriatı, ümmet bilinci ve Müslüman halk ötekileştirilip, düşmanlaştırıldı. Tehdit ve tehlike algısında 1. sıraya oturtuldu. Evet böylece, ulusalcı resmi din olan Kemalizmin İslam düşmanı laiklik anlayışıyla Batının seküler değerleri kutsallaştırılarak, İslam şeriatı ve ümmet bilinci “irtica” olarak yaftalandı. Daha sonra bu tercihin kaçınılmaz sonucu olarak, Türk ulusalcısı resmi ideoloji önünde engel görülen Kürt kimliği, Kürt anadili de ötekileştirilip, düşman ve tehdit algısının 2. sırasına yerleştirildi. Çünkü aynı resmi dinin yani “ulusalcı laik Kemalizm”in diğer temel ayağı ise Türkçülük olduğu ve bütün kavimleri eşdeğer saygıdeğer konumda gören, adaletle kucaklayıp kardeşleştiren İslam ve ümmet bilinci dışlandığı için Kürt kimliği de İslami kimlik gibi ötekileştirilip dışlanmış ve aynı inkârcı asimilasyoncu politikalara muhatap kılınmıştır.
Sonuçta, sistemin ömrü sürekli bu iki kimlikten oluşturulan “iç düşman”a karşı savaşmakla ve bu savaş ortamında üretilen sorunlarla boğuşmakla geçti. Zaman içinde konjonktürel düşmanlar (Komünizm gibi) icad edilse de, ilk iki “düşman”a karşı teyakkuz hali ve çatışma süreklilik arz etti. Bu sebeple, sisteme ve devlete egemen oligarşi, kendisine iktidar, rant, çıkar sağlayan statükoyu değiştirme potansiyeli taşıyan bu iç düşmanlara karşı, statükoyu korumak refleksiyle, sürekli halkın özgürleşmesini engelleyici şiddete dayalı politikalar üretti. Darbe, çete, baskı, yasak ve çok boyutlu zulümler sistemin süreklilik arz eden karakteri haline geldi. Üst rütbeli kimi asker bürokratların liderliğindeki oligarşik despotizmin, resmi ideoloji dışındaki düşünce, inanç ve kimlikleri, özellikle de İslamı ve Kürt kimliğini ötekileştirip, şiddete dayalı inkarcı ve asimilasyoncu politikaları uygulamaya koyması sonucunda oluşan sorunlar, yeni pek çok sorunların da kaynağı haline geldi. Bu zulüm bataklığında, sorunlar çığ gibi yuvarlanarak toplumun üzerine çöktüler. Aynı kadroların çözümsüzlük dayatmalarıyla daha da büyüyerek ve sorunlar yumağı halini alarak, sürekli kriz ve bunalımlara kaynaklık ettiler.
Kavmi Kimlikleri ve Ana Dilleri Yasaklamak Büyük Zulümdür
Yüzyıllar boyunca Kur’an’ın hükümleri çerçevesinde kavimler, “tanışmak” ve “tanımak” için vesile kılınan ayetler olarak algılanmıştı. Tüm bu sorunlar işte bu algıdan uzaklaşınca oluştu. O halde Yaratıcının beyanındaki bu tanıma kavramı bizi düşündürmelidir. Acaba bu “tanıma” yüzeysel, sûreten bir tanışmanın ötesinde, onu aşan boyutta da anlamlara sahip midir? Kur’an bütünlüğünde her kavme ve her insana tanınan haklar üzerinde düşünüldüğünde, bu tanımanın her kavmin hak ve hukukunu da kabul etmeyi gerekli kılan bir kavram olduğu anlaşılmaktadır. Hucurat 13. ayette geçen, birbirinizi “tanımak için” ya da karşılıklı “tanışmanız için” anlamına gelen, “li tearafu” ifadesi; başta varlık ve hayat hakkı olmak üzere coğrafi, sosyal, kültürel, siyasal ve ekonomik boyutları da olan tüm haklara ve hukuka karşılıklı saygı göstermeyi de ihtiva eden bir ifade olarak anlaşılmalıdır.
Ancak Allah’ın şeriatına karşı açılan savaş sonucunda Kemalizm dini kendisini Türk ulusalcılığı üzerine oturtunca, bu resmi dinin dili olarak saydığı Türkçeyi de resmi kurumlarda, eğitimde, basın yayın hayatında ve hatta uzun yıllar sokakta da dayatmayı ve diğer dilleri de yasaklamayı önemli bir vecibe olarak görmüştür. Bu bağlamda, tıpkı Türkçe gibi Allah’ın saygıdeğer ve korunması gereken ayetlerinden olan Kürt dili yasaklanmış, yıllarca süren yasak sürecinde Kürtçe konuşanlar, yazanlar ağır cezalara çarptırılmışlardır. Halbuki, insanlar kendilerini ancak dille ifade edebilir, ancak dille, kelime ve kavramlarla düşünce üretebilir ve bu düşüncelerini de ancak bu vasıta ile açıklayabilirler. Bu konuda en önemli fonksiyonu da anadiller görmektedir. İnsanların kendlerini geliştirme, ifade etme, düşünce üretme ve yaymalarının en önemli aracı olan diller, ancak eğitimde, kültürde ve yazıda kullanılarak kendilerini yeniden üretebilir ve geliştirebilirler. Bu sebeple 85 yıldır ana dilde eğitimin yasaklanması sebebiyle, resmi dil dışındaki diller gelişme ve yaşama imkânından mahrum bırakılarak, düşünceyi ve tefekkürü dumura uğratan büyük bir zulmün altına imza atılmıştır.
Resmi İdeoloji Tahakkümüne, Oligarşik Despotizme ve Askeri Vesayete Son verilmeden Sistem İçi Çözüm de Sağlanamaz
Ülke halklarının bu sorunlardan, bunalımlardan kurtulup nefes alması, özgürleşmesi için çözüm isteniyorsa, öncelikle İslami ve etnik kimliklere ve değerlere karşı düşmanca bir tavır içine girip, Batılı emperyalistlerin halka yabancı seküler kültür ve değerlerini ülke halklarına zorla dayatan jakoben politikaları sona erdirecek adımlar atılmalıdır.
Kurtuluş savaşıyla kovuldukları iddia edilen emperyalist devletlerin seküler kültürünü, eğer kovulmasalardı onların dahi yapmaya asla cesaret edemeyecekleri derecede şiddete dayalı politikalarla halkımıza zorla kabul ettirmeye çalışanlar sorgulanmalıdır. Asker ya da sivil bürokrat ve siyasilerin, kendileri inanmasalar ve benimsemeseler bile, kendilerini hizmet için istihdam eden halklarının dini olan İslam’a, İslam hukuku olan “şeriat”a ve İslami hayat tarzına “irtica” karalaması ve aşağılaması yapmamaları, İslam şeriatını benimseyip yaşamak isteyenleri “iç düşman” konumuna oturtmamaları, tam tersine saygı duymaları sağlanmalıdır.
Ülke halklarının, ne düşüneceğini, neye inanacağını, nasıl giyineceğini, ne konuşup, ne yazacağını, nasıl bir eğitim alacağını belirlemeye tek yetkilinin yine bu halkların kendileri olduğu kabul edilmeli, baskıcı, yasakçı politikalarla, brifinglerle ve yargı sopasını kullanarak halka yaşam tarzı belirlemeye yeltenenlerin sultasına son verilmelidir. Halklarımızın güvenlik hizmetkârları olması gerekenlerin, kendilerine halkların vergileriyle alınıp emanet olarak verilen silahları kullanarak, kendisinden maaş aldıkları halklara efendilik ve ilahlık taslamalarının, baskı ve şiddet uygulamalarının, kendi ideoloji ve arzuları istikametinde halkları hizaya sokmaya kalkmalarının ahlaki de hukuki de olmadığından hareketle, bu ahlak ve hukuk dışı davranışlarının hesabı sorulmalı, tekrarını engelleyecek tedbirler alınmalıdır.
Sistem İçi Değişimcilere Somut Öneriler
Tabii ki, ancak bütün kavimlerin ve tüm insanlığın yaratıcısı ve haklarının, hukuklarının belirleyicisi olan Allah’ın hükümleriyle hükmedilecek olan adalet sisteminde bütün kavimler sahici anlamda eşit haklara sahip olacaklardır. Sistem içi görece özgürleşme yanlıları da, İslami adalet sisteminde bütün kavimlerin sahip olacakları bu hakları dikkate alarak, mevcut laik sistem içinde de bunlara ne kadar yaklaşılabilirlerse o kadar olumlu bir sonuca ulaşılabilecekleri bilinciyle çaba sarf etmelidirler. Bu amaçla İslami bir sistemde adaleti temin için gerçekleştirilecek gerekliliklerden hareketle, İslami olmayan bir sistemde de nelerin talep edilebileceğinin fikri oluşturulabilir. Tabii ki vahye tam mutabakat sağlanmadan gerçek anlamda bir adalet sağlanamaz. Ancak, sistem kökten değişmeden mevcut seküler paradigma içinde sahici biçimde “iyi, doğru ve güzel”e ulaşılamasa da, sistem içi değişim çabasıyla zulumatın “koyu” tonlarından “gri” tonlarına doğru bir geçişle, bu hedefe doğru görece bir olumluluğun ve nispi bir adaletin temini, hiç değilse fıtri erdemlerin, vicdani değerlerin ve insani ahlak ölçülerinin belirleyici kılınmasıyla sağlanabilir. İşte bu bağlamda sistem içi değişimcilere aşağıdaki somut önerileri yapıyorum:
1 – Öncelikle muhataplar konusundaki önerimiz şudur; Kürt sorununa çözüm aranırken, DTP ve PKK’nın muhatap kabul edilip, çözüm için görüşlerinin dikkate alınması önemli olmakla beraber, onlar dışında geniş tabanı olan diğer Kürt kesimleri, PKK ve DTP tarafından asla temsil edilemeyecek olan Müslüman Kürtler de muhatap kabul edilmeli, onların konu hakkındaki tespit ve önerileri de dikkate alınmalıdır. PKK’ya ve DTP’ye yönelik bütün operasyon ve yargısal baskılar durdurulmalıdır. Bir taraftan açılım çalışmaları yapılırken, diğer taraftan ateşkesle sonucu bekleyen dağdakilere saldırılar ve onları çatışmaya zorlayan operasyonlar sürdürülürse, bu hem açılıma gölge düşürür, hem de çatışmalar sonucu ortaya çıkan cesetlerle açılım lehine gelişen havayı tersine çevirecektir. Ayrıca dağdakileri indirip topluma kazandırmaktan kastın, dirilerinin değil de cesetlerinin indirilmesi şeklinde anlaşılmasına yol açarak ve tuzak kurma anlamı kazanarak güveni sarsacak, açılımın yoluna mayın döşeme fonksiyonu görecektir.
2 – Diğer öncelikli önerimiz de; Kürt halkının Kürt kimliği yanında İslami kimliğinin de dışlanıp düşman ilan edilerek asimile edilmeye çalışıldığı gerçeğinden hareketle, gasp edilen İslami ve Kürt kimliğiyle ilgili bütün hakların iadesi için çabalar gösterilmesidir. Özellikle laik materyalist PKK ve DTP öncü kadrolarını rahatsız edecek bile olsa, İslami kimlikle ilgili hakların iadesi Kürt ve Türk halkları başta olmak üzere, bütün ülke halklarını birlikte sevindirecek bir gelişme olacaktır. Böylece Kürt olmayan Müslüman kesimlerin de rahatlatılacağı topyekün bir özgürlük ve adalet paketinin açılması sağlanabilirse, bu durum, Kürt açılımının da daha yaygın bir tasvip almasını kolaylaştırıcı bir zemin oluşturacaktır. Bu sebeple, İslami kimlik ve Kürt kimliğinin, her bakımdan özgür olması, özgürce ifade edilebilmesi, özgürce geliştirilebilmesi ve özgürce sosyalleştirilebilmesi için gerekli adalet ve özgürlük vasatını temin edecek tedbirler alınmalı, tüm engeller, yasaklar kaldırılmalıdır. Sistem, yol açtığı zulüm bataklığını kurutup sebep olduğu sorunları çözmek ve barış ortamı sağlamakta samimiyse, sadece Kürt kimliğini ötekileştirip tehdit ve düşman ilan etmesinden, bu amaçla uyguladığı baskı, yasak, inkâr ve asimilasyon politikalarından doğan sorunları çözmekle yetinmemelidir. Aslında Kürt halkı da dâhil bütün Müslüman halkları kuşatıp ezen, İslami kimliğin ötekileştirilmesi, tehdit ve düşman ilan edilmesi ve bu sebeple uygulanan baskı, yasak ve çok boyutlu zulüm politikalarına da son vermelidir. Bu bağlamda İslami eğitim ve başörtüsü yasakları da kaldırılmalıdır.
3 –. Her kavmin kimliğine, hududullahı tahrip etmeye kalkışmayan örf, adet ve geleneklerine, yaratıcının tanıdığı fıtri, insani haklarına saygı gösterilmelidir. Kavimlerin varlığı ve anadilleri Allah’ın ayetlerindendir. Hiçbir güç, bir kavmin kimliğini ve anadilini asimile etmek hak ve yetkisine sahip değildir. Kim böyle bir azgınlık yaparsa, Allah’ın ayetlerine karşı savaş açmış olur. Türkiye’de Kürt kavminin kavmi kimlik ve anadili bu anlamda bir savaşın muhatabı kılınmıştır. Bir an önce bu tâgûti savaş durdurulmalı ve azgınlıkla gasp edilmiş bütün hakları Kürt halkına iade edilmelidir. İnsanların kendilerini geliştirme, ifade etme, düşünce üretme ve yaymalarının en önemli aracı olan diller, ancak eğitimde, kültürde ve yazıda kullanılarak kendilerini yeniden üretebilir ve geliştirebilirler. Bu sebeple, her kavmin kendi ana dilini özgürce konuşabileceği, medya ve eğitimde yasaksız ve kısıtlamasız kullanabileceği bir toplumsal model üretilmelidir. Ana dilde eğitimin, her türlü basın-yayının ve örgütlenmenin önündeki engeller kaldırılmalıdır. Bir yandan Kürtçenin önündeki tüm engeller kaldırılırken, diğer yandan ciddi destekler verilerek, bu dilin yaklaşık yüz yıllık açığını kapatarak kendini yeniden üretmesi, geliştirmesi, eğitim, ilim ve kültür dili vasfını yeniden kazanması sağlanmalıdır. Öncelikle de bu dili öğretecek, bu dilde eğitim verecek kadroları yetiştirecek zemin hazırlanmalıdır. Kürtçe yasaklandığı, horlandığı, dışlandığı, eğitimden ve kültürden uzaklaştırıldığı, hatta zaman zaman sokaktan bile kovulduğu için gelişemedi, köreldi. İnsan fıtratının en önemli özelliği olan bir ana dile sahip olmaktan mahrum edilen, başkasını da yeterli öğrenemeyen Kürt insanı büyük ıstırap, zulüm ve kayıplara muhatap olmuştur. Bu sebeple bu dilin gelişmesi, kendini yeniden üretmesi ve yaygınlaşması, eğitim ve kültür dili haline gelmesi için her türlü tedbir alınmalıdır.
4 – Laik devlet adına dini ve dindarı kontrol altında tutmak ve yönlendirmek üzere kurulmuş laik bir kurum olan Diyanet İşleri Başkanlığı’nın işgali altındaki cami ve mescidlerde yıllardır sürdürülen Türk ulusalcılığına dayalı resmi din propagandası sona erdirilmelidir. Camiler ve mescidler, resmi ideolojinin ve laik devlet politikalarının kuşatma ve işgalinden kurtarılarak, sadece Allah’ın isminin yüceltildiği, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer ve saygıdeğer kabul edip haklarını veren tevhid dininin ve ümmet bilincinin hâkim olduğu mekânlar haline getirilmelidir. Cami ve mescidlere egemen kılınan, Türk kavmini ve egemen resmi ideolojiyi temsil eden bayrak, slogan ve simgeler kaldırılmalı, sadece vahye uygun ve ümmet bilincini temsil eden söz ve şiarlar bırakılmalıdır. Geçmişte Diyanet İşleri Başkanlığının, Türk ulusalcılığını dini bir unsur gibi takdim edip, “Türk-İslam sentezi” istikametinde propaganda yapa geldiği gerçeği görülerek, hiç değilse bu açılım sürecinde bu zulümlere son verilmelidir. Bugün hâlâ, minareler arasına mahya olarak, Kemalizm dininin amentüsü olduğu ırkçı Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt tarafından açıkça ifade edilmiş bulunan “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” ya da seküler kutsallara ait olan “Önce Vatan” gibi sözlerin asıldığı da dikkate alınarak, Diyanet’in hiç değilse kapatılana kadar başka din ve ideolojilere hizmet sunma zulmü engellenmelidir. Diyanetin bu ırkçı yaklaşımlarla ırkçılığı reddeden tevhid dinine şirk bulaştırmaması, ümmet bilincini yaralayıcı tavır ve açıklamalardan uzak durması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Camilerde yapılan vaazlar ve okunan hutbeler merkezden belirlenmemeli, ulusalcı laik devletin denetiminden çıkarılıp, vahyin denetimi altına girmesini sağlayacak sistem kurulmalıdır. Vaaz ve hutbelerde bölgede yaygın olan dil esas alınmalı, Kürt halkına Kürtçe, Arap halkına Arapça, Türk halkına da Türkçe hitap edilmesi sağlanmalıdır. Bir caminin cemaati içinde yeteri sayıda değişik dillerden Müslümanlar varsa vaaz ve hutbeler bu dillerde tekrarlanarak gerçekleştirilmelidir. Ayrıca Diyanet Türkçe meal yayınladığı gibi Kürtçe Kur’an meali de yayınlamalıdır.
5 – Sistem içi bir düzenleme olarak, Anayasa’da “Türk” kelimesi yerine “Türkiye” veya “Anadolu” benzeri daha kuşatıcı sözcükler kullanılarak, diğer kavimleri bir kavmin kimliğini kabule zorlayan dayatmalar sona erdirilmelidir. Düşünce ve inançları ifade etmenin, eğitim özgürlüğünün, farklılıkları özgürce ibraz etme, yaşatma ve geliştirmenin önündeki tüm engeller kaldırılmalıdır. Mevcut darbe anayasası yürürlükten kaldırılmadan, tüm bu baskılar, yasaklar, özgürlükler önündeki engeller kaldırılarak, anayasa Kürtlük ve Türklük arasında hiçbir ayrıcalık kalmayacak şekilde yeniden düzenlenmeden, resmi ideolojiden ve askeri vesayetten arındırılmadan ve sistem içi özgürleşmenin önünü açacak, insan haklarını ve hukuku esas alacak sivil bir anayasa yapılmadan, şirk sistemi içindeki görece özgürleşme de sağlanamaz ve bu soruna ciddi bir çözüm de getirilemez.
6 – Yerel ve yerinden yönetimlere fırsat ve geniş inisiyatif veren bir sistem oluşturulmalı, bu çerçevede Kürdistan halkının da siyasi hakları tanınmalı, yöneticilerini özgürce belirlemesine ve yönetime katılımına imkân veren şartlar oluşturulmalıdır. Bu bağlamda, her bölgenin kendi doğal ve tarihi sınırları içinde bir nevi özerk yönetim biçimine geçmesi de düşünülebilmelidir. Bu amaçla, ümmet bilincini, bütünlüğünü ve İslam kardeşliğini yok etmeyecek tarzda bir nevi eyalet modeli ya da Kürt halkının diğer kardeşleriyle eşit ve adil şartlarda kendini yönetmede söz sahibi olacağı ve mutlu olacağı bir başka yönetim biçimi geliştirilmelidir. Ancak böylece sistem içi özgürleşme ve adaletin tecellisi için şimdilik alınacak bu tedbirlerin, ileride gönüllü ortaklık çerçevesinde, tüm kavimlerin eşit ve adil katılımıyla, şûrâya, emaneti ehline vermeye ve adalete dayalı ortak bir İslam toplumunun ve sonuçta küresel çapta ümmetin inşa edilmesinin ve şartlar olgunlaştığında İslam birliğinin hayata geçmesine engel olmayacak, tam tersine uygun zemin hazırlayacak muhtevada olmasına dikkat edilmelidir.
7 – Kimlik ve kültür dayatmalarının sona erdirilmesi, en azından Müslümanlar için İslami kimlik dışında üst kimlik tanımlamasına gidilmemesi, Müslüman olmayan kavimler açısından da “Türkiyeli halklar” ya da “Anadolu halkları” misali ortak kimliklerin öne çıkarılması, mahalli renk ve inisiyatiflerin önü açılarak, ulus devlet yapılanmasının sona erdirilmesi ve merkezi yönetimin her tarafa yayılan, her alanı kuşatan ve farlılıkları yok edip tek tipleştiren otoritesinin sınırlandırılması mutlaka sağlanmalıdır. Devlet, baba ve kutsal sıfatları taşımamalı, halkların emrine tabi kılınmalı, haddi bildirilmeli, her şeyi belirleyen efendi ve ilah olmaktan çıkarılıp, halklara hizmetkârlık yapması gereken bir hizmet aygıtı haline dönüştürülmelidir. Bütün devlet kurumları fıtri insani erdemler, insan hakları ve hukuk eksenli olarak yeniden yapılandırılmalıdır. Hukuk sistemi hiç değilse fıtri doğal hukukla özdeşleştirilerek hak ve özgürlük yanlısı köklü bir değişime tabi tutulmalı, devlet küçültülüp sivil alan güçlendirilmelidir. Çocukları bile TMK kapsamına alan, hak ve özgürlük düşmanı faşist ceza kanunu, hak ve özgürlük eksenli bir reforma tabi tutulmalı, düşünce, inanç ve ifade özgürlüğü alanı insanların kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri vasata getirilmelidir. Terörle mücadele kapsamında yargılanan çocuklar, süreç beklenmeden derhal serbest bırakılmalı, kendilerinden ve ailelerinden özür dilenmeli ve bu çocuklara psikolojik destek sağlanmalıdır.
8 – Faşist muhalefetin ve statükocuların baskıları sonucu hükümetçe yapılan “PKK’lılar için affın söz konusu olmadığı” açıklaması ise anlamsız ve saçma bir açıklama olmuştur. Kim kimi affedecektir? Bunca yıl Kürt halkına bunca zulmü yapanlar, asimilasyon, inkâr, tehcir politikalarıyla, işkence ve katliamlarla Müslüman mazlum Kürt halkının geleneksel de olsa dindar çocuklarını Stalinist – Marksist bir örgütün saflarında dağa çıkmaya, ölmeye ve öldürmeye zorlayanlar dururken bu zulmün muhatapları mı af dileyecekler? Esas af ve özür dilemesi gerekenler işte bu büyük zulüm bataklığını oluşturan Kemalist Türk ulusalcısı zalim kadrolardır. Faşist, militarist despotların, ideolojik taassupla yürüttükleri zulüm politikalarıyla ürettikleri Kürt sorununun çözümü sürecinde, hem zulmederek, işkence ederek dağa çıkmaya, ölmeye, öldürmeye zorladıkları ve böylece hayatlarını kararttıkları Kürt çocuklarından ve ailelerinden, hem de zorunlu askerlikle onların karşısına çıkardıkları ve ellerine pimi çekilmiş bombalar verip ölmeye ve öldürmeye zorladıkları asker çocuklardan ve ailelerinden özür dileyip af talep etmeleri gerekir. Evet bu zulüm politikalarına isyan ettikleri için ceza evlerine tıkılan ya da dağa çıkmak zorunda bırakılan insanlardan özür dilenmeli ve hiçbir takibat yapılmadan ailelerine dönmeleri sağlanmalı ve hayatlarını normalleştirecek psikolojik destek verilmeli, maddi imkanlar sağlanmalı, iş ve meslek sahibi olmaları temin edilmeli, iş temin edene kadar da geçimleri sağlanmalıdır.
9 – Devlet kurumlarındaki, özellikle de TSK, Yargı ve eğitim alanındaki bürokratlar arasında çoğunluğu teşkil eden, ulusalcı ideolojik bağnazlığın esiri dogmatik kafalı kadrolar, hukuk, insan hakları ve insani erdemler eksenli bir rehabilitasyon programından geçirilmelidir. Militarizme, ideolojik taassuba şartlanmış ve yeni hukuki konsepte ayak uyduramayacak olanlar, yani insan hakları açısından ıslah olmayanlar tasfiye edilmelidir. Bugünkü tüm sorunların kaynağı olan oligarşinin diğer ayakları olan büyük sermaye çevreleri, onların elindeki medya ve çoğunlukla resmi ideolojinin güdümünde sarı niteliği kazanmış ve işçi haklarından ziyade ideolojik ortak paydada patronlarla bütünleşerek resmi ideoloji kavgası veren sendikalar da hukuk ve insan hakları eksenli yeniden yapılandırmalarla ıslah edilmelidirler.
10 – Uzun yıllardır süregelen büyük ihmalin sonucunda yoksulluk ve işsizlikte diğer bölgelere nazaran mukayese edilmez bir geriliğe ve tam bir ekonomik sefalete mahkûm edilmiş bulunan Kürdistan halkının, ekonomik durumunu diğer bölgelere eşitleyecek, en zaruri ihtiyaçlardan olan sağlık ve eğitim alanında, diğer bölgelere nazaran oluşmuş bulunan büyük uçurumları kapatacak, özellikle de büyük göç olgusunun yol açtığı derin yaraları saracak, yaygın ıstırapları dindirecek tedbirlerin bir an önce alınması mutlaka ve acilen sağlanmalı, bölgeyi diğer bölgelere yetiştirecek, yaklaşık yüz yıldır açılan mesafeyi kısa sürede kapatabilmeye fırsat verecek ayrıcalıklar tanınmalıdır. Göç olgusunun yol açtığı tüm sorunlar giderilmeli, bu süreçte kaybedilen tüm imkânlar, mallar, haklar da hak sahiplerine iade edilmelidir. Köyleri yakılan ya da boşaltılanların tüm hakları tazmin edilmeli, korucularca gasp edilen mallar sahiplerine iade edilmeli ve isteyenlerin köyleri imar edilerek köylerine geri dönmeleri ve güvenlikleri sağlanmalıdır. Bu sorunun aşılması için özendirici ve teşvik edici politikalara ilave olarak, bazı alanlarda olumlu ayrımcılık politikası da uygulanmalıdır.
11 – Kürt halkının gasp edilmiş bütün haklarının iadesi yukarıda zikredilen değişimlerle sağlanırken, baskıyla değiştirilmiş bütün yerel coğrafi isimlendirmeler de iade edilmelidir. (Bu konuda İbrahim Sediyani’nin ciddi emek mahsulü olan “Adını Arayan Coğrafya” kitabından istifade edilebilir). Kürt halkına küfreder gibi Kürdistan dağlarına yazılan “Ne Mutlu Türküm diyene” yazıları ve her sabah Kürt ve diğer halkların çocuklarına baskıyla söyletilen “Türk’üm.., varlığım Türk varlığına armağan olsun” ifadelerini ve “Atatürkçülüğe bağlılık” sözünü içeren Kemalizm dininin amentüsü mahiyetindeki and, Kürt çocuklarının hem Kürt hem de İslami kimliklerine aykırı, Türk çocuklarının da İslami kimliklerine aykırı olduğu için bütün ülkedeki eğitim sisteminden bir an önce kaldırılmalıdır.
12 – Daha önce Kürt halkının varlığını, kimlik ve dilini inkâra dayalı bütün uyduruk bilgiler, ilk ve ortaöğretimden üniversitelere kadar bütün eğitim müfredatı taranarak ayıklanmalı ve yeni ders programları, eğitim müfredatları Kürt varlığını ve dilini kabule uyarlanmalıdır. Okullar resmi ideoloji ve militarizmin kuşatmasından kurtarılıp, insani fıtri erdemleri koruyup geliştiren, hiçbir kavmi kimliğin ve ideolojinin dayatılmadığı özgürlük adaları haline getirilmeli, eğitim tektip insan yetiştirmeye yönelik öğütüm mekanizması olmaktan çıkarılmalıdır. Ayrıca Türk Dil Kurumu da, sözlük ve gramer kitaplarında ayrımcılığa yol açan ifadelerin tamamını çıkarıp atmalıdır.
13 – Bugüne kadar yapılan zulümlerden dolayı Kürt halkından özür dilenmeli, zulmedenler Tarih önünde mahkûm edilmelidir. Devlet, PKK’yı doğuracak zulüm bataklığını oluşturduğu ve Kürt gençlerini silahlanıp dağa çıkaracak her türlü teşviki (masum insanlara potansiyel suçlu muamelesiyle, akıl almaz zulümleriyle, Diyarbakır ceza evi işkenceleriyle) yaptığı için, hem PKK’nın yaptıklarının da birinci sorumlusu, hem de devlet politika ve çetelerinin yaptığı zulümlerin sorumlusudur. Bu sebeple devlet, zulmü doğrudan ve tek taraflı olarak kendisi başlattığı gibi, karşıdan (silah bırakma dahil) hiçbir adım beklemeden ve hiçbir şart da koşmadan, bu zulmünü yine tek taraflı olarak kendisi durdurmalı, kendisiyle ve zulümleriyle yüzleşmeli ve gasp ettiği bütün haklarını Kürt halkına, tek taraflı olarak ve hiçbir şart ileri sürmeden geri vermelidir.
DTP’ye destek veren çevrelerde, devletin güven vermemesi sebebiyle ve yıllardır yaptığı zulümler dikkate alınarak şu tür düşüncelerin gündeme geldiği bildiriliyor: “PKK silahı bırakır ve dağdan inerse, militaristler bunu fırsat bilip baskılarını artırabilirler… Öcalan’a daha ağır baskılar yapılabilir… Kürt kimliğine ilişkin talepler de silahlı direniş olmadığı için şiddet yoluyla kolaylıkla bastırılabilir ve çözüm iddiası da boş bir iddia olarak kalır.”
Hürriyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni “bir gün hayat tarzıma müdahale olursa dağa çıkarım” demişti. Aynı şekilde MHP, bırakın hayat tarzına ve düşüncelerine müdahale edilmesini, Kürtlerin gasp edilen haklarından bir kısmı iade edilirse elli yıl dağa çıkarız demişti. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, bugün egemen ideolojinin müntesipleri Kürtlere yapılanın milyonda biri bile kendilerine yapıldığında dağa çıkacaklarını söylüyorken, hatta MHP kendisine bir zulüm yapıldığında değil, Kürtlerin haklarından bir kısmı verildiğinde dahi dağa çıkacağını söyleyebilmekteyken, bunca zulüm ve işkence sebebiyle dağa çıkmış olanların, henüz hiçbir somut hak iadesi sağlanmadan, uğrunda bunca bedel ödedikleri temel haklar iade edilmeden dağdan inmesini beklemek ne mümkün ne de makuldür.
Diğer taraftan biz Müslümanlar, yaklaşık 85 yıldır İslami kimliğimiz, İslam şeriatımız tehdit ve düşman ilan edildiği, İslami hayat tarzımız her yönden ve çok boyutlu saldırıya maruz kaldığı, İslami eğitim hakkımız başta olmak üzere bütün hak ve özgürlüklerimiz gasp edildiği, Müslüman’ca eğitim ve yaşam hakkımız tamamen yok edildiği, üstelik bizden de alınan vergilerle yapılan ve laik eğitim verilen okullara da İslami kimliğimizi, tesettürümüzü, başörtümüzü kapı dışında bırakmadan alınmadığımız halde, bunca yaygın ve derin bir zulüm ortamında bile dağa çıkmadık, şiddete başvurmadık. Sadece haklarımızı, özgürlüklerimizi gündemleştirerek, yapılan bu büyük zulümlere karşı itirazımızı yükselttik, yükseltmeye de devam ediyoruz. Ancak zalim sistem hak ve özgürlüklerimizi vermeye hâlâ yanaşmamaktadır.
Yani zalim sistemin insani erdemler gereği insan haklarını vermeye hiçbir mücadele yapılmadan kendiliğinden yanaştığına dair tek bir örneklik ortaya konmuş değildir. Bundan anlaşılmaktadır ki, egemenlerin, bunca acılı ve kanlı mücadele sonucunda Kürt realitesini tanıyıp haklarını vermeye yanaşmaları da, Kürt kesiminin silahsız ya da silahlı mücadeleyle birçok bedeller ödeyerek bu gerçeği kabul ettirmelerinden kaynaklanmaktadır. Bu sebeple, bu mücadele sonucunda haklarını kabul ettirmiş olanlardan, bizim İslami yöntem gereği toplumsal dönüşümü esas alıp şiddete başvurmamamız gibi bir yaklaşım artık beklenemez. O kesimden gelen açıklamalardan da, sorunun çözümü konusunda somut adımları görmeden silah bırakmalarının mümkün olmadığı anlaşılmaktadır.
Bu sebeple, devlet sorunu başlatırken, zulme yönelirken ilk adımı kendisi attığı gibi çözerken de şartsız bir biçimde zulmünü kaldıracak ilk adımı kendisi atmalıdır. Ayrıca gasp edilen hakların iadesi için şart koşulamaz. Zulme tek taraflı son verirsin, gasp ettiğin hakları iade edersin. Böylece kimse PKK’nın ardından gitmez hale gelir ve onu doğuran şartlar kalkınca PKK da kendiliğinden biter. Üstelik Kürt kimliği ile ilgili haklar bütün Kürtlerin en temel insan haklarıdır, birileriyle çatışma olduğu için, çoğunluğu bu çatışmanın dışında duran Kürtler de dâhil bütün Kürtlerin haklarını yok saymak insani, hukuki ve ahlaki değildir. Devlet, ancak gasp ettiği hakları iade ettikten ve zulmüne son verdikten sonra, Kürtlerden hâlâ terör ve şiddete başvurmak isteyen olursa, işte o zaman şartlar koşmak, karşı şiddete başvurmak hakkını kendinde görebilir. Zaten devlet bu şartları yerine getirip, vatandaşına zulmetmeyi bırakarak, onu öz yurdunda özgürce ve adalet içinde yaşama imkânına kavuşturduktan sonra, aklı başında, insani değerlerini koruyan tek bir Kürt’ün şiddete ve terör yapmak isteyenlere meyletmesi de mümkün olmayacaktır.
14 – On yıllardır acımasızca uyguladığı zulüm politikalarını ısrarla sürdürerek, kendi tercihlerini ülke halklarına dayatarak bunca zulmün altına imza atan, halkları birbirine karşı kışkırtan kanlı provokasyonlar gerçekleştiren, binlerce insanı yargısız infazlarla, faili meçhullerle katleden, masum insanları asit kuyularına atan, hukuksuzlukları, keyfilikleri ve ideolojik karar ve uygulamalarıyla ülkenin on binlerce insanını katleden, yüz binlerce insanı ceza evlerine dolduran, cezaevlerinde ancak hayvandan aşağı sapkınların yapabilecekleri alçakça işkencelerle insanları ruhen ve bedenen sakatlayan ve sonuçta dağa çıkmak zorunda bırakan kadrolarından dolayı devlet mazlum halklar önünde utançla başını yere eğmeli ve hizmet etmekle yükümlü olduğu halklara yaptığı bunca zulümden dolayı özür dilemelidir. Bu tür sapkınlıkların bir daha tekerrür etmemesi ve ibret olması için ve mazlum halkların (kayıplarını geri getiremese de) ruhen huzura, sükunete ermesi, sonuçtan razı olması için sorumlular mutlaka adil bir biçimde yargılanıp mahkum edilmelidir. Kürt halkını birbirine kırdırma sonucu doğuran, JİTEM’le birlikte suç örgütü haline dönüşen “koruculuk” uygulamasına son verilmeli, “JİTEM” kuruluşu dağıtılmalı, Ergenekon gibi devlet çetelerinin PKK ile ilişkileri ortaya çıkarılmalı, adil bir yargılama sonucunda tüm suçlular cezalandırılmalıdır.
15 – Önemli olan; insanların, halkların adaletle yönetilmesi ve huzurlu, mutlu olacakları bir barış ve kardeşlik ortamının oluşturulmasıdır. Şirk ve zulüm sistemleri içinde tam bir adaletle gerçekleştirilmesine imkân bulunmasa da, zihinlerde ideal olarak durması ve iyiliğin istikametini göstermesi anlamında yapılması gereken; tüm insanların, kendilerini, şahsiyetlerini, dillerini ve kültürlerini tekâmül ettirmelerine, kendilerini özgürce gerçekleştirebilmelerine uygun hukuki vasatı sağlamak ve bütün bunlar için en sahici, kalıcı, adil şartları sunan, insanları kula kulluktan kurtarıp onurlandıran, insani erdemleri ve insanlık onurunu yücelten bir adalet sistemini oluşturmaktır.
Bu bağlamda asla taviz verilmeden gözetilmesi gereken hedef; bütün kavimleri ve insanları yaratan ve imtihan amacıyla dünyaya gönderen Allah’ın koyduğu ölçülere uygun davranmak ve O’nun tüm insanların mutluluğu ve kurtuluşu için vazettiği hükümlere riayet ederek insan onurunu yüceltmektir. Ayrım gözetmeden tüm insanlara, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatını sağlamaktır. Bu sebeple de, kavim ayrımı gözetmeksizin tüm insanların, Allah tarafından verilmiş tüm haklarını özgürce kullanabildikleri adil şartları oluşturmak, tüm kavimlerin ve insanların kendilerini özgürce ifade edip gerçekleştirmelerine imkân veren yönetim biçimini kurmaktır.
İşte şirk sistemi içinde görece iyileştirmelerle bu hedefe ne kadar yaklaşılabilirse, halklara o kadar nefes aldırma ve zulmü o kadar geriletme imkânı bulunabilecektir. Bu hedefe tam olarak varmak, gerçek boyutlarıyla, sahici bir hukuk ve özgürlük ortamına ulaşmak için yapılması gereken ise, Peygamber ve ilk Kur’an neslinin yolunda ısrarlı bir mücadeleyi sürdürerek, cahili sistemi kökten değiştirerek, bütün kavimleri ve dillerini eşdeğer, saygıdeğer kabul eden ve Allah’ın ayetleri olarak niteleyen vahyi belirleyici kılmaktır. Ve bütün kavimlerin, farklı renklerin ve dillerin Rabbi olan Allah’ın, ayrım yapmadan hepsinin hukukunu adaletle gözeterek vazettiği hükümleri ihtiva eden Kur’an’a dayalı tevhid/adalet sistemini kurmak amacıyla fedakârca çaba sarf etmektir. İşte bütün bunları yerine getirmek ise, en temel insani ve İslami sorumluluktur.