Selamün aleyküm
Yaşanan büyük yozlaşmaya son verip bireysel ve toplumsal hayatı vahiyle inşa etmek için, Rasûlün (s) önderliğinde ilk neslin örnekliğinde ortaya konduğu gibi Kur’an’a doğru biçimde bir yaklaşım gerçekleştirmeliyiz.
Bu doğru yaklaşımın ölçüsü üzerinde kısaca durmaya çalışalım.
Önyargılarımızdan mümkün olduğunca arınmış olarak, bütünlüğünü ihmal etmeden ve Rasûlüllah’ın (s) güzel örnekliğini, şahitliğini (sünnetini-siyerini) de dikkate alarak, Allah rızasını kazanmak amacıyla bir an önce okuyup anlamak, öğüt almak ve hayata taşımak üzere Kur’an’a yaklaşmamız gerekmektedir.
Kur’an pek çok ayetinde, insanları, esas indiriliş maksadına uygun bir biçimde kendisini okumaya, tefekkür etmeye, akletmeye, düşünmeye ve öğüt alıp hükümleriyle amel etmeye, iman-amel bütünlüğü içinde hayatı ibadet kılmaya çağırmakta, mü’min olmanın ve kurtuluşa ermenin de ancak böyle mümkün olabileceğine dikkat çekmektedir.
“Gerçekten Allah’ın kitabını okuyanlar… asla zarara uğramayacak bir ticareti umabilirler.” (Fatır, 35/29). Kitab’ı okumak; anlamını düşünmek, anlamak, öğüt almak, etkilenmek, onunla amel etmek gibi bütün boyutları kapsar. İşte bu anlamda Kur’an okuyanların asla zarara uğramayacakları ifade edilmekte, en büyük ticaret ve kazanç olan ahiret ticaret ve kazancını elde edip kurtuluşa erecekleri hatırlatılmaktadır.
“(Rasûlüm!) Sana vahyedilen Kitab’ı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki, namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah’ın zikri elbette en büyüktür. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/ 45.)
Bu ayette de mü’minlere, Allah ile irtibatın, Allah’a itaatin, O’na sığınmanın, tevekkülün temini ve Allah yolunda mücadelede sabır ve sebatın sağlanabilmesi için, Kur’an okuyup namazı ikame etmeleri gerektiği bildirilmektedir. Çünkü Kur’an okuma ve namaz kılma, mü’mini, sadece bâtılın ve kötülüğün şiddetli fırtınalarına cesaretle karşı koymasını değil, aynı zamanda onları yenmesini de sağlayan güçlü bir karakter ve mükemmel bir kapasiteye kavuşturan iki salih ameldir. Fakat insan, sadece kelimeleri telaffuz etmekle kalmayıp Kur’an’ı hakkıyla tilavet edip vahyin öğretilerini iyice anladığında ve onları ruhunda sindirdiğinde ve namazı, sadece fiziksel hareketlerden ibaret bırakmayıp kalbinden gelen bir hareket ve samimi bir ahlâk haline getirdiğinde, namazın içini Kur’an ve Rasûlün örnekliği/sünneti ile doldurduğunda, ancak o zaman Kur’an okumak ve namaz kılmaktan güç kazanabilir.
Namazın nasıl olması gerektiği, zikrettiğimiz ayetin bir sonraki cümlesinde Kur’an’ın kendisi tarafından açıklanmakta ve “namaz, hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar” buyurulmaktadır. Kur’an okumaya gelince, boğazdan aşağısına, kalbe ulaşmayan bir okumanın, değil kişiye küfre karşı koyma gücü vermek, imanında sebat etmesi için yeterli gücü bile veremeyeceği akıldan çıkarılmamalıdır. Bu tür insanlar hakkında, bir hadiste şöyle buyrulmaktadır: “Onlar Kur’an okuyacaklar, fakat Kur’an boğazlarından aşağıya geçmeyecektir: Onlar okun yaydan çıktığı gibi imandan çıkarlar.” (Buhari, Müslim, Muvatta). Aslında kişinin düşünce, ahlâk ve davranışlarında hiçbir değişiklik meydana getirmeyen ve onun Kur’an’ın yasakladığı şeyleri yapmaya devam etmesini engellemeyen bir okuma, sadece bilgilenmeyle yetinip hayata yön vermeyen bir okuma, gerçek mü’minin okuyuşu değildir. Böyle kimseler hakkında Rasûlüllah (s) şöyle buyurmuştur: “Kur’an’ın haram kıldığını helal kılan, aslında hiç Kur’an’a inanmamış gibidir.” (Tirmizi, Süheyb-i Rûmi’den rivayet). Böyle bir okuyuş, kişinin nefis ve ruhunu ıslah edip güçlendirmez, aksine onu Allah’a karşı daha küstah, vicdanına karşı inatçı yapar ve karakterini tamamen bozar. Çünkü Kur’an’ın ilâhî bir kitap olduğuna inanan, onu okuyup Allah’ın neler emrettiğini öğrenen, sonra da emirlerine karşı gelen kimsenin durumu, bilmediği için değil, kanunu çok iyi bildiği halde suç işleyen sanığın durumuna benzer.