Selamun aleyküm
Yüzyıllar süren yozlaşma süreci sonunda hayatın kamusal, özel, bireysel ve toplumsal tüm alanlarını düzenleyen hükümler vazeden Kur’an’dan habersiz hâle gelinmiştir. Kur’an mehcur (terk edilmiş) bırakılınca, 2015 yılında yapılan bir araştırma sonucuna göre, Müslümanım diyenlerden ‘Kuran’ın devlet yönetimi, yasama ve yürütmede etkin bir rol oynamasını’ isteyenlerin oranı %12’yi geçememiştir. (Pew Araştıma Merkezi). Türkiye’de, gerçek içeriğiyle Allah’ın Şeriatıyla hükmedilmesini isteyenlerin oranının ise yüzde 2 ya da 3 olduğu ifade ediliyor.
Hâlbuki Kur’an’ı anlamak ve öğüt almak için okuyan ve Kur’an’ı merkeze alan, hayat ve hidayet rehberi edinen bir inancın sahibi Kitabî bir toplum olsaydı (ki Kur’an bunun için indirilmişti), Kur’an’ın; “Yaratmak da emretmek de O’na (Allah’a) aittir.”(A’raf, 7/54), “Hüküm ancak Allahındır”(Yusuf, 12/40), “sonra seni de bu emirden bir şeriat üzerinde kıldık; o halde ona uy ve bilmeyenlerin hevalarına uyma” (Casiye, 45/18) ayetlerinden haberdar olacaktı. İslam şeriatının bütün hayatı kuşatan hükümler vazettiğini bilecek, ya iman ya da inkâr edecek, ama Kur’an’ın bazı hükümlerini şekli ibadetler seviyesinde de olsa yerine getirip diğer bir kısmına da karşı çıkan bir çelişki ve sapmaya sürüklenmeyecekti.
2017 yılında yapılan bir araştırmaya göre, “dindarım ve beş vakit namaz kılıyorum” diyenlerin arasında “laiklikle bir sorunum yok” diyerek laikliğe olumlu bakanların oranı %67’ye ulaşmış bulunuyor. Özal ile başlayan gönüllü sekülerleşme (Dünyevileşme; Allah’ın dinin karışmadığı, hevaya göre yaşanan hayat alanları oluşturma), kapitalistleşme AKP ile zirveye ulaştı. Ölçüsüz kazanma ve azgın bir tüketimi esas alan, lüks ve israf eksenli kapitalist kültürün Müslümanları giderek daha fazla kuşatması olgusu yaşanıyor. Ayrıca en tepeden sürekli biçimde tekrarlanan “laiklik ve demokrasiyle İslam’ın bağdaştığı” propagandası ve toplumun İslam anlayışını tahrif edip sekulerizme uyumlu biçimde yeniden tanımlamaya yönelik açıklamalar, yaygın bir yozlaşmaya yol açtı. Toplumun İslam algısını en tepeden tahrif eden açıklama ve uygulamalarına rağmen, İslami camianın âlim, öncü ve kanaat önderi bildiklerinin suskunluğu ve bu tahrifata, sekülerleştirme çabalarına ragmen bu bâtıl politikayı uyduruk “maslahatlar” adına desteklemeyi sürdürmeleri, hatta İslami bir sorumluluk olarak ilan etmeleri, yozlaşmanın daha derin, daha yaygın ve daha kalıcı olmasını sağladı.
İslami bir dönüşüm yaşanmadan, Dinin mevcut seküler kamusal ve siyasal hayattaki görünürlüğü arttıkça, paradoksal bir şekilde dindarlık azalıyor. Çünkü size ait olmayan, İslami ölçülere göre düzenlenmeyen bu alanda, var olana uyum sağlayarak var olmak ve ele geçirilen bu alandaki siyasal iktidar ve nimetlerine sahip olmak hâli, bu imkânların getirdiği rehavet ya da iktidar ve kazanımları kaybetmemek için verilen tavizler, Müslümanları dönüştürmeye başlıyor, hassasiyetler zayıflıyor, ölçüler aşınıyor ve kimliklerde dejenerasyon başlıyor. Çünkü Kur’anî bir inkılâpla, İslami toplumsal dönüşümle önce bu alanları değiştirme, dönüştürme iradesini üretmeden, bu alanları size (İslam’a) ait kılacak bir hâkimiyeti tesis etmeden, var olan seküler kuşatma altındaki bu alanlara aceleci, hazırlıksız ve ilkesiz, ölçüsüz biçimde çıkıldığında, dönüştürmediğiniz bu alanlar sizi dönüştürmeye başlıyor.
Son dönemde sıklaşan örneklerde görüldüğü gibi, dindarlığın içi hızla boşalıyor. Meselâ haram-helâl hassasiyetleri zayıflıyor. Tesettürün önemli ve tamamlayıcı bir unsuru olan başörtüsü, bir aksesuar konumuna indirgenip, takva elbisesi yırtılıyor. Kadın-erkek ilişkilerindeki mahremiyet ölçüleri aşınıyor… Bir gazetenin yaptırdığı ve “Türban Dosyası” adıyla yayınladığı anket sonuçlarına göre (oranların kesin değil görece bir sonuç verdiğini hatırdan çıkarmadan); başörtülüler içindeki düzenli namaz kılanların oranı % 58,6 olarak tespit edilmiştir. Hatta tamamen dini inancı sebebiyle başını örtenlerin oranı da %70 olarak tespit edilmiştir.
Bir araştırma sonucuna göre, şeklen de olsa müslümanım diyenlerin namaz kılma oranı %22 civarında iken (ki onların da çoğu içi boş şekli bir namaz), çokluğu ile övünülen İmam Hatip Liselerindeki namaz kılma oranı %20’nin altında bulunmaktadır. Yine toplumun yaklaşık %70-80’i Kur’an’ın emrettiği orucu şeklen tutarken, ancak %23’ü -onların da büyük ekseriyeti Allah’ın emrettiğine mutabık olmamak üzere ve anlamadan- Kur’an okumaktadır. Üstelik bu oranlar, 2008 sonrası son on yılda yaşanan büyük yozlaşma ve sekülerleşme sonucunda çok daha kötü noktalara ulamış bulunmaktadır. Kur’an hakkıyla tilavet edilmeyince (anlamak, öğüt almak ve yaşamak amacıyla ve hayat kitabı olarak okunmayınca) ve hayatın bütün alanlarında sadece Allah’a itaat ve ibadet etmeye ve bütün hayat alanlarını Allah’ın hükümlerine göre düzenlemeye dair tevhidî bilinç zaafa uğrayınca, sonuçta bu büyük yozlaşma ve çürüme ortaya çıkmıştır.