Selamun aleykûm
İbadetler birbirini nasıl besler? Bir alandaki ibadet aynı Rabbe bir başka alanda da ibadete nasıl sevk eder?
Bir alanda Allah’a itaat ederek ihlasla gerçekleştirdiğimiz ibadetimiz, hayatı kuşatan bu kavramın ve yaratılış gayemizin yönlendiriciliğinde başka alanlarda da Allah’a itaat etmeye ve başka ibadetleri de yerine getirmeye sevk eden ve bizleri arındırıp inşa eden bir fonksiyon görür. Tabii ki ancak, Kur’anî bir anlam ve içerikle, ihlaslı bir teslimiyetle yapılan ve kulluk (ubudiyet) bütünü içindeki yerinde duran ibadetler bu fonksiyonu görebilmektedir.
Mesela kavminin müşrikleri, vahye dayanarak kendilerinden yapmalarını istediği şeyleri, (şirkten uzaklaşma, zekât verme, ticaret alanında ölçüyü tartıyı doğru yapma, birbirinin mallarını haksızlıkla yememe) konusundaki emirleri tebliğ ettiğinde, Hz. Şuayb’a (as) “sana bunları namazın mı emrediyor?” diye soruyorlardı. Onlar bunu alay etmek amacıyla söylemiş olsalar da, bu tespit aynı zamanda onların namazın böyle bir işlevini fark ettiklerini de göstermektedir. Çünkü Rabbimizin beyanıyla gerçek namaz hayatın diğer alanlarında da namazın Rabbine itaate sevk eder. “Muhakak ki namaz, hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar.” (Ankebut, 29/45).
İşte namaz bu yüzden inkârcıların hedefi haline gelmektedir. Ve bir kimse namazı gerçekten ve samimiyetle ikame ediyorsa hakikatleri tebliğe başlar ve onların kötü yollarını eleştirir. Nitekim korktukları da budur ve bu yüzden sanki tüm belaların nedeni namazmış gibi Şuayb’a (as) giderek şiddetle karşı çıkıyorlar. “Ey Şuayb, atalarımızın taptıkları ilahlara tapmayı bırakmamızı ve mallarımız konusunda dilediğimiz tasarrufları yapmaktan kaçınmamızı emreden, şu kıldığın namaz mıdır?” diyorlar. (Hud, 11/87).
Bu iki şey gayet açık bir şekilde İslami yolla “câhili” yolu birbirinden ayırmaktadır. “Câhili” yol bir kimsenin atalarının yolunu izlemesi gerektiği varsayımına dayanır; bu düşünüşe göre bir şeyin atalardan tevarüs edilmesi (kabulü için) yeter sebeptir. (Câhilî yolu izleyenlerin dayandığı) ikinci varsayım bir kimsenin inanç ve dininin, yalnızca ibadet törenlerine ilişkin olduğu, dünya hayatıyla hiçbir ilişkisinin bulunmadığı ve bu hayatta herkesin canının istediğini yapabileceği yolundadır. Buradan anlaşıldığına göre, Hz. ‘Şuayb’ın (as) kavminin, sahip olduğu şeyleri keyfince tasarruf edebilme talebi, namazın ve dinin toplumsal hayata müdahale etmemesi isteği; hayatın dinî ve dünyevî şeklinde iki ayrı bölmeye ayrılması ve dinî olanın dünyevî hayata müdahalesine karşı çıkılması (laiklik) teorisine binlerce yıl sonrasında yeni bir şey eklenmediğini göstermektedir. Şirk mantığı binlerce yıl geçse de değişmiyor.
Aşağı-yukarı 3500 sene önce Şuayb kavmi, bugün Batılının ve Batılılaşmış toplulukların ısrar ettikleri bölünmede (din-dünya ayrımında) ısrar etmişlerdi. Bu adamlar anlamıyorlar ki -ya da anlamak istemiyorlar ki- namaz, bu inanç sisteminin gereklerinden ve Allah’a kulluğun, Allah’ın kayıtsız egemenliğini benimsemenin ifade biçimlerinden biridir.
Bunun yanı sıra bu inanç sisteminin ayakta durabilmesi için ticarette, her türlü mal alışverişinde, pratik hayatın sosyal, siyasi, hukukî, ahlâkî ve ekonomik her alanında, bütün insanlar arası ilişkilerde yüce Allah’ın yasalarının uygulanması gerekir. Sadece namazda ya da bir takım şekli bireysel ibadetlerde Allah’a itaat ve ibadet etmek, yaratılış gayemiz bakımından asla yeterli değildir, hayatın bütün alanlarında ve bütün işlerimizde Allah’a itaat ve ibadet edilmesi gerekmektedir.
Yalnız namazda kıbleye dönmek, yalnız namazda secde etmek asla yeterli degildir. Hayatın bütün alanlarında aynı kıbleye yönelmek, bireysel ve toplumsal, kamusal ve özel hayatın bütün alanlarında Allah’a secde/itaat halinde bulunmak icab eder. Dışımızdakilere dönük yüzümüz olan hayatımızın bütün alanlarında Allah’a secde/itaat izinin görülmesini sağlayacak biçimde hayatımızı bütünüyle ibadet kılmak gerekir. İşte tevhid de budur.