Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Din-Devlet İlişkileri

Din-Devlet İlişkileri

(Müzakereci olarak yaptığı konuşma)

Bisrnillahirrahmanirrahim

Ali Bulaç Bey kardeşimiz ısrarla kendi önerdiği bir siyasi organizasyon modeline, devlet modeline dinden dayanak arama zorunluluğunu hissediyor ve bundan dolayı da Medine Vesikası gibi kanaatimce konuyla çok fazla alakası olmayan bir aracı zorluyor. Zorladığı için de içinden çıkılamaz birçok mesele oluşuyor. Medine Vesikası konusunu inşaallah biz kendisiyle baş başa konuşacağız. Ardından söylemek istediğim bir konu şudur: Medine’de bağımsız bir otorite olarak Allah Rasulü ve etrafında cemaati vardı ve bu bağımsız otoritenin bir yaklaşımıdır. Medine Vesikası’nda, etkin taraf Allah Rasulü’dür. Ayrıca Medine Vesikası bir dinden soyutlanmış olarak hazırlanmamıştır. Özellikle İslam’ın ilkelerini, Kur’an’ın getirdiği temel İlkeleri esas alarak hazırlanmıştır. Yahudiler’e tanınan adil haklardır. Zaten Kur’an’ın kendinden ibarettir. Yani Kur’an dışı değildir. Şimdi bundan sonra diyorum ki Ali Bey kardeşim, acaba söylediğiniz devlet modeli veya yönetim modelini neden dinlerden soyutlamak gereğini duyuyorsunuz? Bu yeni bir gizli laiklik diyebileceğimiz bir anlayış ortaya çıkarmıyor mu? Her din kendi gettosunda, kendi hukukunu yaşayacak ama devlet o dinlerin hepsinden bağımsız ve bunların dışında olacaktır. Bu İslami midir? Yani bir müslüman Kur’an’ın getirmiş olduğu temel ve değişmez ilkeleri esas almayan bir anayasaya ve onun devletine tabi olmayı gönüllü olarak kabul edebilir mi? Ve bunun için gayret gösterebilir mi? Son olarak sormak istediğim husus şudur: Aziz Nesin ne diyor? “Efendim, bu geçicidir. Müslümanlar zayıftır. Ama güçlenince İslam’ı, Kur’an’ı esas alan bir anayasa devleti kuracaklardır?” Şimdi bu iki yüzlülük olmaz mı? {Yanlış anlaşılmasın siz böylesiniz demek istemiyorum) yani bu şekilde anlaşılmaz mı? Demokrasi gibi bütün fikirlere istedikleri gibi örgütlenebilecekleri, istedikleri gibi muhalefet, propaganda yapabileceklerini, iktidar olabileceklerini vaadeden fakat başa geldikten sonra bu hakkı tanımayan bir noktada olamayız. Allah’ın dini yalan söylemez. Hangi hakkı veriyorsa onu daha gelmeden söyler ve gelince de onu yapar. Yani bu duruma düşmeyelim. Son sorum şu: Tabii sizin geliştirdiğiniz bu modelin doğal sonucu olarak iki noktaya geliyorsunuz. Benim, diğer konuşma ve yazılarınızdan çıkardığım (yanılırsam düzeltiniz), bütün fikirler örgütlü propaganda ve muhalefet yapabilecekler ve iktidarda olabileceklerdir, diyorsunuz. Fitne ve fesadı yasaklayan bir dinin mensuplarıyız. Fitne ve fesatla ilgili ayetleri burada sıralamak ve açıklamak mümkün değil. Onları size bırakıyorum. Fitnenin katlden beter olduğunu belirten bir dinin mensubuyuz. Şirkin, batılın propagandası insanlığa zarar vermektedir. İnsanlığın ahiretini yok etmektedir, insanlara zarar verme hürriyetini İslam kabul etmez. Benim anladığım kadarıyla eğer siz de buna katılıyorsanız mesele yok, eğer katılmıyorsanız bunu çözeceksiniz? Yani, buna sizin teklifiniz nedir? Gayet tabii ki İslam, adil bir şekilde Allah’ın emrettiği istikamette bütün inanç sahiplerine bugün dünyada hiç bir sistemin vermediği kadar ileri derecede hürriyet veriyor. Kendi hukukunu bir nevi ahdi muhtariyet şeklinde yaşamalarına izin veriyor. Onun yanında kendilerine yapılacak bir zulme itiraz hakkı veriyor, kendi küttür ve dinlerini kendi cemaatleri içerisinde yaşama hakkı veriyor, ama örgütlenme, örgütlü propaganda yani batılın propagandası ve iktidar olma hakkını vermiyor. Bu çerçevede değerlendirmenizi rica ediyorum.

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?