Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Yazı Grubu / Kur'an'ı Hakkıyla Okumak ve Hayatı İbadet Kılmak / İblisin Şeytanlaşması ve İnsanları Saptırmasına Dair Serüveni

İblisin Şeytanlaşması ve İnsanları Saptırmasına Dair Serüveni

Yazıyı dinlemek için tıklayın

Bismillâhirrahmânirrahîm

Cinlerden olan İblis’in ilk isyanı sonrasında küfre girip şeytanlaşması ve yaratılış bakımından kendisinden aşağı olduğunu iddia ettiği Âdemoğullarına düşman olup onlara karşı bir konum alarak, türlü oyun ve tuzaklarla onları nasıl saptırmaya çalışacağı Kur’an’da nakledilir. Kur’an’da hem İblis’in şeytanlaşma serüveni ibret olması için aktarılır ve hem de uyanık olup tedbirli davranmaları için insanlara yönelik düşmanca açıklamaları, takip edeceği şeytanî planları, stratejileri ve hedefleri bizzat onun ağzından ifade edilir. Buna rağmen, Kur’an’ı hakkıyla okumayanlar, şeytanı yeterince tanımamakta ve onun şerrinden korunma imkânından da mahrum kalmaktadırlar. Bu sebeple, müslüman olduklarını iddia edenlerin büyük çoğunluğu bile, tedbirli olmamız için Kur’an’da bildirildiği hâlde habersiz oldukları bu şeytanî tuzaklara ve oyunlara gelmekten ve şeytanın yolunu izlemekten kurtulamıyorlar.

Âdem’in Yaratılışı ve İblis’in Yaratılışla İlgili Farklılığa Dayalı Kibirlenmesi Sonucu Şeytanlaşması

Âdem’in yaratılışı ile başlayan serüvende, Rabbimiz, meleklerden bu takdirini ve yaratma eylemini, Âdem’in varlığını ve fonksiyonunu kabul etmelerini istediği, meleklerin Rablerinin bu emrine secde/itaat etmelerine rağmen İblis’in buna karşı geldiği vurgulanıyor. İsra Suresi,17/61. “Meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ demiştik, İblisten başka hepsi secde etmiş, o ise: ‘Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?’ demişti.”

Aynı serüven Â’raf Suresi 11 ve 12. âyetlerde de şöyle ifade edilir: “Sizi yarattık, sonra size biçim verdik, sonra da meleklere: ‘Âdem’e secde edin’ dedik; hepsi secde ettiler, yalnız İblis, secde edenlerden olmadı. (Allah) buyurdu: ‘Sana emrettiğim zaman, seni secde etmekten alıkoyan nedir?’ (İblis): ‘Ben, dedi, ondan hayırlıyım; beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın’.

Allah, meleklere “Âdem’e secde edin” diye emrettiğinde melekler Âdem’e değil de, aslında Allah’a secde etmiş, O’nun emrine itaatle O’na ibadet etmişlerdir. Tıpkı “…Rasûle ve sizden olan emir sahiplerine itaat edin” (Nisa, 4/59) emri gereğince Rasûle ve emir sahiplerine itaat ettiğimizde, aslında Allah’ın emrini yerine getirerek O’na itaat ve ibadet etmiş olduğumuz gibi. Bu sebeple “Âdeme secde edin” emrini şöyle de anlamak mümkündür: “Sonra da meleklere ‘Âdem’e secde edin, ona boyun eğip itaat ederek hizmet edin.’ dedik.” İblis de bu secdeyi reddetmekle Allah’ın emrine itaati reddederek O’na isyan etmiştir.

Meleklerin Âdem’e secde etmesi olayı Kur’an’da yedi defa tekrar edi­lerek yaratılmışlar içinde insanın seçkinliğine dikkat çekilmesinin amaçlandığı an­laşılmaktadır. Şeytanın insanla üstünlük yarışına girmeye kalkışması, gururu uğ­runa Allah’a âsi olması, melekler gibi itaatkâr olmak yerine, Âdem’e saygı göster­memekte, itaat etmemekte direnmesi, Allah’a saygısızlığın ve isyankârlığın şeytan kaynaklı oldu­ğuna işaret etmektedir. Diğer yandan şeytanın kıskançlığı sebebiyle kıyamete ka­dar insanları kendi günahkârlık yoluna çekeceğine ant içmesi ve ona bu iznin verilmesi, dünya hayatının bir sınav ortamı olduğunu, insanın günah işleme­sinin şeytanla ortak davranışta bulunması anlamı taşıdığını gösterir. (Kur’an Yolu Tefsiri).

Allah ona, “sana ne engel oldu da ben emrettiğimde secde etmemeye cüret ettin?” buyurdu. Böyle azarlayıp sorguya çekti. Buna karşı İblis dedi ki: “Ben ondan hayırlıyım”. Yani “daha faziletli, daha yükseğim. Böyle olanın, aşağı derecedekine secde etmesi ise uygun değildir. Şu halde bu emir, akla uygun ve hoş değildir. İşte beni secdeden engelleyen, ondan yüksek olmam ve bu emri uygun görmememdir. Ben ondan hayırlıyım. Çünkü beni ateşten yarattın, onu ise çamurdan yarattın.” dedi. İblis, Âdem’in yaratılışında “İki elimle yarattığıma secde etmekten seni alıkoyan nedir?” (Sâd, 38/75) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan yaratılıştaki hususi üstünlüğü, “Onu düzenle(yip insan şeklini ver)diğim ve ona ruhumdan üflediğim zaman siz hemen onun için secdeye kapanın! (Hicr, 15/29) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan ruh ve sûreti, “Ben yeryüzünde bir halife kılacağım.” (Bakara, 2/30) ilâhî buyruğuyla hatırlatılan gayeyi göz önüne almayıp yalnız madde ve yaratılış unsuruna itibar etme yanlışına düşmüştür. Böyle olunca da, Âdem’de topraktan, kendisinde de ateşten başka bir özellik görmemiş ve diriden ölü, ölüden diri yaratan, eşyanın özellikleri ve üstünlüklerini kereminden bahşeden Yüce Yaratıcı’yı maddeye mahkûm gibi varsaymıştır. Hiç düşünmemiştir ki, çamur ile ateşin özündeki fark da sadece Yaratacı’nın tahsisine borçlu olan bir yaradılış farkından başka bir şey değildir. İblis gerek bilgi edinme noksanlığından, gerek anlayışındaki bozukluktan, yani bilgiyi Hak’tan değil nefsinden almak davasında bulunduğundan dolayı bunda da yanlışa düşmüştür. Ve yine bu yanlış iledir ki, Âdem’i sırf çamur, kendisini sırf bir ateş seviyesinde mukayese etmiş, çamurdan yaratılan Âdem’in Allah’ın seçkin kılması ile çamurdan büsbütün başka şerefli bir duruma yükseleceğini, kendisinin de ateşten büsbütün başka bir lanete uğrayacağını anlayamamıştır. (Elmalılı Hamdi Yazır Tefsiri).

Bakara Suresi 34. âyetteki “Ve meleklere: ‘Adem’e secde edin’ dedik. İblis hariç (hepsi) secde ettiler. O ise, diretti ve kibirlendi, (böylece) kâfirlerden oldu.” açıklamasından ve İsra Suresi 61. âyetteki ‘Çamurdan yarattığına mı secde edeceğim?’ ifadesinden anlaşılan İblis’in bu davranışının sebebi “kibir”dir. Yani Allah’a karşı ilk günah “kibir”den dolayı işlenmiştir. “Kibir”, yani büyüklenme, A’raf Suresi 12. ve Sâd Suresi 38. âyetlerde mukayeseye dönüşmüş, Hz. Âdem’in yaratıldığı madde ile kendisinin yaratıldığı maddeyi mukayese etmiştir: “İblis ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten yarattın, onu çamurdan yarattın, dedi” (Sâd, 38/76). İblis, kendi üstünlüğünü ortaya koymak için bu mukayeseyi yapmış, çamurdan yaratılana, ateşten yaratılanın secde etmeyeceğini söyleyerek, kibrinin ne denli etkisinde kaldığını göstermiştir. Bu sebeple, yaratılıştan gelen özellikleri kutsallaştırıp ırk, kavim, kabile, renk ve dil gibi farklılıkları Allah’ın ayetleri olarak saygı gösterip bir çeşni ve güzellik olarak değerlendirmek yerine bir üstünlük vesilesi olarak görenler ya da bu kavramları ideolojileştirip ayrılık, çatışma ve farklı olanlara hâkimiyet aracı hâline getirenler, bu bağlamda ulusçuluk, ırkçılık, kavmiyetçilik ve “milliyetçilik” yapanlar şeytanî bir yolu tercih etmiş olmaktadırlar.

İblis, Âdemoğullarının Çoğunu Saptıracağı İddiasıyla Allah’tan Kıyamete Kadar Süre İstemiş ve İsteği Kabul Edilmiştir

İblis, bu kibir ve kızgınlıkla, yaratıldığı madde bakımından daha üstün olduğunu iddia ettiği Âdem ve soyundan öcünü almak üzere Rabbimizden izin ister. İsra Suresi 62-65. Âyetlerde de yine bu üstünlük iddiası ile Âdem ve soyunu saptırmak için izin talebi yer alır. İsra 62- “Dedi ki: ‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak! Yemin ederim ki, eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında, onun neslini kendime bağlayacağım!” İblis, bu âyette “pek azı hariç” derken, onların kimler olduğunu söylememekte, ama Sâd Suresi 83. âyette bunların “ihlâs sahibi kul­lar” olduğunu açıklamaktadır. “İblis, ‘Senin şerefine andolsun ki, içlerinden ihlâslı kulların hariç, elbette onların hepsini azdıracağım’ dedi.” (Sâd, 38/82-83). İblis, ‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak!’ derken sadece kibirlenip mukayese yapmakla kalmıyor, küstahlığın en son noktasına ulaşıyor; sanki Allah neyi yarattığını bilmiyor da, “‘Şu benden üstün kıldığına da bir bak! ” diyerek hem Hz. Âdem’e hakaret ediyor hem de Yüce Allah’ın yanlış emir verdiğini ima ediyor.

Eğer kıyâmete kadar bana mühlet verirsen, o güne kadar beni öldürmezsen, bana uzunca bir ömür ve fırsat tanırsan yemin ederim ki onun zürriyetinin çok azı müstesna hepsini kendime bağlayacak, kendime kul köle edineceğim. Hepsini yoldan saptıracağım. Hepsini sana kulluktan çıkaracağım.” diyor. Görüldüğü üzere, İblis, kendisi secde etmediği gibi, kendisi Rabbinin emrine boyun bükmediği, itaat etmediği gibi; insanları da kendi küfrüne, kendi isyanına, kendi secdesizliğine/itaatsizliğine, kendi cehennemine çekeceğine dair yemin ediyor. “Az bir kısmı hariç tüm kullarını saptıracağım” diyor. Âdeta Allah’a karşı savaş açıyor. Ama bakın dikkat ederseniz hain açıkça Allah’la savaşacağını söyleyemiyor da Âdem ve neslini saptıracağını söylüyor. Âdem’i ve zürriyetini hedef seçiyor. Ama maalesef insanların pek çoğu onun bu sözünü doğru çıkarıyorlar. İnsanların pek çoğu Rablerini unutup, Rablerinin kitabını ve elçisinin yolunu bırakıp şeytanın yoluna tâbi oluyorlar. Hatta Müslüman olduğunu söyleyenlerin çoğunluğu bile bu konumda yer alıyorlar.

Hicr Suresi 34-38. âyetlerde Rabbimiz şöyle buyurur: “Allah, ‘Öyleyse çık oradan, çünkü sen kovuldun. Şüphesiz hesap gününe kadar lânet senin üzerinedir’ dedi. İblis ise, ‘Ey Rabbim, o halde insanların tekrar dirilecekleri güne kadar bana yaşama süresi tanı’ dedi. Allah, ‘Sen kendilerine yaşama süresi tanınanlardansın’ dedi. ‘O belirli vaktin gününe kadar.”

İblis, Yüce Yaratıcı’nın huzurunda işlediği hatadan/günahtan pişmanlık duymak, Allah’a tevbe etmek, bu büyük suçunu bağışlaması için O’na sığınmak için değil de, Allah’ın kendisine lânet etmesinin, huzurundan kovmasının intikamı olarak Âdem ile soyundan öç almak için diriliş gününe kadar yaşama süresi tanımasını istiyor. Allah’ın kendisine lânet etmesini, kendisinin Allah’a baş kaldırmasına değil de çirkin bir büyüklenme ile Âdem’e bağlıyor.

Andolsun eğer beni kıyamete kadar ertelersen, onun soyunu, pek azı hariç, (azdırarak) kontrolüm altına alacağım.” ifadesinden çıkaracağımız önemli dersler var. “Âdem ve soyunun ölümden sonra diriltilmeleri zamanına kadar beni öldürme de ecelimi geri bırak” diye yalvarıp yakarmasından anlaşılmaktadır ki, İblis aslında Yüce Yaratıcı’yı inkâr etmediği gibi, kıyamete ve öldükten sonra dirilmeye de inanmaktadır. Kimden müsaade alınacağını da bilmekte ve bundan da Allah’a iman ettiği anlaşı­lmaktadır. Kıyamete, yani öldükten sonra dirilme anına kadar yaşama iznini Allah’tan alıyor. Bu bilgileri Allah bildirmiş olabilir, meleklerden almış olabilir. Şu halde İblis’in küfrü, Allah’ı ve ahireti inkâr şeklinde değil, ilâhi emir ve yükümlülüğü inkâr ile yapması istenen amelin gereğini yapmayıp tartışmak şeklindedir. Âdem’e secde emri İblis’in iç yüzünü ortaya koyan ve onu meleklerden ayıran bir imtihan olduğu gibi, İblis’in geri bırakılması (zaman tanınması) da Âdem ve soyu hakkında bir imtihan olacaktır. İblis, kıyamete kadar mühlet dileğinin kabulünden sonra, o uzun ömrünü tevbe ve şükür ile kurtuluş için kullanacak yerde, şöyle diyor: “Öyleyse beni azdırman, insanları azdırma ve saptırmama da izin vermen hakkı için elbette ben o Âdem cinsini azdırıp saptırmak için senin doğru yoluna oturacağım. Sana, senin nimetine götüren iman, İslâm ve doğruluk yolunu kesip pusuya duracağım.” (Elmalılı Tefsiri).

İblis, şunu demeye çalışıyor; “Eğer bana kıyamete kadar mühlet verirsen, Âdem’in zürriyetini, pek azı hariç, fıtratını bozarak, sırat-ı müstakimden uzaklaştırarak, İlâhi değerlerinden kopararak kendime bağlayacağım. Onlara egemen olacağım. Onları kuşatıp, dizginlerini elime alacağım. Onları avucumun içine alıp hükmedeceğim.” Sonuç olarak İblis, insanı etkileyip azdıracağını, iğvalarda bulunup saptıracağını Allah’a itiraf etmektedir. İblis insanı Allah’ından, selim aklından ve Hak yoldan koparıp kendi bâtıl yollarına ve kötülüklere sürükleyeceğini ifade etmektedir. Böylece İblis, insanı, fıtratın yolundan ve vahiyden koparıp vahiyle fıtratın arasını kesmek (Bakara, 2/27; Rad, 13/25) suretiyle Rabbine ve kendine yabancılaştırarak arzda fesad çıkaracak müfsidler haline getireceğini söylemektedir.

İşte Kitap ve Rasûl, İblis’e bu fırsatı vermemek için insanın Allah’ı ve kendi­si ile olan bağlarını sağlam tutmak, insana istikametini gösterip şeytanın saptırmalarından korunmanın yollarını bildirmek, fıtrat ile vahyin dünyada buluşup yeryüzünde halife kılınmış İslami şahsiyetin ortaya çıkmasını sağlamak için gelmiştir. Tevhidî davet ve vahiyle belirlenen Hak dinin eğitimine de, bu ama­cı gerçekleştirme görevi verilmiş, insanın şeytanın yular vurduğu ve fıtratın yolundan ve vahiyden koparıp çürümeye terk ettiği bir duruma düşmesini engelle­mek ve onu manevî silahlarla donatmak görevi yüklenmiştir. Ancak hayat ve imtihan Kitabı Kur’an’ı “hakkıyla okuyup öğüt almayanların” bu manevi silahlarla donanması, arınma ve korunmanın yollarını fark edip hayatını buna göre düzenlemesi mümkün olmadığından, çoğunluk insanlar ve hatta “Müslüman” olduğu iddiasındakilerin büyük ekseriyeti bile şeytanın izinden giderek, onun “azdıracağım ve kendime bağlayacağım” dediği çoğunluk içinde yer almaktan kurtulamazlar.

İblis, İnsanları Kandırmak İçin, Onlara En Uygun Gördüğü Yanlarından Yaklaşıp Aldatıcı ve Boş Vaatlerde Bulunur

İblis, insanları etkileyip onlara gem vurmak, İlâhi menşe’li kökünden, değerlerinden koparıp vahiyden ve fıtratın yolundan uzaklaştırmak için insana nasıl yaklaşacağını ve sonuçta nasıl bir sonuç alacağını da A’râf Suresi 17. âyette açıklamaktadır: Sonra muhakkak ki, onların önlerinden, arkalarından, sağ taraflarından ve sol taraflarından geleceğim ve onların ekserisini şükrediciler bulmayacaksın.” İblis, şunları söylemiş olmaktadır: “Sonra da mutlaka önlerinden ve arkalarından, sağlarından ve sollarından (yani kendilerine hulûl etmeye en uygun taraflarından, en fazla açık verdikleri yönden) onlara varacağım, dört yönden, yani düşmanın saldırabileceği her taraflarından saldıracağım. Doğru yoldan çevirip saptırmak, şaşırtıp soymak için ne yapabilirsem yapacağım, onlara aldatıcı telkin ve vaatlerde bulunacağım. Sen de çoğunu şükreden, itaatkâr kimseler olarak bulmayacaksın. İblis’in, bu son kısmı zannına dayanarak söylemiş olduğu, “Şüphesiz İblis, onlar hakkındaki zannını doğru çıkardı.” (Sebe, 34/20) âyetinin delaletiyle anlaşılmaktadır.

Bunun üzerine Rabbimiz İblis’e sert bir uyarı yapar: “Allah: ‘Haydi git! Onlardan sana kim uyarsa bil ki, cehennem hepinizin cezası olur, hem de tam bir ceza’ dedi.” (İsra, 17/63). Bu âyetle âdeta şöyle deniyor; “Haydi git ve yapacağını yap. Haydi elinden ne geliyorsa geri bırakma. Saptıracaklarını saptır. Onlardan sana kim uyarsa, kim seni dinlerse, kim Beni, kitabımı, dinimi, peygamberimi bırakıp senin yoluna tâbi olursa bilesiniz ki cehennem hepsinin cezası olacaktır. Hepsi de cehenneme yuvarlanacaklardır. Kim sana tâbi olursa seninle birlikte onların gidecekleri yer cehennemdir.”

A’râf Suresi 18. âyetteki ifâde ise şöyledir: “(Allah) buyurdu: ‘Haydi, sen, yerilmiş ve kovulmuş olarak oradan çık. And olsun ki, onlardan sana kim uyarsa, (bilin ki) sizin hepinizden (derleyip) cehennemi dolduracağım.” Bu âyetten ve İsrâ Suresi 63. âyette geçen ifadeden anlıyoruz ki, sadece kovulmuş şeytana tâbi olanlar değil, şeytan da onlarla beraber cezalandırıla­caktır. Yâni İblis’e uyanlar, ondan, onun uydularından oldukları gibi onun âkıbetine de mahkûmdurlar. Âdem’in yaratılmasıyla gerçekleşen bu imtihanda İblis’in kişisel duygularına tâbi olarak, melekler içindeki mutluluk makamından bu bedbahtlık çukuruna düşmesi ne kadar acı ise, hiç şüphe yok ki, meleklerin secde etmesi şerefine kavuşan Âdem cinsinin böyle apaçık bir düşmanı olan, yerilmiş, kovulmuş İblis’in izine, huyuna uyarak, o yüce makamdan düşmesi ve onun kötü sonuna ortak olması, ondan daha acı olacaktır. İblis’in, yaratıcıyı ve ahireti inkar etmediği hâlde bu düşme ve bedbahtlığına sebep, kibir ve gurur ile Allah’ın emri yerine hevasına, duygularına tâbi olması ve bu arzusuna uygun olmayan hususlarda, ilâhî emre sataşıp saldırma tercihinde bulunması olmuştur. Allah’a karşı özgür olmak isteyen İblis insan ile imtihan olmuş bulunduğu gibi, İblis gibi ilâhi emre karşı özgür olmak sevdasına düşecek olan insanlar da İblis ile imtihana tâbi kılınmışlardır. Şu halde yaratılışlarıyla İblis’in düşmesine sebep olmuş insanlar, kendi iradeleriyle onun akıbetine düşmemek için yaratılışlarına bahşedilen bu ezelî nimetin şükür hakkını yerine getirmeli ve ahdine sadakat gösterip İblis’in izinden gitmekten son derece titizlikle sakınmalıdırlar. Ve bilmelidirler ki, şu kıssada İblis’in gösterdiği huylardan hangisi bir kimsede varsa, onda şeytandan bir huy var demektir. İşte bu hâlin ıslahına çalışılmalıdır. (Elmalılı Tefsiri).

İsra Suresi 64. âyette ise, İblis’e karşı tam bir meydan okuma üslubu vardır: “Sesinle, gücünün yettiğini yerinden oynat, onlara karşı, yaya ve atlılarınla haykırarak yürü, mallarına ve çocuklarına ortak ol, onlara vaadlerde bulun; ama şeytan sadece onları aldatmak için vaadeder.” Yüce Allah bu âyetinde şeytanın insanlara aldatmaktan başka bir şey vaadetmediğini söyleyerek, insanları bilinçlendirmekte, onun bir sahtekâr olduğunu, verdiği sözde durmayacağını ve böylece onun tuza­ğına düşmenin büyük kayıp olacağını insana öğütlemektedir. Zaten dinin ana amaçlarından biri de şeytanın aldatıcılığına karşı insanı ma’nen si­lahlandırmaktır. İbrahim Suresi 22. âyette ise, bunu şeytanın bizzat kendisi de itiraf etmekte ve Allah’ın vaadinin gerçek; kendi vaadinin ise sahte olduğunu ifade etmektedir. Şeytan vaadinde durmaz; vaadinde ya­lancıdır: “İş hükme bağlanıp bitince, şeytan der ki: ‘Doğrusu, Allah, size gerçek olan va’di va’detti, ben de size vaadde bulundum, fakat size yalan söyledim…” Görüldüğü üzere İblis,Allah’ın va’di Hak ve benim va’dim ise yalan olduğu hâlde, sizler azgın heva ve arzularınıza uygun geldiği için benim yalanlarıma uymayı tercih ettiniz” demektedir.

Rabbimiz İsra Suresi 64. âyette âdeta şunları söylemektedir şeytana: “Haydi ey İblis, yayalarınla, atlılarınla, ordularınla, avenelerinle insanlar üzerine çullan. Bas onlara yaygaranı ve bir şeyler yap. Hiç olmayacak şeyleri olur gibi göster onlara. Gündemlerini değiştir. Onlardan gücünün yettiği her bir kimsenin ayaklarını kaydır. Üstesinden gelebildiklerini yoldan çıkar. Onları, Allah’tan, kitaptan, peygamberden koparıp kendine kulluğa çağır. Yapabileceğin her şeyi yapmaya devam et, ama unutma ki bak Ben kullarıma ilân ediyorum senin ancak kullarımı aldatmaktan başka yapabileceğin hiçbir şey yoktur. Sen sadece vaat eder, sadece aldatırsın. Senin aldatmaktan başka yapacağın hiçbir şey yoktur.” Ama insanlar Allah’ın hükümlerini/yasalarını bırakırlar da haram yollardan mal kazanmaya giderlerse elbette o mallarına şeytanı ortak edeceklerdir. Evlilik ilişkilerini Allah’ın gösterdiği gibi değil de şeytanın gösterdiği gibi yaparlarsa elbette kendi çocuklarına şeytanı ortak edeceklerdir. (Ali Küçük Tefsiri).

Şeytan Saptırma İşlevini, Çoğunlukla İnsanlardan Devşirdiği Askerleriyle Oluşturduğu Ordusunu Kullanarak gerçekleştirir

Şeytanın “atlıları ve yayaları”, onun görevini sayısız şekillerde ifa eden ve onu veli edinen insanlar ve cinlerdir. Rabbimiz bu yüzden, “Sinsice, kalplere vesvese ve şüphe düşürüp duran’ vesvesecinin, cinlerden ve insanlardan olan şeytanın şerrinden.” kendisine sığınmaya çağırmaktadır: “De ki: ‘Cinlerden ve insanlardan; insanların kalplerine vesvese veren sinsi vesvesecinin kötülüğünden, insanların Rabbine, insanların Melik’ine, insanların İlâh’ına sığınırım’.” (Nas, 114/1-6). Şeytan saptırma işlevini, çoğunlukla insanlar içinden devşirdiği dostlarını ve bunlardan oluşturduğu ordusunu seferber edip kullanarak gerçekleştirir.

Şeytanın insanları devşirmesi bir boyutuyla da şöyle gerçekleşir: Kur’an’da, hayatın bazı alanlarında Allah’ı unutarak (Haşir, 59/19), bu alanları Allah’ın hükümlerinden soyutlayanlara, Kur’an’dan yüz çevirenlere, hevalarını, arzularını belirleyici kılıp “Allah’ın zikrini görmezlikten gelenlere, bir şeytan musallat edileceği ve bu şeytanlar onları yoldan çıkardıkları halde, onların kendilerinin doğru yolda olduklarını zannedecekleri” bildiriliyor. Allah’ın zikrini/Kur’an’ı umursamayan (görmezlikten gelen) kimseye bir şeytanı musallat ederiz de onun yakın bir dostu olur. – Şüphesiz bu şeytanlar onları doğru yoldan çıkarırlar (saptırırlar) da onlar, kendilerinin doğru yolda olduklarını sanırlar.” (Zuhruf, 43/36-37). Ve bu sebeple de, Kur’an’da bunlara “arzda fesad çıkarmayın” dendiğinde, onların kendilerinin “ıslah ediciler olduklarını” iddia edecekleri, ancak “asıl fesatçıların bunlar oluğu, ancak bunun şuurunda olmadıkları” bildirilmektedir. “Bunlara, ‘Yeryüzünde fesat çıkarmayın’ denildiğinde, “Biz ancak ıslah edicileriz!’ derler. Bilin ki; gerçekten, asıl fesatçılar bunlardır, ama şuurunda değildirler.” (Bakara, 2/11-12). Görüldüğü üzere, Allah’ın zikrini hayata hâkim kılmak yerine, Allah’ı unutarak hevalarına ya da şeytana ve tağutlara uyanlar, zamanla bu istikamette inanmaya ve artık tercih ettikleri bu bâtıl yolun doğru yol olduğunu, yeryüzünde fesad çıkardıkları hâlde kendilerinin “ıslah ediciler” olduklarını zannetmekte ve ısrarla bu iddiada bulunmaktadırlar. İşte bu tür kimseler, şeytanın işbirlikçisi olup onun fesad projelerine hizmet ederler.

İblis’in insanlar içinden devşirdiği işbirlikçileri; bazen aileden birisi; anne, baba ya da evlat olur ve bu tuzağa düşüp şeytanın işbirlikçisi hâline dönüşerek ailenin ifsadına sebep olur ya da ailenin huzurunu ve birliğini sarsar. Bazen anne ya da baba olur; evladını Allah’a itaatten alıkoyup şeytana itaate yönlendirir ve hatta zorlar. Bazen de, Rabbimizin “… evlatlarınız sizin için ancak bir fitne (bir deneme)dir.” (Tegabun, 64/15.) şeklindeki uyarısına rağmen evladını sevmekte hudutları aşarak evladının kendisi için “bu imtihanı” kaybetme vesilesi bir “fitne” olmasına yol açar. Evladının Rabbine isyan edip şeytana uymasına göz yumarak bâtıl yolda kalmasına vesile olur ve onu kendi elleriyle ateşe iter. Anne ya da babadan birisinin vermeye çalıştığı İslami eğitimi, Kur’anî nasihatleri ve yapmaya çalıştığı emr-i b’il ma’ruf ve nehy-i an’il münker görevini, sözde evladını koruma duygusallığıyla diğeri boşa çıkarır. Böyle yapınca sonuçta evladı gibi kendisi de şeytanın izini tâkip ederek hüsrana sürüklenir. Bazen bu tür azgın evlatlar olur, anne ya da babalarının duygusallıklarını istismar ederek onları da kendileriyle beraber şeytanın yoluna ve azaba sürükler.

Şeytan bazen bir İslamî cemaatin mensubunu devşirip kışkırtır, istişareyle alınan kararlara uymamaya, nefsânî, bireysel ve fevrî davranmaya, emr-i bi’l mâ’ruf gereği yapılan uyarı ve nasihatlere tahammülsüzlüğe ve sonuçta da cemaatten ayrılmaya teşvik ederek cemaat birlikteliğine zarar verir. Nitekim, Rasûlüllah (s) da bir hadisi şerifinde; “Şeytan cemaatten ayrılanla birlikte koşup, onu o yolda teşvik eder.” buyurmuşlardır. Rabbimiz (c), “Allah’ın ipine (Hablullah’a) topluca sarılın ve dağılıp ayrılmayın…” (Âl-i İmran, 3/103), Allah’a ve Resûlü’ne itaat edin ve çekişip birbirinize düşmeyin, çözülüp yılgınlaşırsınız, gücünüz gider…” (Enfal, 8/46) buyurduğu hâlde, şeytan, insanlar içinden devşirdiği işbirlikçileriyle birlikte saldırmak suretiyle ve nefislerini kışkırttığı kimi müslümanları da şuursuz ameleler olarak kullanarak, müslümanların birliğine zarar vermek ister. Bu amaçla Şeytan ve işbirlikçileri, müslümanları, meşru emir sahiplerine ve meşru şura kararlarına itaatsizliğe teşvik eder. En büyük fitne olan kavmiyetçiliği, iktidar olma hırslarını ve siyasi çıkar kavgalarını tahrik eder. Sonuçta Şeytanın devşirdikleri de tıpkı onun gibi bir sapma ile kavmiyetçilik, “milliyetçilik” hastalığına kapılıp kibirlenerek ve nefsanî, siyasî çıkarların peşinden koşarak ümmetin birliğine zarar verirler.

Şeytanın insanlardan devşirip ordusuna kattıkları, bazen de medyatik bir vaiz olur; geleneksel ve modern birçok bid’at ve hurafeyi İslam adına anlatıp kitleleri şeytanın yoluna yönlendirir. Bazen laik-seküler devletlerin emrinde bir “dinî kurum” olur; camileri, vaaz ve hutbeleri kullanarak dini, laik devletin politikalarına destek olacak biçimde araçsallaştırır. İslam adına laiklik ve demokrasiyle uyumlu bir “resmi din” anlatarak, kitleleri bu istikamette yönlendirir. Bazen bir amir, bir yönetici olur; emri altındakileri sapmaya, şeytana uymaya yönlendirir ya da zorlar. Bazen şirkle hükmeden bir siyasi otorite, tağuti bir sistem ya da yönetici olur ve bir toplumu ifsad edip şeytanın yoluna sevk etmeye, zorlamaya çalışır. Bazen laik olup şirkle hükmeden bir parti olur, ama sağdan yaklaşıp yaptıklarını Hak olarak göstererek ve İslam’ı istismar ederek insanları şeytanın yolu olan bâtıl-laik siyaset zeminine çekip Hak’tan uzaklaştırır.

Şeytanın işbirlikçisi, bazen de bu şirk sistemini ve “ehven-i şer” gördüğü yöneticilerini destekleyen, İslami bilgisini de bu amaçla kullanarak Samiri ya da Bel’am rolünü üstlenen bir “âlim, hoca, ilahiyatçı akademisyen, şeyh, cemaat öncüsü vb.” olur. Ve insanları laik-demokratik bâtıl yola sevk etmede “Allah ile aldatma” işlevi görür. Müslümanların, bâtıl yollarda kirlenerek şeytanî projelere malzeme olmasına yol açar. Bazen Vahyin bildirmediği gayba dair alanda entelektüel gevezelik yaparak ya da mesnetsiz, üslupsuz, ölçüsüz ve hikmetsiz tartışmalarla din alanında kargaşa çıkarıp şeytanı sevindirerek insanları İslam’dan uzaklaştıran bir işlev görürler.

Bazen bid’at ve hurafeleri İslam diye sunan şirke bulaşmış tarikat ve tasavvuf kültürünün bir “şeyh”i olur; müritlerini akletmekten, vahye uymaktan uzaklaştırıp meyyit gibi teslim alarak şeytanının yoluna yönlendirir. Hak ile bâtılı karıştırıp Hak diye sunarak ve cennete götüreceğini vaatederek insanları aldatıp cehennemin yoluna sürer.

Şeytanın devşirdikleri bazen de, kendisinin “mehdî”, “mesih” olduğu iddiasıyla ortaya çıkarlar. Çıkışları da Kur’an ve sünnete aykırı olan bu yalancılar, medyayı da kullanarak insanları kendilerine ve sonuçta şeytana kulluğa çağırırlar.

Şeytanın dostu bazen bir iş adamı olur, bir sanatçı ve yazar olur, “sahibi olduğu medyası ve kurduğu televizyonuyla, yaptığı programlar, çevirdiği filmler, yaptığı müzikler, dizi filimler ya da yazdığı kitaplar ile kitleleri ifsad etmeye”, Hak yoldan uzaklaştırıp bâtıl yollara, şeytanî istikamete yönlendirmeye çalışır. Yine bunlar, aynı kanallarla, Kur’an ve sünnete aykırı geleneksel ve modern hurafeleri topluma yayarak, insanların Hak dinden sapmasına zemin hazırlarlar. Sonuçta şeytan bütün bu dostlarıyla birlikte, insanların hırslarını, ihtiraslarını, şöhret, şehvet ve servet eğilimlerini kışkırtarak, fücura ve hevaya uyma potansiyellerini tahrik edip kullanarak kitlelerin sapmasına, fıtratlarının bozulmasına yol açar. Hatta bâtıl yollardan kimi beklentileri cazip ve süslü göstermek suretiyle kimi müslümanları bile etkileyerek bâtıl alanlara çekip, kirlenmelerine, zihinlerinin karışıp dönüşmesine ve sonunda da yaşadıkları gibi inanmalarına sebep olur.

Şeytan, çoğunlukla da küresel şeytani güçler oluşturur ve bunların ele geçirdiği büyük maddi imkânlarla ilâhî, insani ve fıtrî olana saldırır. Allah’tan ve vahiyden koparıp hayvandan aşağıya, “esfelesâfilîne”/”aşağıların aşağısına” sürükleyerek, heva ve zanna tâbi kıldığı müstekbirlerin yönettiği tağutî devletlerle tüm dünya mustaz’aflarına saldırıya geçer. Seküler sapkın paradigmanın ürünü olan kapitalizm ya da sosyalizm, laiklik ve demokrasi gibi ideoloji ve modelleri kullanarak küresel hegemonyayı ele geçirip bütün dünya insanlarını, bu şeytanî yollara yönlendirir ve hatta küresel korsanlıkla terör estirerek buna zorlar. Sonuçta, dünya insanlığı; büyük sapkınlığa ve yozlaşmaya, bâtılın hâkimiyetine ve büyük zulüm olan şirkin egemenliğine, adaletsizliğne, sömürü ve kaosa, kan ve gözyaşına mahkûm olur.

Şeytan, bir taraftan hiçbir çaba harcamaksızın, küresel ve yerel boyutta “insanlardan ve cinlerden edindiği bu atlılar ve yayalardan oluşan ordusuyla” saldırıp kendisine uyan bir kimsenin mallarına ve kazancına ortak olur; etkilediği insanların fikrini, inancını ve amellerini belirler; birtakım maslahat ve kazanımları süslü göstermek suretiyle insanları kandırıp bâtıl yollara sevk ederek ahiretlerine büyük zararlar verir. Diğer taraftan da kendi yönlendirmesiyle işlenen günah, isyan ve kötü davranışların cezasını paylaşmada ortak olmak istemez, kandırdığı kimseleri hesap ve ceza günü yalnız bırakır. Sonuçta şeytan, insanları boş umutlar, beklentiler içine sokarak oyalar, boş başarı vaatleriyle kandırır ve Kur’an-sünnet eksenli sahih İslam anlayışından uzaklaştırıp İslam adı altında bâtıl yolara sevk ederek Allah’a değil de kendisine kulluk yapmalarını sağlar.

Rabbimiz, şeytanın aldatıcı boş vaatlerine kanmaktan, onun yoluna uyarak Hak yoldan uzaklaşmaktan ve onun ifsad edici programlarına hizmet etmekten hepimizi muhafaza buyursun. Allah (c) bizleri, şeytan ve dostlarından oluşan fesad ordusuna karşı ıslah mücadelesi veren tevhid ordusunun fedakâr neferleri kılsın inşaAllah.

İlginizi çekebilir

İstikamet Krizine Girmiş Tevhidî Uyanış Süreci Öncülerini, Hâllerini Sorgulamaya Çağırıyorum – IV. BÖLÜM

İstikamet krizindeki tevhîdî kesimin büyük bir ilkesizlik soncu savrulduğu laik kapitalist AKP iktidarının 20 yıllık iktidarında en büyük yıkım gençlik ve aile üzerinde gerçekleştirilmiştir. Seküler feminizmin ve eşcinselliğin korunup teşvik edilmesine yol açan sözleşme ve yasaların sapkın uygulamaları soncu aileler dağılmış, yeni nesiller sekülerizmin kuşatması altında deizme kadar itilmiştir. Özellikle de tevhîdî kesimin istikamet krizi yaşayan büyük çoğunluğunun destek verdiği son 15 yıllık sürecin politikaları, bu anlamdaki büyük çürüme ve yozlaşmanın zirveye çıkmasına sebep olmuştur.

Bir yanıt yazın