Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Hak Yolda ‘Marjinallik’ Şereftir

Hak Yolda ‘Marjinallik’ Şereftir

Tevhidi kesim içindeki bazı kimselerin, çeşitli nedenlerin etkisiyle, takip etmeleri gerekli uzun soluklu Peygamberi yolu, sıkıntılı ve zorlu yanları da olan vahye uygun yöntemi terk ederek kısa vadeli hesap ve çıkarların dürtüsüyle ve konjonktürel etkilerle sistem içi gayri İslami yöntemlerden medet ummaya başladıklarını ibretle gözlemlemekteyiz. Bugün artık, Batının modern paradigmasının iyice tükendiği, bu seküler paradigmanın en önemli iki üretimi olan komünist ve kapitalist sistemlerin / modellerin ardı ardına çöktüğü, çökerken de geride tam anlamıyla çürümüş, hukuki, siyasi, ekonomik, kültürel ve ahlaki yönden yozlaşmış, insani erdemler ve insanlık onuru zaviyesinden tamamen dibe vurmuş cahili toplumlar bıraktığı gerçeği çok çarpıcı bir sonuç olarak ortada durmaktadır. Buna rağmen, dünya insanlığını bu seküler bataklıktan ve zulümden kurtaracak, bu karanlıklardan aydınlığa çıkaracak tek kurtarıcı mesajı taşıyan muhteşem Kitabımız Kur’an’ı ellerinde bulunduran Müslümanların, bu çürümüş modern paradigmanın ürettiği liberalizm, laiklik ve demokrasi gibi, insanlığa onur kazandıramadıkları belli olmuş, sahici boyutlarda adalet ve haklar sunamadıkları açıkça ortaya çıkmış bulunan vahye aykırı kavram, model ve yöntemlerin peşine düşmeleri ibret verici bir durumdur. Bu çevrelerin, kurtarıcı tek alternatifi gündemleştirmekten vazgeçerek, kurtarıcı, aydınlığa çıkarıcı mesajı taşıyan Kur’an’ı terk edilmiş bırakarak, zalim küresel ve yerel seküler sisteme eklemlenme eğilimi göstermeleri gerçekten düşündürücü, şaşırtıcı ve utandırıcı bir sonuçtur.

İnsanlığı kurtaracak Kur’ani mesajı ısrarla gündemde tutmaları, dosdoğru bir biçimde temsil etmeleri ve onunla ahlaklanarak, vahye dayalı dürüst, ilkeli ve tutarlı bir örneklik oluşturarak şahidliğini üstlenmeleri gerekenlerin, cahili toplumun ve cahili sistemin laik partilerinin arkasına takılma eğilimi göstermeleri, üzerlerine düşen tevhidi sorumlulukları ilkeli, ısrarlı, istikrarlı ve uzun soluklu bir yürüyüşle yerine getirmek yerine umutlarını onlardan gelecek görece özgürleşmeye bağlamış olmaları, temsil ettiklerini iddia ettikleri tevhidi inançla asla bağdaştırılamayacak ciddi bir sapma ve savrulmadır.

İktidar Eksenli Gayri İslami Yöntemlere Savrulma Nedenleri

Kur’an’ın emrettiği kulluk eksenli hayat tasavvurunu ve kulluk eksenli mücadele yöntemini bırakarak, iktidar eksenli, hevaya dayalı sistem ve yöntemlere savrulmanın pekçok sebeblerinden bazılarını kısaca zikretmek istiyorum.

1- Kur’an okumayı “hakkıyla” gerçekleştirememek ve hayatın içinde sürekli kılamamak. Hilkat ve Hakikat kitabını okumada yüzeysellik, sığlık. Kur’an’ı, içselleştirmeden ve hayatla bağını kuramadan okumak. Teorik bir okuyuşa hapsedip indiği ve ilk inşa ettiği hayatla ve bugünkü hayatla bağını kuramadan okumak. Kur’an’ı, Resulün ve ilk neslin örnekliğini, mücadele sünnetini dikkate almadan okumak. Kur’an’dan elde edilen bilgileri, salt bir tarih bilgisi olarak algılayıp, vazedilen kavramları, hükümleri ve ölçüleri bugüne taşıyamamak, bugünkü toplumdaki karşılıklarını tefekkür edememek. Siyasi, sosyal, hukuki ve ekonomik alanı düzenleyen kimi hüküm ve kavramları tarihe gömen tarihselci bir yaklaşımla Kur’an algı ve anlayışında tahrifata yol açmak ya da rölativist (göreceli) yaklaşımla Kur’an’ın herkese farklı şeyler söylediğini iddia etmek.

2- Kur’an’la teçhiz olmadan, Furkan’ın ölçüsünü kazanmadan gerçekleştirilen diğer okumalar, özellikle de modern olana dair ilkesiz ve ölçüsüz okumalar sonucunda Batı kültüründen etkilenilmesi ve olaylara, dünyaya, hayata serküler mantık ve ölçülerle bakılmaya başlanması. Bunun sonucunda da, Kur’ani kavramları, yöntemi, modeli günümüze taşıyamayan, bugünkü bireysel ve toplumsal hayatlarında ete kemiğe büründüremeyen, hayat, ahlak ve kimlik olarak ibraz edemeyen bu zihinlerin başka kavram ve modellerin istilasına maruz kalması. İşte bu sebeple, kendini Batının seküler/modern kavramlarıyla ifade etme ve tanımlama eğiliminin yaygınlaşması ve nötr olmayan bu kavramların dönüştürme etkisi yapması neticesinde de fikri değişimlerin yaşanması.

3- Kimi korkuların yönlendirmesi. Bazılarında da, egemen sistemin baskı ve zulümlerinden kurtulmak, daha rahat çalışma imkanlarına kavuşmak amacıyla sistemin meşru saydığı alanlara doğru geçme eğilimi güçlenmektedir. Bu tip insanlar fazla sıkıntılara katlanmadan, bedel ödemeden, kolayca bir takım sonuçlara ulaşmayı arzu etmektedirler. Bu sebeple de, kendi özgün yol ve yöntemlerini kolayca terk edebilmektedirler.

4- Çıkar eksenli hesaplar.İkbal, iktidar, makam, mevki, kredi, ihale kapma amaçlı sisteme eklemlenmeler, süreklilik arz eden, en yaygın ve en etkili savrulmalardır. (bilindiği üzere bu konuda CIA’ya rapor hazırlayan bir kuruluşun önerileri arasında “radikal” Müslümaları sisteme eklemlemek için iki yol gösterilmişti: –Demokratik platforma çekip, siyaset yapmalarını sağlamak. –Kredi-ihale verip ticaret yapmalarının önünü açmak).

5- Dünyevileşme. Dini, bireysel ibadetler alanıyla sınırlayıp, siyasi, hukuki, ekonomik alanı dinden soyutlayarak, kapitalist üretim ve tüketim kültürünü içselleştirip protestanlaşma eğilimi içine girmek de, iktidar eksenli sistem içi yönteme savrulmanın çok önemli bir sebebi olarak öne çıkmaktadır. Bu sapma, Özal iktidarıyla ivme kazanıp, AKP ile zirveye çıkan sekülerleşme sürecinin dönüştürme etkisi bakımından, son dönemin en belirgin özelliği haline gelmiş bulunmaktadır.

6- Acelecilik. Kimilerinin uzun soluklu, fedekarlık isteyen, riski ve bedel ödemeyi gerektiren sıkıntılı bir mücadele ve yürüyüşe nefeslerin yetmemesi. Bıkkınlık, yılgınlık, yorgunluk psikolojisinin yaygınlaşması sonucunda, uzun zaman alacağı anlaşılan İslami sisteme ulaşmaktan umudunu kesip, ‘bunca zaman uğraştık, bekledik ama hiçbir başarı(!) elde edemedik, üstelik dünyada da bir takım imkanlardan mahrum kaldık, yaşımız da ilerledi, bari bundan sonra ve bir an önce iktidardan ve ranttan pay kapalım’ yaklaşımına yönelinmesi.

7- Marjinalliktan bıkmak ve bir an önce kitlelerle buluşmayı arzu etmek ve böylece itibar kazanacağını zannetmek. Toplumda itibar görmek arzusunun galebe çalması sonucunda, dönüştürme iddiasıyla kendisine yönelindiği halde davete icabet etmeyen toplumun cahili değerlerine doğru savrulmak. ‘Madem onlar bizim davetimize gelmiyor, o halde biz onlara gidip kucaklaşalım ve böylece kitleleşelim’ arzusuyla, toplumun geleneksel ve modern hurafelerinde bir takım güzelliklerin varlığını keşfetme eğilimi içine girmek. İzzetin, itibarın, onurun tamamı Allah’ın yanındayken, izzeti yanlış yerde aramak.

8- Kuşatılmışlık psikolojisi ile kuşatmayı yarma çabasının sıkıntısına katlanmak yerine, “boşuna uğraşmayalım başaramayız” yılgınlığı ve bunun yol açtığı mağlubiyet psikolojisiyle egemen güce sığınmak, kuşatmaya teslim olmak.

9- İman ettiği değer ve ölçüler hakkında mutmain olamama, emin olamama sonucunda, kendi ilke ve yönteminden şüpheye düşme, “ya diğerleri doğruysa” şüphesiyle yanlış alanda doğru olanı arama, hak ile batılı karıştırma.

10- Kur’an hükümlerini hayat düsturu haline getirememek, Kur’an’la ahlaklanamamak. Başlangıçda dış tesirlerin sebep olduğu duygu ve heyecanlarla yöneldiği İslami çizginin, yeterli eğitimle altını dolduramamak, İslami duygu ve duyarlılığı, sahih bilgiye dayalı tevhidi bilince dönüştürememek ve 28 Şubat benzeri darbe ve baskı rüzgarlarıyla oluşan konjonktürel kırılma anlarında, kolayca geriye dönmek. Fikirde ve tavırda yüzeysellik, derinlikten uzak, sloganik eğilimlere sahip olmak. Duygular, umutlar, beklentiler, korkular, sevgiler üzerinde vahyin ve aklın denetimini kuramamak.

11- Çözüm üretememek ya da alternetif projeler oluşturmamak, somut ve önemli başarılar(!) elde edememek sebebiyle bunalıp ‘biz bir şey yapmıyoruz’ bari ‘yanlış da olsa bir şeyler yapanlara’ katılalım anlayışıyla, uzlaşmacı, hurafeci kesimlere, sistemle uzlaşma halindekilere, batılda kitleleşip kurumlaşanlara doğru meyletmek.

12- Ülke sorunlarına acil çözüm getirmek isteyenlerin, “madem ki İslam’ın gelmesi uzun süreli bir uğraş gerektiriyor ve bugün mümkün değil, o halde mevcut sorunlara bu sistem içinde çözümler getirelimdiyerek gayri İslami projelerin arkasına takılma eğilimlerine kapılmak.

13- Bazı Müslüman kesimlerin gayri İslami sistemin, kurumlarını, makamlarını ve yöneticelerini gözlerinde büyütmeleri ve onlardan görecekleri kücük bir ilgi ve itibardan çok fazla etkilenmeleri ve bu sebeple onlara meyletmeleri ya da tersine bir tepki aldıklarında da hemen korkup bir kenara çekilme eğilimi göstermeleri.

14- Resmi ideolojiden ve ilkelerinden ve bunların sağladığı kirlenmeden tam anlamıyla arınamayanların, çeşitli etkilerle, zaten var olan devletci, uluscu, Türkiyeci, muhafazakar damarlarının kabarmasıve İslami duyarlıklıkların yükseldiği süreçlerde derine çekilmiş bu tür cahili eğilimlerin, tersine gelişen süreçlerde yeniden depreşmesi.

Takip Etmemiz Gereken Yol, Peygamberlerin Yoludur

İnsanlık, bilinen tarihi serüveninde, ne zaman cahiliyeyi üretip, cahiliye ile kuşatılmış bir hayatı yaşamaya başlamışsa, Rabbimiz mutlaka tarihe ve topluma müdahale etmiş ve cahiliyeden kurtularak tevhidi istikamete yönelmeleri, yeniden şeref ve onur kazanmaları için uyarıcılar ve şahidler olarak Resullerini göndermiştir. Peygamberlerin yolunun yolcusu olan muvahhidler de, her dönemde, bu cahili toplumları uyarmaya, vahiyle arındırmaya, yeniden inşa ve ıslaha çalıştılar. Elhamdülillah, Rabbimizin lütfu ve muvahhidlerin samimi gayretleriyle bu tevhidi gelenek zinciri hiç kopmadı. Kopacak derecede zayıfladığı dönemler yaşanmasına rağmen, her dönemdeki, sadece Allah rızasını gözeten ve bu amacı, stratejik, vazgeçilmez, taviz verilmez bir hedef haline getiren vahiy şahidlerinin, Kur’an ahlakıyla ahlâklanan ve kulluk sorumluluğunu ihlasla kuşanan, Allah yoluna adanmış örnek ve öncülerin çabalarıyla hiç kopmadan devam etti. Bu sebeple, biz de bu yolun kutlu öncülerinin, Peygamberlerin, ıslah önderlerinin, ihya ve ıslah çabalarını sürekli kılan muvahhitlerin yolunun yolcusu ve o zincirin son halkasını oluşturup bizden sonraki halkalarla bütünleşmesinin vesilesi olmaya çalışmalıyız. Bu hedefe kilitlenmek, bizim için çok büyük, çok önemli ve asla ertelenemez, vazgeçilemez bir sorumluluktur.

Kimi gündelik olaylar, bir takım dünyevi hesaplar, çıkarlar, korkular ve kimi konjonktürel ihtiyaçlar, beklentiler bizi bu temel ve stratejik hedefimizden alıkoyamamalıdır. Şeytan ve dostları, tağuti sistemler ve müstekbirler, pek çok iğvalar, saptırma çabaları ve propagandalarla, korku ve yasaklara dayalı politikalarla, işkence, zulüm ve cezai tehditlerle veya dünyevi menfaatler dağıtıp dünyanın süslerine bağlanmaya, şehvetlerin peşine takılmaya tahrik ve teşvik ederek, toplumu Allah yolundan uzaklaştırmaya çalışabilirler. Ya da uzlaşma teklifleriyle hak-batıl karışımı “ılımlı” anlayışlar, görece özgürlükçü sistemler üretip, bunlara razı olacak tavizlere yönlendirebilirler. Dağıttıkları imkânlara, makamlara, ihalelere ya da vaat ettikleri görece özgürleşme ve refaha çağırarak, pragmatizmin çürütücü girdaplarında, çıkarlar uğruna, özgürlük beklenti ve umutları adına, bizi biz yapan ilkelerimizi terk etmeyi, inkılâpçı ruhu kaybederek sonunda sisteme eklemlenmeye götürecek süreçlere katılmayı cazip teklifler halinde sunabilirler. Ya da biz zanlarımızla, ilkesiz okumalarımızla ulaştığımız yönlendirilmiş eğilimlerimizle ürettiğimiz bu tür maslahatları esas alarak, sistem içi araçlardan faydalanma uğrunda temel stratejik çizgimizden ve sahih hedefimizden uzaklaştıracak yollara kayabiliriz. İşte bütün bu konularda çok dikkatli ve titiz olmalıyız. Bizim için bir imtihan vesilesi olan bütün bu engelleri, saptırma çaba ve eğilimlerini aşarak, ahiret, hesap ve kulluk bilinciyle, ne pahasına olursa olsun sırat-ı müstakımde ayaklarımızı sabit tutacak onurlu bir direnişi sergilemeliyiz. Her şeye rağmen, esas gündemimiz olması gereken İslami kimlik ve değerlerimizi savunmaktan, vahye dayalı sahih bir din anlayışını oluşturup, Kur’an ahlakıyla ahlaklanmaktan hiçbir sebeple vazgeçmemeliyiz. Tıpkı Resulün (s) ve ilk neslin yaptığı gibi, geleneksel ve modern cahiliyeden tam anlamıyla ayrışıp uzaklaşarak, bu kurtarıcı mesajın doğru şahitliğini yapmalı, tevhidi mücadelemizden tavize asla yanaşmamalıyız.

Ne yaparsanız yapın, nereyi ele geçirirseniz geçirin, toplum adaletle yönetilmeye, Allah’ın hükümleriyle hükmedilmeye müstahak olmadıkça, Nuh (as) döneminde olduğu gibi 950 yıl geçse de, İslami adalet sistemi asla gelmeyecektir. Ama toplum özündekini tevhide doğru değiştirirse, Mekke’de ve Medine’de çok kısa bir zamanda gerçekleştiği gibi, İslami devletin, İslami sistemin kurulması, çok kısa sürelerde de mümkün olabilecektir. Yani toplumun davete icabet edip, özündekini vahyin ölçüleriyle değiştirmesi, samimiyetle ve gönüllü olarak Allah’a teslim olmayı tercih etmesi gerçekleştiğinde, yasa hemen sonuç vermekte ve Allah İslami sistemi takdir etmektedir. Evet, toplum özündekini süratle değiştirirse süre çok kısalabilir, ama değiştirmezse, davete icabet etmezse, cahiliyede direnirse o zaman da yüzyıllara ulaşabilir. Onun için bizim yapmamız gereken şey başka yöntemlere takılmamak, Allah rızası için kendi gündemimizle meşgul olmaktır. Bu sebeple, sadece davet, tebliğ, emri bil maruf, eğitim ve vahyin şahitliği konularında yoğunlaşmalı, vahyin ölçüleri içerisinde toplumun doğru bir istikamette, tevhidi bir istikamette, şirkten tevhide doğru, tağutlardan Allah’a doğru hicret etmesine, kendisini değiştirip dönüştürmesine vesile olacak hayırlı katkılarda bulunmalı ve bu toplumsal sorumluluğumuzu yerine getirmeliyiz.

Bu Kutlu Yolda Marjinallikle Suçlanmak Bizi Yıldırmamalı

İşte bu kutlu ama uzun ve zahmetli yolculukta, davet ve şahitlik yolunda, tavize yanaşmadığımız, toplumun cahili değerlerine doğru savrulup, şirk ve zulümle uzlaşarak kitleleşmediğimiz için marjinallikle suçlanabiliriz. Bir avuç adam diye gösterilebiliriz. Ama şunu bilmek zorundayız. Bütün Peygamberler de, önce marjinaldiler. Hz. Muhammed (s)’in Safa tepesinde bir kayanın üstüne çıkıp, İslam’ın ilk mitingi denilen o mitingin yapıldığı meydanda, bütün kabilelerin isimlerini sayarak gerçekleştirdiği hitabında, karşısında olanların hiçbirisi onun gibi düşünmüyordu. Yani İslam davasında tek başınaydı. Biz bugün bir mitingde konuştuğumuz zaman bizi alkışlayıp tekbirle destekleyen bir kalabalıkla muhatap oluyoruz. Allah’ın Resulu (s) İslam’ın ilk mitinginde, karşısındaki insanların hiçbirisinin kendisi gibi düşünmediğini bilerek konuşma yapıyordu. Müthiş bir şey bu, bütün dünya karşısında o tek başına başlıyor. Bu derece marjinal bir konumda bulunuyor. Birçok peygamber bu marjinal konumdan da çıkamadan ömrünü ve görevini tamamlayarak “marjinal” olarak Rabbine dönüyor. Çünkü toplumlar cahil ve zalim oldukları için, davete icabet etmedikleri gibi bir de zulmediyorlar, işkence ediyorlar, birçok peygamberi de şehit ediyorlar.

Bir fikir, düşünce ve duruşun taraftarlarının marjinal olması, azınlığı teşkil etmesi, onun yanlışlığının ve terk edilmesi gerektiğinin delili olarak ileri sürülemez. Aslında toplumlarda büyük değişim ve dönüşümlere sebep olan fikir ve çabalar başlangıçta hep marjinal konumda bulunmuşlardır. Toplumlara hamle yaptıran, ileriye taşıyan köklü fikir ve düşüncelerin sahipleri de hep tek kişi olarak başlamışlar ve bu büyük dönüşümün yolundaki ilk adımları da ya tek başlarına ya da birkaç kişiyle atmışlardır. Marjinallikten kurtulup bir an önce ve ilkesizce kitleleşmek, aceleyle dünyevi sonuçlar elde etmek isteyenler; dönüştürmek istedikleri toplumdan farklarını oluşturan temel ilkelerini terk ederek, değiştirmek için yola çıktıkları statükoya ve toplumun cahili değerlerine savrulmaktan kurtulamazlar.

Hak ve adalet çizgisinde ısrarlı olmaktan kaynaklanan marjinallik şüphesiz ki şereftir. İnsanlığa hayırlı büyük değişim ve dönüşümlere sebep olan çabalar başlangıçta hep marjinal olmuşlardır. Önemli olan azınlıkta olup olmamak değil, doğru konumda bulunup bulunmamaktır. Kur’an birçok ayetinde “insanların çoğunun bilmeme” noktasında bulunduğunu ve hakikate kendilerini kapatan konumları tercih ettiklerini vurguluyor. İblis ilk isyanı gerçekleştirip şeytanlık, saptırıcılık fonksiyonunu üstlendikten sonra, Rabb’imize hitaben, “onların çoğunu şükredici bulamayacaksın” (A’râf Suresi 16-17)diyor.Bir başka ayette ise, “iman edip salih amellerde bulunanlar başka. Onlar da ne kadar azdır” (Sâd Suresi 24) hükmü yer alıyor.

O halde anlamlı, değerli, itibarlı ya da doğru olmanın ölçüsü çoğunlukta olmak veya dünyada somut sonuçlar elde etmek değildir. Tek kişi bile kalsalar, hak, adalet ve tevhid çizgisinde bulunan kişilerin durduğu yer doğru, isabetli, değerli ve anlamlıdır. Hak istikametteki büyük değişimlerin yolunu açanlar da, hep marjinal kalma pahasına temel ilke ve değerlerinden taviz vermeden istikrarlı ve süreklilik arz eden onurlu ve şahsiyetli duruş ve çabaları ortaya koyanlar olmuştur. Bu anlamda bütün Peygamberler de marjinaldiler. Hatta toplumlarının çoğunluğunun, yani marjinal olmayanların yanlışta direnmesi, yalanlaması sebebiyle pek çokları da marjinal olmaktan hiç kurtulamadan ömürlerini ve görevlerini tamamladılar. Mesela NUH (s), 950 yıllık; tebliği, fesada karşı ıslah edici çabayı ve marufu emredip münkere karşı durmayı içeren tevhid ve adalet mücadelesinde, toplumun batılda direnmesi sonucu bir gemi dolduracak kadar insana bile ulaşamamış ve seküler mantığın ifadesiyle dünyada bir sonuç ya da başarı da elde edememiş, iktidar da olamamıştı.

Sonuç almak, başarılı olmak tamamen Allah’ın takdir alanına giren hususlardır. Bizim irademize bırakılmış olan ise, ne pahasına ve hangi şartlar altında olursa olsun, mutlaka yaratılış amacımız istikametinde üzerimize düşen kulluk görevimizi yerine getirmekten, Hakikatin mesajını hayatımızda örnekleyerek ısrarla insanlara ulaştırmaktan, tevhidin ve adaletin ikamesi için hayırlı, olumlu adımlar atmaktan, bu çabalarımızı ısrarla ve Allah rızası için sürdürmekten ibarettir. Bize düşen, siyasi ve dünyevi çıkarlarımız uğruna, bizi biz yapan bize şahsiyet ve şeref kazandıran temel ilkelerimizi, imani ve ahlaki değerlerimizi terk etmemektir. Niteliksiz kalabalıkların, küresel ve yerel zalimlerin istekleri yerine getirilerek, ilkeler feda edilerek belki marjinallikten kurtulmak mümkün olabilir, ancak bunun itibar kazandıran onurlu bir tutum olduğu söylenemez. Çünkü Kur’an “izzetin, onurun, şerefin tamamının Allah’ın yanında olduğunu” (Nisa Suresi 139) açıkça beyan etmiş bulunmaktadır. Onun için, izzeti ve itibarı yanlış yerlerde aramaktan Allah’a sığınmalıyız.

O halde, Kur’an’da da zikredilen güzel örnekleri dikkate alarak, asla marjinallikten korkmayacağız. Yani bir avuç olmaktan korkmayacağız, yılmayacağız, umutsuzluğa kapılmayacağız. Tek kişi bile olsak, söylediğimiz doğruysa, hakka dayanıyorsa biz haklıyız ve güçlüyüz demektir. Tevhidi istikametimizi, ölüm bize gelene kadar sürdürmek durumundayız. Önemli olan ve dikkat etmemiz gereken şudur, yeter ki biz nefsimizden kaynaklanan bir zorluğu Allah’ın dinine katmayalım. Allah’ın dinini zorlaştırmayalım. Eğer nefsimizden kaynaklanan böyle bir durum varsa, işte bu bir beladır, musibettir, Allah bizi bundan korusun. “Emri bil maruf” yaparak birbirimizi uyaralım, nefsimizi vahyin ölçüleri ve Peygamberi güzel örneklikle sürekli sorgulayalım ve böyle kötü bir duruma düşmemeye çalışalım. Kendimizi, “biz Allah’ın dinini zorlaştırıyor muyuz” diye sık sık hesaba çekelim, sorgulayalım ve düzeltelim. Ama bunu yapmıyor ve Kur’an’ın mesajını insanlara dosdoğru götürüyorsak ve insanlar buna icabet etmiyorsa, o zaman da sorumluluk davete karşı direnen insanlarındır, bizim yapacak bir şeyimiz yoktur. Biz, toplumun daveti reddetmesi sebebiyle bir avuç da kalsak, tevhidi davet yolumuza Allah için dosdoğru devam etmek zorundayız.

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?