Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Konferans / Mü’min olmadan Müslim olunamaz, Müslim olmadan da Mü’min kalınamaz

Mü’min olmadan Müslim olunamaz, Müslim olmadan da Mü’min kalınamaz

Bismillâhirrahmânirrahîm

Bu videoyu, aşağıdaki açıklamayı okuduktan sonra izlemenizi tavsiye ederim.

Mü’min ve Müslim olmak; birbirinin sebebi ve sonucu olan ve birbirini tamamlayan, biri olmadığında diğerinin de olamayacağı hallere işaret eder.

Mü’min olmadan yani iman etmeden yapılan ameller, salih amel ve Allah katında makbul olan ibadetler niteliğini kazanmaz. Zaten şirk koşanların amelleri boşa gider. Öncelikle sağlam ve şirk bulaştırılmamış tevhidî bir iman olmalıdır ki, o imanın hayata yansıması olan ameller Allah katında makbul ve o kişi de Allah’a teslim olmuş bir Müslim olsun.

Müslim olunmadan da mü’min olarak kalınamaz. Yani iman edildiği iddia edilen değerler hayata taşınıp yaşanmazsa, hayatta Allah’a teslim olunmaz, vahye uyumlu bir hayat yaşanarak Müslim olunmazsa bu sefer de iman yaşayamaz, imanın ispatı mahiyetindeki Salih ameller yapılmadığında, ibadetlerin bıraktığı bu boşluğu günahlar doldurur ve günahları kişiyi kuşatınca da imanı yok edip o kişiyi ebedî cehennemlik yapar.
“Evet kim bir günah işlemiş de kendi günahı kendisini her yandan kuşatmış ise, işte öyleleri ateş ehlidirler ve orada ebedî kalıcıdırlar.” “İman edip salih ameller işleyenler ise cennetliklerdir. Onlar orada ebedî kalacaklardır.” (Bakara, 2/81, 82).

Özetle ifade edecek olursak; mü’min olmadan müslim olunamaz, müslim olmadan da mü’min kalınamaz.

“Erkek olsun kadın olsun, bir mü’min olarak kim salih bir amelde bulunursa, hiç şüphesiz biz onu güzel bir hayatla yaşatırız ve onların karşılığını, yaptıklarının en güzeliyle muhakkak veririz.” (Nahl, 16/97)

Anlaşılmaktadır ki, sâlih amelin mutlaka dayanması gereken köklü bir dayanağı olması gerekir, bu da, imandır. Âyette “iman etmiş olarak sâlih amel işlerse” ifadesinin yer alması gösteriyor ki, iman olmadan, sâlih amelin bir faydası olmamaktadır. Hatta, bir amelin, sâlih olabilmesi için, imana bağlı olarak yapılması gerekmektedir. Zaten âyetlerde, imanın, sâlih amelden önce gelmesinde, sâlih amelin, imandan doğup neşv vü nemâ bulduğuna işaret vardır. O halde sâlih amel ile iman arasında önemli bir bağ vardır. Kötülüklerin keffâreti ve kişinin en güzel şekilde mükâfatlandırılması, iman ve sâlih amelleri işlemeye bağlanmaktadır. (Ankebût, 29/7)

“Andolsun, sana ve senden öncekilere vahyolundu (ki): ‘Eğer şirk koşacak olursan, şüphesiz amellerin boşa çıkacak ve elbette sen, hüsrana uğrayanlardan olacaksın.” (Zümer, 65)

Görüldüğü üzere tevhidî bir imanı olmayan ya da imanına şirk bulaştıran kişinin, zahiren müslim kişinin amellerini yapıyor olması onu Allah’a teslim olan bir Müslim konumuna getirmez. Çünkü şirk koşanın amellerinin boşa çıkacağı bildirilmiştir. Bu sebeple Müslim olabilmek için öncelikle şirk katılmamış tevhidî bir imanın sahibi olmak gerekir.

Sâlih amel, imanı olgunlaştırma ve tamamlama özelliğine sahip olmasının yanında, imanın semeresi ve sıhhatidir de. Allah katında makbul olan sâlih amel, ancak o amelin mü’min olarak yapılmasıyla mümkündür. Mü’min olmayanın zâhiren sâlih amel olarak görünen ameli geçersizdir ve sahibine âhirette bir şey kazandırmaz. “Şu halde, kim mü’min olarak bir sâlih amel işlerse, çalışması asla inkâr edilmez. Şüphesiz biz onu yazmaktayız.”(Enbiyâ, 21/94). Mükâfaatlandırılacak olanlar, ancak mü’min olarak sâlih ameller işleyenlerdir.

“Kim de O’na sâlih ameller işlemiş bir mü’min olarak gelirse, işte onlar için yüksek dereceler vardır.”(Tâhâ, 20/75).
“Erkek ve kadından her kim iman ederek sâlih amel işlerse işte onlar, cennete girecekler, orada onlara hesapsız rızık verilecektir.” (Mü’min, 40/40 ve bak. Meryem, 19/60; Nisâ, 4/124; Teğâbün, 64/9; Talak, 65/11).

İmanın varlığının en güzel ispatı, vahye sarılmak ve gereğince yaşamaktır. Vahye sarılmaksızın Allah’a bağlanmak mümkün değildir. Vahyin mü’minlerden istediği, onu dinlemek ve ona tâbi olmaktır. Mü’min ve Müslim olmanın gereği, vahyi, Rasûlün örnekliğinde hayata hâkim kılmaktır.

İmansız sâlih amel olmaz, ama sâlih amel olmadan da iman yaşayamaz. Tabiri caizse, sâlih amel imanın gıdası gibidir. İmanın gereği, hayatın bütününde Allah’ın hükümlerini hâkim kılarak hayatı ibadet kılmaya çalışmaktır. İmanın varlığı ya da yokluğu, bütün hayat alanlarında yapılan amellerde tezahür eden yansımasıyla belli olur.

Şirk koşmak ya da imanına şirk bulaştırmak, sanıldığı kadar zor gerçekleşen bir durum değil, aksine dikkatli ve ilkeli duruşta ısrarlı bir uyanıklık olmazsa çok kolay gerçekleşen ve çok yaygın olan bir durumdur. Bu yüzden Rabbimiz çok sayıda âyetiyle uyarmaktadır. Hüsrana götüren bu yaygın sapmaya sürüklenenler yanında hidâyete ve kurtuluşa erecek olanlar ise, En’âm Sûresi 82. âyette “iman ettikten sonra imanlarına şirk bulaştırmayanlar” olarak tanımlanmıştır: “İman edip de imanlarına zulmü (şirki) bulaştırmayanlar (karıştırmayanlar/giydirmeyenler) var ya; işte güven onların hakkıdır. Doğru yolu bulmuş (hidâyete ulaşmış) olanlar da onlardır”. İmana karışan in­kâr değil, şirktir. Çünkü şirkte Allah’ı inkâr etmek yoktur. Allah’ı kabul­lenme olduğu halde, hayatında O’ndan başkalarını da ilah olarak konumlandırmak söz konusudur. Hâlbuki in­kâr, tamamen reddetmek, yani Allah’ın varlığını kabul etmemektir. “Îman edip de imanlarına herhangi bir şirki karıştırma­yanlar” derken, aslında iman eden insanların şirke bulaşma ihtimallerinin oldu­ğuna dikkat çekilmektedir. Güvende olanların, imanına şirk bulaştırmadan sırat-ı müstakimde istikrarlı olarak devam edenler olduğu bildirilmektedir.

İlginizi çekebilir

Ümmete Çağrı – Şiir

Mehmet PAMAK'ın 2000 yılında kaleme aldığı "Ümmete Çağrı" isimli şiiri kendi sesinden istifadenize sunuyoruz.

Bir yanıt yazın