Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Konferans / Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri

Kürt Sorunu ve Çözüm Önerileri

“Türkiye’de kurulan sistem, İslam şeriatını tehdit ve düşman konumuna oturtup, ümmet bilincini dışlayarak ve hilafeti kaldırarak, laik batıcı Kemalizmi, Türk ulusalcılığını, pozitivizmi ve sekülerizmi içeren resmi ideolojiyi dinleştirip bütün topluma dayatınca; başlangıçta İslami kimlik, İslam hukuku/şeriatı, ümmet bilinci ve Müslüman halk ötekileştirilip, düşmanlaştırıldı. Tehdit ve düşman algısında 1. sıraya oturtuldu. Evet böylece, İslam şeriatı ve ümmet bilinci “irtica” olarak yaftalanıp, bu ortak değerlerin kaldırılması sonucunda da, İslam’dan boşaltılan ortak üst kimlik alanını doldurmak amacıyla Türk ulusalcılığına dayalı resmi din olan Kemalizmin İslam düşmanı laiklik anlayışıyla Batının seküler değerleri kutsallaştırılıp, bu resmi ideoloji bütün halklara bütün hayat alanlarında dayatıldı. Daha sonra bu tercihin kaçınılmaz sonucu olarak, Türk ulusalcısı resmi ideoloji önünde engel görülen Kürt kimliği, Kürt anadili de ötekileştirilip, düşman ve tehdit algısının 2. sırasına yerleştirildi. Çünkü aynı resmi dinin yani “ulusalcı laik Kemalizm”in diğer temel ayağı ise Türkçülük olduğu ve bütün kavimleri eşdeğer saygıdeğer konumda gören, adaletle kucaklayıp kardeşleştiren İslam ve ümmet bilinci dışlandığı için Kürt kimliği de İslami kimlik gibi ötekileştirilip dışlanmış ve aynı inkârcı asimilasyoncu politikalara muhatap kılınmıştır. Bu iki “iç düşman”a karşı takip edilen şiddet eksenli inkâr, asimilasyon politika ve uygulamalarıyla, katliamlar, işkenceler, faili meçhuller, yargısız infazlar, köy yakmalar, göçe zorlamalar, mecburi iskânlarla büyük, yaygın ve derin zulümler gerçekleştirilerek ülke tam bir zulüm bataklığına dönüştürüldü. İşte büyük acı ve ıstırapların biriktiği, sürekli kanayan yaraların kangrenleştiği Kürt sorunu böyle oluştu.

 

Bilinmelidir ki, şirk sisteminin en temel düşmanı yüzyıllarca halkların arasında kardeşliği tesis etmiş olan İslami kimliktir, İslam şeriatıdır ve ümmet bilincidir. Bu birinci kimliğin reddedilmesi ikincil olarak ve bu ilk reddediş sebebiyle Kürt kimliğinin de reddine yol açmıştır ve Kürt sorununu doğurmuştur. Bu sebeple, birinci mesele çözülse, yani İslami kimliğin reddinden ve İslam şeriatı ile savaşmaktan vazgeçilip, İslam’ın adalet sistemi tekrar tesis edilse, Kürt sorunu da otomatikman çözüme kavuşabilecektir.

 

Bu sebeple, Kürt sorununun da temel, kalıcı, sahici ve adil çözümü için, öncelikle ve mutlaka İslami kimlik sorununun çözülmesi, bütün kavimleri adaletle kucaklayıp, eşit haklara sahip kardeşler kılan İslami sistemin kurulması ve tabii ki, Türk ulusalcısı resmi ideolojinin ve dayandığı modern paradigmanın döktüğü kanlar ve yaşattığı acılarla beraber tarihin çöplüğüne atılması gerekmektedir. Bundan dolayı, Kürt, Türk bütün Müslüman halkların, aslında bu sorununun da en köklü çözümünü sağlayacak İslami mücadeleyi öncelemeleri gerekmektedir. İslami adalet sisteminin kurulması taleplerini öne çıkarıp, bu amaç doğrultusunda, insanları hemcinslerine kul olmaktan kurtarıp sadece yaratıcıya kulluğa ulaştırarak insanlık onur ve şerefine kavuşturacak olan Kur’an vahyiyle toplumu yeniden inşa etmeye yönelmeleri, tüm bölge halkları için, hem dünyada adaleti hem de ahrette kurtuluşu getirecek en akıllıca tercih olacaktır.

 

Kur’an’a yönelişin önünü kesmek isteyenler,

Kürt halkını sekülerleştirme projelerini devreye soktular

 

Türkçülüğü esas alan Kemalist kadroların Türk kesiminde sekülerleşmeyi, batılılaşmayı sağlamada daha tesirli olmaları, Kürtlerin ise geleneksel de olsa İslami kimliklerine sarılarak buna direnmesi ve bu dindar halkın bölgedeki İslami yeniden uyanış için önemli bir potansiyeli barındırıyor olması, hem yerli oligarşinin, hem de arkasındaki Batılıların ortak tespitleri ve rahatsızlıklarıydı. Ve çok korktukları İslami diriliş ya da onların ifadeleriyle “irtica” için önemli bir yatak olan bu alandaki insanların da bir an önce sekülerleştirilmesi, modernleştirilmesi ve Batının mutlaklaştırdığı sapkın değerlerine eklemlenmesi isteniyordu.

 

Böylece, Batılılar ve Batıcı Türkçü ulusalcı Kemalistler bir yandan kendi içinden Kürt halkını sekülerleştirecek kimi Kürtçü Batıcı muhalif kesimlerin yolunu açtılar. Diğer yandan da, kimi provakasyonlarla İslami alternatifi halkın gözünden düşürecek ya da sindirip geri çekilmeye zorlayacak, bölgedeki etkinliğini azaltacak tedbirleri aldılar. Abdullah Öcalan ve PKK ise, Türk halkını dönüştüren Kemalistlerin uyguladığı sekülerleştirme projesini, Kürt halkı için aynen taklitle Kürt Kemalizmini oluşturmaya yöneldiler. Türk Kemalistlerin yolunu ve istikametini gösteren sekülerleşme, batılılaşma, ulusçuluk, “Kur’an’ı kapatın kadını açın” söylem ve eylemi, Kürt Kemalistlerce aynen taklit edildi, hatta bu amaç için egemen zulüm odağı kimi asker bürokratlarla işbirliği yapmaları bile söz konusu oldu. 28 Şubat gibi Müslümanlara yönelik darbeleri, baskıları doğru bulduklarını, TSK ile laiklik ve İslam şeriatına karşıtlık ortak paydasında buluştuklarını, farklı düşünmediklerini bile açıkladılar.

 

Halbuki özgürlüğü ve hakları için savaştıklarını iddia ettikleri Kürt halkının, Kürt kimlik haklarından önce İslami kimlikle ilgili hak ve özgürlükleri, bugün işbirliği yapıp taklit ettikleri Türk Kemalistlerce gasp edilmişti. Bugüne kadar, haklarını savundukları Kürt halkının yok edilen, yasaklanan İslami kimlik haklarıyla ilgili tek bir talepte bulunmadıkları gibi, tam tersine İslami kimlikle savaşan darbecileri haklı bulduklarını bile söylemişlerdir. Bizler ise adil İslami kimliğimizle Kürt halkının hem kavmi kimlik haklarını, hem de İslami kimlik haklarını birlikte savunmaktayız.

 

Batıcı laik ve İslam karşıtı bu tercihleri ve bu tercih istikametinde Kürt halkını Sekülerleştirme, dönüştürme misyonunu üstlenmeleri sebebiyle, sosyalist ulusalcı Kürt muhalefeti, silahlı ya da silahsız versiyonlarıyla emperyalist batı ülkelerinden sürekli ve çok yönlü destek aldı, almaya da devam ediyor. Şurası bir gerçektir ki, PKK, İslam’ı esas alan bir hareket olsaydı ya da Kürt halkının kavmi haklarını savunmakla beraber, İslami kimlik haklarını da savunsaydı ve sonuçta İslami bir sistem kurmaya ve ümmetleşmeye açık bir yapı olsaydı, asla Batıdan ve Türkiye’nin derin güçlerinden ala geldiği desteği bulamaz ve bu müsamahayı göremezdi, çoktan da çökertilmiş, dağıtılmış olurdu. Tıpkı Şeyh Said kıyamında söz konusu olduğu gibi. Batılılar İslami sistem talepli Şeyh Said kıyamında Türk Kemalistlere destek verirken, seküler batıcı Kürt hareketi söz konusu olduğunda, PKK’den desteğini esirgememiştir. Demek istediğim şudur ki, Kürt muhalefetinin bu kadar yaygın bir desteğe ve müsamahaya sahip olması, onun da zulmedenler gibi laik, seküler, ulusalcı ve batıcı olmasından kaynaklanmaktadır.

 

Çeşitli belgeler ve iddianamelerde de yer aldığı üzere PKK öncü kadroları içinde batıcı Türk Kemalistlerle ve Ergenekon misali derin devlet güçleriyle kirli ilişkiler içinde bulunanlar yer alsa da, dağa çıkan gençlerin büyük kısmının, fakir mazlum Kürt halkının on yıllardır yaşadığı büyük zulümlere, işkencelere, inkâr ve asimilasyon uygulamalarına dayanamayıp dağa çıkmak zorunda kalan çocuklarından oluştuğu şüphesizdir. Kimse dağa zevk için çıkmaz. Yapılan büyük zulümlerle bu gençleri dağa çıkmak zorunda bırakan despot oligarşinin hakimiyetindeki devletin dağdan inme çağrısı, önce kendisinin yol açtığı zulüm bataklığını kurutup, dağa çıkma gerekçelerini ortadan kaldırmadıkça, yaptığı büyük zulüm ve haksızlıklar sebebiyle bu halktan ve çocuklarından özür dilemedikçe gerçekçi olmayacak ve karşılık bulmayacaktır.

 

Seküler Kürt muhalefeti, eğer gerçekten Kürt halkını seviyorsa, bilmelidir ki, Kürt halkının İslami kimlik dışında ve İslam’ın hakim olmadığı bir sistemde mutlu ve huzurlu olması mümkün değildir. Nitekim, Kürt halkının özgür iradesine sorulsa bu konudaki tercihinin çok net olduğu görülecektir. Bu sebeple Kürt halkının İslami ve etnik kimlikle ilgili tüm hakları ayrım yapmadan bütüncül olarak savunulmalıdır. Bu bütüncül hakların kazanılması konusunda zalim sisteme karşı şiddete dayalı olmayan adalet ve özgürlük mücadelesinde ittifak edilebilmelidir.

 

Mazlumların Takip Etmesi Gereken Onurlu Yol,

İslami Köklere Dönüşle İslam Birliğine giden Yol Olmalı

 

Halbuki bu bölgenin tüm mazlum halkları ve bunların en önemlilerinden olan Kürt halkı adına takip edilmesi gereken onurlu yol, bu halkların kendi özgün kimlik ve değerlerini gündemleştiren, onlarla yeniden bir inşayı esas alan ve emperyalizme karşı bu kimlik ve değerlerin bayrağını açan yoldur. Kürt, Türk, Arap tüm Müslüman halklardan gerek emperyalist zalimlerin, gerekse onların işbirlikçisi yerli ulus devletlerin istediği şey neydi? Sekülerleşmeleri, İslam’dan uzaklaşmaları ve batıya entegre olmalarıydı. Yapılan bunca zulüm de bunun için ve bu seküler değer ve amaçlar adına yapılmıştı. O halde, Kürt, Türk, Arap gibi tüm bölge halklarının esas almaları gereken onurlu, şahsiyetli, tutarlı ve ilkeli tutum; bu amaca hizmet etmekten uzak durmak, zalimlerce kendilerinden isteneni asla yapmamaktır. Tam tersine kendilerinden alınmak istenen özgün değerlerine, İslami kimliğine, ümmet anlayışına, özetle Kur’an’a sarılarak, kendini özgün paradigması üzerinde yeniden inşa ederek bu zulme ve Müslüman halkları kan ve gözyaşına boğmuş emperyalist projelere itiraz etmek, hesap sormak, direnmektir.

 

Bölgenin tüm Müslüman halkları olarak yapmamız gereken, emperyalist güçlere ve yerli işbirlikçileri olan sistem ve örgütlere rağmen, ısrarla bizi biz yapan, bize anlam, şeref ve değer kazandıran ve elimizden alınmak istenen işte bu İslami kimliğimize, bizi ve tüm dünya insanlığını kurtaracak, karanlıklardan aydınlığa, zulümden adalete çıkaracak mesajı ihtiva eden Kur’an’ımıza topluca sarılmaktır. Müslüman halklar olarak, kardeşliğimize zarar verecek her türlü bölücü, parçalayıcı, kin ve düşmanlığı tahrik edici tutum ve davranışlardan uzak durmaktır. Bu bağlamda, bölücülüğün ilk tohumlarını eken başta Türkçülük ve Arapçılık, sonra da onların zulmüne karşı itiraz mahiyetinde ortaya çıksa da, kendisi de hedef gözetmeyen kör şiddetle, sivil masum insanlara yönelik katliamlarla alternatif bir zulüm kaynağı olmaktan kurtulamayan Kürt ulusalcılığı olmak üzere tüm kavmiyetçilikleri, ırkçılıkları reddederek, İslam’ın kardeşleştirici adil potasında bütünleşmektir.

 

Kürt, Türk, Arap, Çingene, Laz, Çerkez vb tüm halkların müntesibi olan mü’minler olarak, tevhid ortak paydasında, akıdede kardeş olduğumuzun bilinciyle ve Fatiha’da sık söylediğimiz “biz” ifadesiyle ümmetleşerek elbirliği yaparak emperyalizmin ve yerli despot işbirlikçilerinin oyunlarını bozmalıyız. Alternatif ulusalcılıklara, ırk bazında birlik arayış ve özlemlerine savrulmaktan Allah’a sığınmalıyız. Tabii ki, bölgemizdeki halkların Müslüman olmayan müntesipleri de insan olmak bakımından, Adem (as)ın zürriyetinden gelmek açısından bizim soyda kardeşlerimizdir. Onların da akrabalarımız, komşularımız olmaları hasebiyle üzerimizde hakları vardır. Bizim uygulamakla görevli olduğumuz adalet ölçülerini, vahyi hükümleri vazeden onların da, bizim de Rabbimiz olan Allah’tır. Rabbimiz onların da bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet vasatını tesis edecek hükümleri ve temel hakları belirlemiştir. O halde İslami sistemde onların temel hak ve özgürlüklerinin güvencesi olmak, onlara adalet ve iyilikle muamele etmek de bizim sorumluluğumuzdur. O halde böyle bir İslami adalet sisteminin tesisi farklı kavimlerin Müslümanlık dışında tercihler yapanların da menfaatinedir. Çünkü insanların hevalarını esas alan hiçbir seküler sistemde, farklı dini yada etnik kimliklere, hepsini yaratıcısı olan Allah’ın ilahi vahyine dayalı adalet sisteminde davranıldığı gibi adil davranılması mümkün değildir. İnsanlık tarihi de buna şahiddir.

 

Üstelik, her biri Allah’ın ayetleri olan bölgemizdeki bütün Müslüman kavimlerin, eşit ve gönüllü katılımıyla, bütün kavimleri eşdeğer, saygıdeğer ve eşit hakların sahibi kabul eden bir adalet anlayışıyla, vahyin belirleyiciliğinde bir İslam Birliğini, artık sadece İslami ölçüler ve tevhid akıdemiz değil, tarihsel durum da zaruri kılmakta ve tarihsel süreç Müslüman halkları adeta bu yönde zorlamaktadır. Uzun süredir dünyada yaşanan gelişmeler, globalleşme veya küreselleşme yönünde ortaya çıkan eğilimler ve bu alandaki uluslararası siyasi, askeri, sosyal, ekonomik ve kültürel gelişmeler, gelecekte dünyanın birkaç büyük ana topluluğa ayrılacağının, ulus devletlerin yerini bölgesel büyük birlik ve entegrasyonların alacağının ve buna bağlı olarak da dayatılan ulusal sınırların ya tamamen ortadan kalkacağının veya büsbütün anlamsızlaşacağının işaretlerini vermektedir.

 

İşte böyle bir süreçte, bölgenin Müslüman halklarına, önder ve aydın kadrolarına düşen büyük sorumluluk; bu gidişatı doğru okumak ve akıllı politikalarla, üreteceğimiz özgün projelerle, kaybettiğimiz ümmet bilincini yeniden inşa ederek, kötülüğün küreselleşmesine karşı, iyiliği, marufu, evrensel vahyi ölçüleri küreselleştirmenin mücadelesini vermektir. Tüm insanlığın tek kurtarıcı umudu olan Kur’an’ın, karanlıklardan aydınlığa çıkaran evrensel mesajının küresel boyutta şahidliğini yapmak, insanlık onurunu kurtaracak, insani, fıtri erdemleri yüceltecek ilkeleri, adaleti ve tevhidi tüm dünyaya yaymaktır. Tüm dünya insanlığını, emperyalizmin kavurucu cenderesinden, kapitalizmin acımasız ve vahşi sömürüsünden kurtaracak bir modeli oluşturmaktır. Katil ve zalim bir çocuğu (komünizm), demir perde gerisindeki uygulamalarıyla arkasında büyük acılar bırakarak, tarihin kirli sayfalarına gömülen Batının, aynı seküler ve sapkın paradigmasının ürettiği diğer çocuğu olan kapitalizmi de bütün vahşet ve katliamlarıyla tarihin utanç sayfalarına gömmektir.

 

İnkılapçı ve sistem içi çözüm önerileri

 

Bu sorunun çözümü için neler yapılmalı sorusunun cevabı iki boyutta ele alınmalıdır.

 

Birincisi, gerçek, kalıcı ve adil çözümü ihtiva eden İslami alternatifin gerçekleştirilmesidir. Bu ise, zulmün doğumuna yataklık yapan seküler paradigmaya dayalı sistemin toptan reddedilip, yerine bölge halkların öz kimliğine ve köklerine de ait olan ve hepsini adaletle kucaklayıp kardeşleştiren ilk Kur’an neslinin oluşturduğu özgün tevhidi modele dayalı olarak yeni bir inşayı gerçekleştirmek ve vahyin ölçülerini hâkim kılacak adalet sistemini kurmaktır. İslami ölçülerle toplumsal bir inkılabın yaşanmasına dayalı bu çözüm, uzun vadeli gibi görünse de, aslında en sahici, en kesin ve en adil tek çözüm olmak bakımından, zulmün kesin ve köklü bir biçimde sona erdirilmesine giden en emin ve bundan dolayı da en kısa yoldur. Bu inkılabi çözüm yolunda, egemenleri ikna ve razı etmek gerekmemekte, toplumu teşkil eden halklar kaderlerine el koymaktadırlar. Zalim egemenlere rağmen, halklar kaderleri üzerinde söz sahibi ve belirleyici olmaktadırlar. Edilgen olmaktan çıkıp iradeleriyle kaderlerini belirleyici hale gelmektedirler. Halklar, özlerindekini vahiyle değiştirmek suretiyle layık olacakları adalet sisteminin yaratıcı tarafından takdir edilmesinin sebebini hazırlamakta, bugün egemen olan güçlerin ise, Allah’ın takdiriyle kurulacak bu adalet sitemini engellemeye güçleri yetmemektedir. Zamanın yetersizliği sebebiyle burada sunamadığım İslami model önerimi maddeler halinde bu forumun kitaplaştırılması halinde okumanız mümkün olacaktır. Ancak genel ilkeleriyle ifade edilecek olursam;

 

Eşit haklara sahip, kavmi kimlik ve dil farklılıklarını Allah’ın ayeti olarak gören ve eşdeğer, saygıdeğer konumda bulunan halkların İslam kardeşliği hukuku içinde gönüllü katılımına açık bir yapı oluşacaktır.

 

Tevhidi dönüşüm ve inşa sonucunda, adaletle yöneten, yani bütün insanların ve kavimlerin Rabbi olan Allah’ın hükmüyle hükmeden ve bu sebeple hiç kimseye zulmedilmesine izin vermeyen bir İslami sistem teşkil edilecektir.

 

İşte bu İslami adalet sisteminde, şura prensibine işlerlik kazandırılacak, toplumu yönetirken vahyi hudutlar içinde kalınarak alınacak kararlar, ayrım yapılmaksızın İslami kardeşlik hukukuyla bütünleşen tüm mü’minlerin istişâri katılımına açılacaktır. Hakimiyet, egemen insanların, oligarşilerin ya da halkın çoğunluğu adına temsilcilerinin hevasına bırakılmayacak, hâkimiyetin, yasa yapmanın kaynağında bütün halkların ve insanların Rabbinin ilahi vahyi yer alacaktır. Yönetimleri belirleme ve görevden alma yetkisi ise tüm halkların eşit ve saygıdeğer unsurlar olarak içinde yer aldığı ümmetin olacaktır. Bu bağlamda toplumsal hayatın işleyişinde, merkezde ve itibar mevkiinde devlet ve yönetenler değil insan ve ümmet yer alacak, devlet insanın ve ümmetin hizmetkârı olarak görev yapan bir hizmet aygıtı olacaktır. Devlet ve yönetenler ise, insana, ümmete vahyin ölçüleri istikametindeki hizmetkârlık görevlerindeki başarıları kadar anlamlı ve değerli sayılacaklardır.

 

Emanet ehline verilecek ve yönetimde hiçbir ırka üstünlük tanınmayacaktır. Ehil ve adil yöneticileri seçmek, denetlemek ve değiştirmek ırk ayrımı söz konusu olmaksızın ümmetin sorumluluğunda olacaktır Irk ve din ayrımı gözetmeksizin Allah’ın bütün kullarına lütfettiği, imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilmeleri için gerekli olan tüm temel haklar Allah’ın ve O’na itaatle mükellef İslami devletin, adil yöneticilerin ve ümmetin güvencesi altında olacaktır.

 

Yönetimde mahalli inisiyatiflere imkân verilecek, kavim ekseninde değil ama bölge bazında mahalli yönetimler güçlendirilecek, merkezi otoritenin yetkileri sınırlanarak, yerel halkın kendisini doğrudan yönetmede söz sahibi olmasına imkân verecek yöntemler geliştirilebilecektir. Her bölge halkı kendi dilinde eğitim başta olmak üzere bütün kavmi, coğrafi, sosyal, kültürel haklara sahip olacaktır.

 

Hiçbir kavmi kimlik üst kimlik haline getirilmeyerek, üst kimlik olarak bütün halkların ortak ve şerefli kimliği olan İslami kimlik esas alınınca, diğer bütün kimlikler de eşdeğer ve saygıdeğer kabul edilip eşit hak ve özgürlüklere sahip kılınınca, adaleti esas alan köklü bir çözümle bütün etnik sorun ve çatışmalar Allah’ın izniyle ortadan kalkacaktır.

 

İkinci ve yakın vadeli çözüm ise, Batılı kodlara göre inşa edilmiş mevcut sistemin, kurulduğu konjonktürün etkisiyle oluşan faşist yapılanmasının çağdaş Batının görece özgürlükçü kodlarına göre güncellenmesi suretiyle yapılabilecek, sistem içi görece ve nispi bir iyileştirmedir. Tabii ki vahye tam mutabakat sağlanmadan gerçek anlamda bir adalet sağlanamaz. Ancak, sistem kökten değişmeden mevcut seküler paradigma içinde sahici biçimde “iyi, doğru ve güzel”e ulaşılamasa da, sistem içi değişim çabasıyla zulumatın “koyu” tonlarından “gri” tonlarına doğru bir geçişle, bu hedefe doğru görece bir olumluluğun ve insani erdemlere dayalı nispi bir adaletin temini, hiç değilse fıtri değerlerin ve vicdani ahlaki ölçülerin belirleyici kılınmasıyla sağlanabilir.

 

Bu sebeple akan kanın, yaşanan ıstırapların bir an önce durması adına sistem içi kısa vadeli bu tür bir çözümün kapısı da sürekli açık kalmalıdır. Egemen oligarşi, on yıllardır yaptığı zulüm ve haksızlıklar sebebiyle mazlum Kürt halkından özür dilemeli ve gasp ettiği tüm hakları iade etmelidir. Kürt halkı aleyhindeki ırkçı, ekonomik ve kültürel tüm ayrıcalıklara, baskı, yasak ve engellemelere son vermelidir. Ancak bilmeliyiz ki, modern ya da post modern seküler değerler ve seküler mantık, sisteme ve siyasi, hukuki, sosyal, kültürel yapıya ve eğitime yön vermeye devam ettiği sürece, çıkarcı, dünyevi hesap eksenli yaklaşımlar, nefsani, egoist tutumlar, tahakküm arzuları, hevanın yönlendirmeleri sürecek, ulusalcı eğilimler sürekli beslenecek ve farklı kavimlere ait bu tür eğilimler sürekli birbirlerini kollayacaklardır. Fırsatını bulunca, kendisini güçlü hissedince de, derhal harekete geçecekler, güçlü taraf diğerini kendi çıkarlarına göre ezmeyi, bastırmayı, sömürmeyi, kendinden saydığını diğerinin aleyhine kayırmayı mutlaka yeniden deneyecektir. Ve sonuçta, birbirine tahakküm etme mücadelesi ve zulüm asla bitmeyecektir. Ancak ahiret eksenli, kulluk ve ibadet eksenli bir hayat tasavvuru, ahrette verilecek hesap bilinci, kul hakkı duyarlılığı ve İslam kardeşliğinin hasbi derinliğiyle, sevgi, saygı, kardeşi için fedakârlık, merhamet ve adalet kavramlarının yönlendiriciliğindeki kuşatıcılıkla, adanmışlıkla, vahyin ölçülerini, hükümlerini belirleyici kılan İslami bir sistemle soruna köklü, kalıcı ve adil çözüm getirilebilecektir.

 

Yine zaman darlığı sebebiyle sistem içi değişimcilere görece bir özgürlük ve iyileştirme için yapmaları gerekenlerle ilgili önerilerimi de forum kitabı yayınlandığında okuma imkanı bulacaksınız. Ancak burada şunu ifade etmek isterim ki, açılım çabaları göstererek, hiç değilse Kürt sorununun bütün boyutlarıyla tartışılmasına vesile olarak, çok az da olsa kimi değişimler de sağlayarak görece olumlu adımlar atan AKP hükümetinin konumu şüphesiz ki geçmiş hükümetlere nazaran daha iyi, halka daha yakın, halkın görece özgürleşmesine daha uygun bir konumdur. Ama buna rağmen de, ister çeşitli hesap, korku ve endişelerden, isterse hazırlığını iyi yapmamış olmasından ya da beceriksizliğinden kaynaklansın açılım iddiası gibi büyük beklentilere yol açan bir çıkıştan sonra dağ fare bile doğuramadı dedirtecek bir duruma gelindiği de görülmektedir.

 

Anayasa ve yasa değişikliği gerekmeden

hemen gerçekleştirilebilecek öneriler:

 

Bu sebeple, anayasa ve yasa değişikliği gerektiren önerilerimi forum kitabına bırakarak, hükümeti, herhangi bir anayasa ve yasa değişikliği gerektirmeyen ve eğer samimi olarak istenirse İçişleri ve Milli Eğitim Banklıkların inisiyatifiyle bir hafta içinde gerçekleştirilebilecek, ama tesiri bakımından halk tarafından büyük bir değişim olarak algılanacak olan, atılması basit bazı adımları atmaya çağırıyorum. Eğer anayasa ve yasa değiştirmeyi gerektirmedikleri için değiştirilmeleri basit olan konulardaki bu adımları atma cesaretini gösteremiyorlarsa, anayasa ve yasa değişiklikleri gerektiren konulara hiç cesaret edemeyeceklerini bilmelidirler. Diğer konulardaki daha büyük adımlara da bu küçük adımlarla ulaşılabileceği akıldan çıkarılmamalıdır. İşte o küçük ve daha kolay adımlarla ilgili önerilerim:

 

1 – İçişleri Bakanlığı Valilere bir genelge göndererek Kürdistan bölgesindeki ilçe, belde, köy vb. yer isimlerinin istendiği takdirde Belediye veya diğer yetkili meclis ve mercilerin kararlarıyla eski isimleriyle değişiminin mümkün olduğu bildirilmeli ve ilk uygulama AKP’li belediyelerce başlatılarak BDP’li Belediyelerin de eğer varsa “bu tür kararlar alamıyoruz” bahanesi ortadan kaldırılmalıdır.

 

2 – İçişleri Bakanlığı bütün valiliklere hitap eden bir genelgeyi derhal yayınlayarak, Kürdistan dağlarından başlamak suretiyle bütün ülkedeki, geriliği, bağnazlığı, ilkelliği ve zulmü ifade eden “Ne Mutlu Türk’üm Diyene” yazıları silinmeye başlanmalıdır.

 

3 – On yıllardır zihinlere yönelik Kemalist ideolojik işgalin, fıtratlara yönelik vahşi zulmünün ifadesi olan ve bu ülkenin bütün çocuklarına, bütün Müslümanlara ve özelde Türk olmayanlara ilköğretimde her sabah katmerli yalanlar söyletme ve ruhları kirletme anlamına gelen, “Kemalizm dininin amentüsü” olduğu Kemalist Adaletsizlik Bakanı Mahmut Esat Bozkurt ve TDK tarafından itiraf edilen, çocuklara zorla “Türk oldukları ve bu yüzden mutlu oldukları” yalanını söyleten ve “varlığını Türk varlığına armağan” etme putperestliğine zorlayan kepazelik ve zulüm en kısa zamanda sona erdirilmelidir. M.E.Bakanlığının yayınlayacağı bir genelgeyle, bir süre önce Türkiye’deki Alman okullarından kaldırılmış olan bu and saçmalığı, yeni öğretim yılı başlangıcında artık tüm okullarda sona erdirilmiş olmalıdır.

 

4 – Askeri vesayetin eğitim üzerindeki en belirgin gölgesi olan ve sorunların temelindeki militarizm hastalığını, resmi ideoloji taassubunu bütün gençliğe yaymak için kullanılan “Milli Güvenlik Dersleri” kaldırılarak yerine yine MEB kararıyla yapılabilecek olan yeni seçmeli ders ihdası çerçevesinde, “Kürtçe Dersi” bütün okullara seçmeli ders olarak konulmalıdır ve ders yılı başında bu uygulama başlatılmalıdır.

 

5 – Diyanet İşleri Başkanlığı bir genelge yayınlayarak, bu kurumun bizim açımızdan konumu belli olmakla beraber, yine de mahalli görevlilerin inisiyatifleri genişletilmeli, Türkçeden başka dil konuşan Kürt yada Arap halk kesimlerinin yaşadıkları bölgelerde cemaatin isteğine ve çoğunluğuna göre farklı dillerde de hutbe ve vaaz vermelerinin mümkün olduğu bildirilmelidir. Laik devlet hutbe ve vaazların içeriğine müdahale etmemeli, cami ve mescidlerdeki tüm kavmi, ulusal şiar, motif ve bayraklar kaldırılmalıdır.”

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?