Selamun aleyküm
İbadetlerde yaşanan anlam ve eksen kaybını ele almaya devam edelim.
İnfak, sadaka ve zekât; fakirin Allah tarafından takdir edilmiş bulunan zenginin malındaki hakkının, bir aracı, emanetçi olan zengin tarafından sahibine teslim edilmesi demektir. Bir yandan sosyal yardımlaşma, dayanışma ve kardeşlik hukuku ıçinde bütünleşmenin, toplumsal yapıda derin farklılaşma ve ayrışmaları engelleyerek, fakir zengin arasında oluşacak büyük uçurumları ve dengesizlikleri gidermenin önemli bir aracıdır. Diğer yandan ise, infak edip sadaka ve zekat verenin hem malını hem nefsini temizleyip arındıran önemli bir işlev görür.
Ancak bozulma sürecinde, zenginin mal ve kazancındaki fakirin hakkı olmaya dair sahici anlamından uzaklaşarak, sanki zenginlerin fakirlere kendi mallarından bir lütufta bulunmaları anlamına doğru saptırılmıştır. Bu sebeple, fakirlerin, kendilerine zekât ve sadaka veren, infakta bulunan zenginlere karşı bu lütuflarından dolayı minnet duymaları gerektiği gibi yanlış algılamalara yol açılmıştır. Böylece fakirlere, muhtaçlara yapılan yardımlar hem yapanların bir lütfu gibi algılanırken hem de malların en iyileri yerine, en kötülerini ya da kullanılmayanlarını, eskilerini vermek şeklinde ahlâki olmayan tutumlar yaygınlaşmıştır. Kur’an’ın belirlediği içerikten ve Rasûl’ün (s) örnekliğinden uzaklaşma sonucu ortaya çıkan bu anlam kaybı ve eksen kayması, söz konusu ibadetin malımızı ve nefsimizi arındırma, temizleme işlevini görmesini de engellemiştir.
İbadetler alanındaki bu büyük erozyon giderek yaygınlaşmış, bütün ibadetleri etkileyen ve işlevsizleştiren bir musibet halini almıştır. Rabbimizin “tesettür” emri bile; Kur’an’dan, Rasûl’den ve takva boyutundan koparılıp içi boşaltılarak basit bir şekle indirgenmiş, cazibeyi ve ziyneti gizleme işlevini kaybederek, tam tersine, mankenlerle podyumlarda sergilenen modern bir form içinde cazibeyi arttırıcı bir işlev görmeye başlamış, başında bir bez parçasına indirgediği tesettürüyle başörtülü çıplaklar ve takva elbisesini yırtanlar çok yaygınlaşmıştır.
Aynı şekilde, yaşanan bu büyük erozyon ve anlam kaybı sonucunda, hayatın bütününü kuşatması gereken bütüncül ibadet anlayışından da uzaklaşılmıştır. Böylece kimi parça ibadetleri şekli boyutta yerine getiren, sözgelimi bu anlamda namaz kılan, oruç tutan insanların bile önemli bir kısmının, mesela ticaret alanını ibadet kavramının dışına çıkardıkları ve orada ya hevaya uymakta ya da kapitalizmin kurallarına göre hareket etmekte bir sakınca görmedikleri gözlemlenebilmektedir. Bu bağlamda, Kur’an’ın emredici ve sakındırıcı hükümlerine rağmen, ölçüyü tartıyı doğru yapmadıkları, mallarını abartarak, olmadığı gibi takdim ederek yalan söyledikleri, borçlarına sadakat göstermedikleri, yanlarında çalışanların emeğinin karşılığını/hakkını tam vermekten imtina ettikleri görülebilmektedir.