Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Demokrasi, Seküler Aklın Acıkınca Yediği Putudur

Demokrasi, Seküler Aklın Acıkınca Yediği Putudur

Mısır’da Amerika’nın güdümündeki asker ve yargı bürokrasisinin yaptıkları bir darbeyle, halkın önemli bir kısmının desteğiyle iktidar olan İhvan temsilcisi hükümet ve Cumhurbaşkanı görevden uzaklaştırılıp tutuklandılar. Müslüman Kardeşler öncü kadrosundan yüzlerce kişinin tutuklandığı, asker kurşunuyla onlarca kişinin öldürüldüğü haberleri geliyor. İşte böylece bölgemizde yeni bir demokrasi zulmü daha yaşanıyor, masum ve adil Müslümanlar demokrasi putperestlerinin saldırısına uğruyorlar.

Bilindiği üzere demokrasi, seküler aklın ürettiği, vahye baş kaldıran bir hayat tarzıdır. Mekke Müşriklerinin helvadan yaptıkları putları acıkınca yedikleri gibi, halk iradesinin egemenliği ve seçimle yöneticilerin belirlenmesi efsanesi de seküler zihniyetin çıkarları gerektirdiğinde, yani acıkınca kolayca yediği putudur. Demokrasilerde halk iradesinin belirleyici olduğu iddiasının sadece bir aldatmacadan ibaret olduğunu artık bütün Müslümanlar idrak etmelidirler.

Demokrasi bir seçim yöntemi değil,fıtrat ile vahyin arasının kesilmesi sonucunda vahye düşmanlıkla kirlenip selim olma vasfını yitirmiş bulunan seküler aklın heva ve zannı ilahlaştırarak ürettiği şirk dini/ideolojisi/modeli/hayat tarzıdır. Allah’a karşı tuğyan etmeyi, şirki ve ifsadı esas alan bu dinin/hayat tarzının, halkın seçimlerle yönetimleri belirlemesi aldatmacasını putlaştırarak bu put çevresindeki propagandayla insanları uyutup oyaladığını, bunun arka planında ise şirke dayalı seküler hayat tarzını dayattığını artık bütün Müslümanlar çok iyi anlamalıdırlar.

Darbeci Mısırlı Generaller ve Yargı Bürokrasisi Ekonominin % 60’na hükmeden İşbirlikçi Burjuva Sınıfını Oluşturmakta

Mısır halkı, özgür iradesiyle yaptığı %52 orandaki tercihle Muhammed Mursi’yi seçtiği ve yeni anayasayı da %65 oranda onayladığı halde, emperyalistlerin işbirlikçisi darbeciler Mursi’yi görevden uzaklaştırdılar ve anayasayı da yürürlükten kaldırdılar. Böylece Mısır, anayasası olmayan bir ülke haline geldi. Buna rağmen anayasası olmayan bir ülkenin Anayasa Mahkemesi Başkanı olma onursuzluğunu taşıyan başkan ikinci bir onursuzluğu içine sindirerek varlık sebebi olan anayasayı kaldıran darbeciler tarafından Cumhurbaşkanı olarak atanma zilletini de içine sindirebildi. Ayrıca üçüncü bir ahlaksızlığı da yaparak kaldırılmış olan anayasa üzerine yeminle göreve başlamaktan da utanmadı.

Üstelik bütün bu haksızlıklara, zulümlere muhatap kılınan Mursi, muhaliflerini de razı etmek için, bizce yanlış yaparak “sivil demokratik bir devlet kuracaklarını” söylediği halde, buna rağmen razı olmayarak seküler hayat tarzını bütün olarak dayatmaya kalktılar. Demokraside İslami olana da bir miktar alan açmaya asla razı olmayarak İslam’a kapıları tamamen kapatmak üzere, liberal, sol, sosyalist, batıcı tüm laik çevreler meydanlara çıkarak, her zamanki gibi utanmazca bir çığırtkanlıkla darbecileri davet ettiler. Rabbimiz vahye düşmanlık yapıp hevalarını ilah edinenleri ‘hayvandan aşağı’ düşmekle nitelendirmektedir. İşte vahye düşman darbeciler ve destekçileri bu hayvandan aşağı alçaklığı tercih edenlerdir.

Mısırlı Generaller ve ülke üzerindeki vesayeti birlikte sürdürdükleri yargı bürokrasisi, Amerika’nın, Batı’nın, küresel emperyalist sermayenin ve seküler zihniyetin kölesi olup, kendi ülkelerinin de ekonominin % 60’nı kontrolleri altında tutan sömürücü burjuvazisini oluşturmaktadırlar. İşte bu işbirlikçi vesayetçi asker-yargı bürokrat-burjuvazi sınıfı, emperyalistlerin projeleri ve kendi sınıfsal çıkarları için, işbirlikçisi olduklarının desteğiyle silahlarını halkın üzerine doğrulttular. Tehdit ve baskıyla, seçilmiş Cumhurbaşkanı ve kadrosunu tutukladılar, halkın seçtiği iktidarı silah zoruyla devirdiler. ABD ve AB’nin desteği olmadan, onlara göbeğinden bağlı Mısırlı generaller bir tek adım atamazlardı.

Kendisine Enkaz devredilen ve Kadrosunu İş Başına Getirmesi de Engellenen Mursi’yi Bir Yılda “Başarısız Oldu” Diye Devirmek Olağan Darbeci Ahlaksızlığının, Bütün Dünyanın Darbecilerin Yanında Olması da Her Zamanki Putunu Yeme Alışkanlığının Göstergesidir

Kendi kadrosunu yönetime getirmesi engellenen, bu bakımdan yargı ve asker tarafından içerden ve ayrıca emperyalist devletlerce ekonomik yönden dışarıdan kuşatılan Mursi’ye, Firavun döneminde soyularak dibe vurmuş ekonomiyi, tam bir enkaz halinde bıraktılar. Üstelik ekonomik hayat % 60 gibi yüksek bir oranda halen kapitalist generaller eliyle kontrol altında tutulurken, ekonomiyi bir yılda düze çıkaramadı ve başarısız oldu diye suçlayıp darbe yapmak, “suyumu bulandırıyorsun” bahanesi çıkarmak olup, bu da zulüm ve ahlaksızlıktan başka bir şey değildir.

Bu ahlaksız ve hukuksuz müdahale, Müslüman halkın kaderi üzerinde söz sahibi olması sırasının kendilerine de geleceği korkusu içindeki, bölgenin emperyalist işbirlikçisi diğer despot yönetimlerce takdirle karşılandı. Amerikancı Suudi Arabistan, Kuveyt ve Birleşik Arap Emirlikleri başta olmak üzere, bölgenin diğer tağuti despot yönetimleri, körfez ülkeleri bu darbe girişimini sevinçle karşılayıp kutladılar. Amerika başta olmak üzere, bu yerli işbirlikçilerin efendileri olan batılı emperyalist demokrasiler ise, seçimle gelip seçimle gitmek (halk iradesinin belirleyiciliği) putlarına sahip çıkıp darbeyi kınamak yerine, bu putlarını her zamanki gibi ahlaksız bir oburlukla yediler ve darbeye destek çıktılar. Zaten on yıllardır bölge halklarına zulmeden, sömürü, adaletsizlik ve katliamlarla kuşatan tüm dikta rejimlerinin ve darbecilerin arkasında hep emperyalist demokrasiler yer almışlardı. Alçakça destekledikleri bu despot kahyaları eliyle bölge halklarını kan, göz yaşı ve sefalete mahkum etmişlerdi. Bu sebeple de, bölge halklarının yerli despot rejimlerden kaçarken demokrasilere sığınmaya kalkmaları, kahyanın zulmünden kaçarken, bu zulmün esas banisi olan ağaya sığınmak gibi bir konuma düşmeleri anlamı taşıyacaktı.

Emperyalist demokrasilerin yönetimindeki bu zalim batılı ülkeler ve emirlerindeki BM’in zalim yönetimi, ya doğrudan sahip çıkarak ya da ikircikli, çekingen ifade ve tutumlarla, bir an önce seçimlere gidilmesini önermekle mevcudun yıkılması teşebbüsünü kabullenerek desteklediler. “Derhal gasp ettiğiniz yetkiyi seçilmiş Cumhurbaşkanına geri verin ve siyasetten çekilin, sizi ve atadığınız uyduruk Cumhurbaşkanını tanımıyoruz” diye tepki gösteren ve halkın iradesinin yanında yer alan ve kendi yaptıkları “hukuk”a saygılı, kendi, putlarına samimi bağlı tek bir ses çıkmadı. Bütün dünyanın emperyalist demokrasileri, ABD, AB hepsi katliamcı despot Esed’in ve terörist işgalci İsrail’in yanında ve hep birlikte darbecilerin safında, Müslümanların ise karşısında mevzileniverdiler. Atanmış despot yönetim ayağının tozuyla Gazze’nin hayat damarı olan tünelleri yıkmaya başladı bile.

Türkiye’de ise, batıcı seküler kesimde hep aynı ikircikli ve ilkesiz tutum öne çıktı. Yeri geldiğinde demokrasi havarisi kesilen, ama Ergenekoncuların, Silivri’deki darbecilerin avukatı olmakla övünen CHP Genel Başkanı doğrudan darbecileri kınamak yerine, önce bu darbeye sebep olduğunu iddia ettiği Mursi’yi eleştirmekten geri durmadı ve fırsatı ganimet bilerek Mursi üzerinden Tayyip Erdoğan’a tehdit mesaj göndermeye çalıştı. Böylece “o hak etti sen de aynı duruma düşme” demeye getirdiği ahlaki olmayan bu tutumdan sonra da lütfedip darbeye karşı mı değil mi pek anlaşılamayan anlamsız bir iki cümle kurdu. Laik demokratların en iyileri bile, mağdurla darbeci arasında denge kurma ahlaksızlığını sergilemekten utanmadılar. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bile Obama’ya paralel açıklamalar yapmış, darbecileri kınamaya, gasp ettikleri yönetimi derhal seçilmiş Cumhurbaşkanı ve hükümete geri verme  çağırısı yapmaya, aksi takdirde yeni yönetimi ve atanmış Cumhurbaşkanını tanımayacaklarına dair tek bir söz ve tepki göstermemiştir. Genel olarak Mısır halkının diktatörlüğe karşı yaptığı devrimine ve seçimle ortaya koyduğu iradesine saygılı olduklarını ve herkesi de bu iradeye saygılı olmaya çağırdıklarını ve bir an önce seçim yapılarak görevin seçilmişlere bırakılmasını, bu serbest seçimlere de her kesimin katılımına müsaade edilmesi gerektiğini söylemekle yetinmiştir. Aslında bir an önce seçime gidip, her kesimin katılacağı serbest seçimlerle halkın seçtiği yönetime iktidarı devretme çağırısı, mevcut seçilmiş yönetimin darbeyle devrilmesini kabullenmiş olma sonucunu da içinde barındırmaktadır ve bu tutum darbecilerin yaptıklarını yanına kar bırakan bir tutarsızlık ve ilkesizliktir.

İran da, ikircikli ve halkın iradesine saygı bağlamında soyut açıklamalarla işi geçiştirirken, İslam Birliği Teşkilatı gibi yapılar susmayı tercih ediyorlar. Suud destekli selefiler de, efendilerinin safında darbecilerin arkasında yer almaktan utanmadılar.

Bu Büyük Musibet, Fercr-i Kazib’ın Aldatıcılığından Uyanışa Vesile Olup Çok Daha Büyük Hayırların Kapısını Açarak, İnşallah Fecr-i Sadık’a Ulaştıracaktır

İnşallah bu büyük musibet, haksızlık ve zulüm, yeni bir uyanışın, gerçek bir inkılabın ve hakiki anlamda bir hayrın inşasının başlangıcı olur. Mursi’yi destekleyen kitlelerin onun doğru çağrısına uyup, meydanları doldurmayı ve tevhidi ilkelere sadakat gösteren bir direnişi sürdürmeleri halinde, bundan önceki aldatıcı, yanılgılarla dolu süreç yerine inşallah doğru istikamete yönelen yeni kapılar açılabilecek, yeni ve sahici umutlar yeşerebilecektir. Allah yolunda tevhid ve adalet eksenli mücadelede sabır, sebat ve fedakarlıklar sonucunda hak-batıl karışımı aldatıcı “devrimler” süreci sona erecek ve  inşallah gerçek, sahici bir Kur’ani inkılap bundan sonra yaşanacaktır.Böylece inşallah yalancı şafak sökmesi olan “fecr-i kâzip”in aldatıcı, yanıltıcı ve yanlış yerde oyalayıcı griliğinden kurtulunacaktır. Sonuçta da inşallah cahiliye karanlığının, zulumatın bütün tonlarını yok eden güneşin aydınlığı gibi Kur’an’ın gerçek, kuşatıcı, arındırıp inşa edici Nuruna, hakiki aydınlığa “fecr-i sâdık”a kavuşulacaktır. Müslüman halklar Hablullah olan Kur’an’a topluca sarılıp tevhidi istikamette bir sosyal değişimi yaşayarak İslami adalet sistemini ve Allah’ın yardımını hak ettikleri zaman, bütün küresel kâfir güçler birleşseler de, Müslüman halkların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını ve Allah’ın hükümlerini egemen kılarak adaleti ikame etmelerini önlemeye Allah’ın izniyle güçleri yetmeyecektir. Bu darbeci, baskıcı zulümler, inşallah en sonunda Müslümanların adalet yönetiminin oluşmasını engelleyemeyecektir.

İslami adalet sistemi ortaya çıktığında, herkesin sahibi, maliki, yaratıcısı ve rızık vereni olan Allah’ın hükümleriyle hükmedileceğinden, aslında imtihan sebebiyle inkar özgürlüğüne sahip olanlar da dahil bütün insanların bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmeleri için gerekli olan temel haklar ve adalet vasatı sağlanmış olacaktır. Bütün kullarının hukukunu ve temel haklarını gözeterek ve güvence altına alacak kuralları, müeyyideleri vazederek hükmeden Allah’ın hükümlerine uygun bir yönetim gerçekleştiğinde, gayrimüslimler dahil her kesim adaletle muamele görecek, kimseye zulmedilmeyecektir. Tahrir meydanını doldurup darbecilere davetiye çıkaran ahmak mustazaf kitleler bilmiyorlar ki, bu isyanlarıyla gerçekte Mısırlı generaller ile yargı bürokrasisinin oluşturduğu sömürücü Mısır kapitalist sınıfının ve arkalarındaki emperyalist sermayenin çıkarlarına hizmet etmiş, kendi adalet beklentilerine de en büyük darbeyi indirmiş oldular. Çünkü Monarşi, oligarşi ve demokrasi gibi laik, seküler sistemlerde, gücü eline geçirenlerin, daha çok kendi çıkarlarını gözeterek yapacakları yasalarla yönetmeleri sebebiyle, çoğunluk insanlara zulüm, haksızlık ve sömürü kaçınılmaz bir sonuç olmaktadır.

Demokrasi Hevayı İlahlaştıran Şirk Sistemi Olarak Liberal ve Sol Programlara Açık, İslami Olana Kapalıdır

Demokrasi, teoride yasa yapma, yönetme ve yargılamada halkın iradesi üzerinde ilahi otorite dâhil hiçbir otorite kabul etmeyen, pratikte ise halkın iradesinin ilahlığını bile sağlayamayıp, bürokratik ya da büyük sermaye oligarşilerinin ilahlığına dönüşen modern cahiliye sisteminin adıdır. Buna rağmen Müslüman olmayanların despot rejimlere, baskı ve zorbalığa, haksızlık ve adaletsizliklere karşı çıkarak görece daha özgürlükçü demokratik sistemlere meyletmeleri kendi çerçevesinde ve batıl içinde makul ve tutarlı bir tercih iken, Müslümanların batıl despot rejimlere karşıtlığının, görece daha özgürlükçü olsa bile bir başka batıl sistem olan demokrasiye savrulmalarına yol açması İslami kimlik, inanç ve tutarlılıkla bağdaşmayan bir tercihtir.

Buna rağmen demokrasiyi bir yönteme indirgeyip, İslam’ın da bu yöntemi kullanabileceğini iddia edenler, liberal ve sosyalist demokratlara şu soruyu yöneltsinler: “siz liberal ve sosyalist değer ve ölçülerle ekonomik, siyasi ve hukuki projeler hazırlayıp, örgütlü bir mücadeleyle bu projelere toplumu davet ederek halk desteği aldığınızda liberal ve sosyalist bir sistemle toplumu yönetebildiğiniz gibi, bizler de tüm bu alanları vahyin hükümlerini esas alan projelerle düzenlemeye dayalı örgütlü davetimize halk desteği aldığımızda İslami bir sistem kurup toplumu bu sistemle yönetebilir miyiz?” İşte bu sorunun liberal ve sosyalist demokratlar tarafından kesinlikle şöyle cevaplandırıldığını göreceklerdir; “ama bu dediğiniz demokrasiye aykırıdır”. Çünkü onlar demokrasiyi sadece bir yöntem olarak değil, ilahı, heva ve halk iradesi olan bir dünya görüşü, bir hayat nizamı olarak kabul edip dayatmaktadırlar. Bu sebeple demokrasi içinde liberal, sol-sosyalist kesimler kendi ideolojisine uygun projesini halka sunup iktidar olabilir ve iktidarda liberal ya da sosyalist programlarını uygulayabilirler. Müslümanlar ise, İslami proje ve programlarına halkın çok büyük ekseriyeti destek verse de iktidar olamaz ve İslami programı uygulamaya koyamazlar. Çünkü demokrasilerde sekülerizm yani ilahi otoriteyi ve vahyi dışlayan dünyevileşme esastır. Bu yüzden seküler şirk paradigmasına yanaşmadan, İslam’ı (siyasi, ekonomik, hukuki) kamu alanından dışlayıp bireysel ibadetlere indirgemeden, yani bu alanlarda hevayı ilah edinen demokrasiye tam bir teslimiyetle teslim olmadan, Müslüman’ın siyaset yapmasına, iktidar olmasına asla müsaade etmezler, tesadüfen olduğunda ise hemen devirirler.

Müslümanlar On yıllardır Isırıldıkları ve Oldukça Büyük Acılara Yol Açan Aynı delikten Bir Daha Isırılmak Basiretsizliğinden Artık Kurtulmalıdırlar

Nitekim demokrasinin onlarca tanımının değişmez ortak paydası, ilahi otorite de dâhil üzerinde başka hiçbir otorite tanımaksızın “halkın iradesinin mutlak hâkimiyetidir”. Ve bu sebeple de halk temsilcilerinden oluşan Parlamentoda yasa yapılırken hududullahın sınırlamasını, vahyin nihai belirleyiciliğini, halkın çok büyük ekseriyeti destek verse de, kabul etmezler. İşte bundan dolayı da Cezayir’de FIS hareketi %85 civarında oy alarak iktidar olduğunda, başta Fransa olmak üzere batılı ülkelerin desteğiyle işbirlikçi orduya hemen darbe yaptırılıp, o günden bugüne on binlerce Müslümanı katleden bir süreci işlettiler.Daha sonra da Filistin’de vahye dayalı bir hükümet kurmak üzere örgütlenip, İslami bir davet gerçekleştirerek, halkın çok büyük ekseriyetinin de (%65) desteğini alan HAMAS ve destekleyen Müslüman halk büyük acılara ve zulümlere sebep olan baskı, yasak, kuşatma, ambargo, saldırı ve katliamlarla muhatap kılındılar, sonuçta Filistin’de hükümet olmaları engellendi. Şimdi de Mısır’da %52 oyla iktidar olan İhvan temsilcisi Mursi darbeyle devrilerek yine seçim geçersiz kılındı. Dünyanın bütün demokratları, her seferinde utanmadan bu vahşetleri sessizce seyrettiler. Putlarına sahip çıkıp, “demokrasiye göre halka sunduğu projesiyle halkın çoğunluğunun desteğini alan, vaat ettiği İslami yönetim biçimiyle yönetmek üzere hükümeti kurmalıdır” demediler ve putlarını kolayca yediler. Çünkü demokrasinin, aynı materyalist seküler modern paradigmanın ürünü olan liberal ve sosyalist sistem ve yönetim biçimine izin verdiğine, ama ilahi vahyin belirleyiciliğine dayalı bir proje ve sistemin uygulanmasına karşı olduğuna inanmaktadırlar. Zaten demokrasi de esas olarak işte budur.

Tunus’ta ortaya çıkan bir kıvılcımla halkların birikmiş öfkesinin patlamasıyla başlayan Ortadoğu halk ayaklanmaları sürecinde, isyan eden halkların önü Tunus ve Mısır’da batıcı generallerin kontrolünde açılmıştı. Bu ani patlama karşısında önce bir an şaşıran, sonra ise süratle toparlanıp yönlendirmeye çalışan batılı emperyalist devletler (ABD ve AB) “Nasılsa generaller laik, seküler batı zihniyetini temsil ediyorlar, eğer İslami kadrolar hükümet olurlarsa, işbirlikçi orduları ve kendi ekonomik gücümüzü, uluslararası sermaye kuruluşlarını kullanarak onları terbiye eder yönlendiririz” diye düşündüler. Özellikle de, gerek ülke olarak Mısır’ın, gerekse en güçlü toplumsal kesimi olan İhvan’ın Arap İslam alemi içindeki merkezi ve etkileyici konumu Mısır’daki ayaklanmaların bir yandan yönlendirilmesini, diğer yandan da varacağı nokta bakımından sonucunun beklenmesini gerektirdi. Bu sebeple Firavunun askerleri kan dökmeden halkın yanında yer aldıkları görüntüsü verdiler. Halbuki Suriye ordusundan daha güçlü ve ABD destekli bu işbirlikçi ordu çok daha büyük katliamlarla Firavun yönetimini korumaya teşebbüs edebilirdi. Ama o zaman sonucun nereye varacağı belli olmazdı. Bu sebeple batıcı Amerikancı ordu ve yargı bürokrasisini kullanarak yönlendirmek daha makul geldi.

Aynı orduyla daha baştan müdahale mümkünken bunu yapmayıp iktidara gelmesine fırsat verilen Mursi’nin emperyalistlerin çıkarları istikametinde uygulamalara zorlanması için çaba gösterdiler. Bu arada Mısır ve Tunus’daki gidişat netlik kazanana kadar diğer ülkelerdeki ayaklanmaları baskı altına aldılar, Suriye’de ise Esed’in katliamlarına göz yumdular. Şimdi ise, istedikleri yöne sevk edemeyince, arzu ettiklerini Mursi’ye yaptıramayınca Mısır’a müdahale edip istedikleri rejimi kurdurmak istiyorlar. Suriye’de ise, direnen onurlu Müslümanları Esed’in tüketmesi için katliamları seyretmeye devam ediyorlar. Müslümanlar kırılınca, güçsüzleşince ya da bu zulme dayanamayan halk sizin liberal laik demokrasilerinize razıyız deyince Esed’i bir günde devirip istedikleri rejimi kurmak isteyeceklerdir. Allah fırsat vermesin ve direnen Müslümanları muzaffer kılarak bu oyunlarını bozsun, tuzaklarını başlarına geçirsin inşallah. Ancak bölge Müslümanlarının da, daha uyanık olmaları, basiret ve ferasetle bu oyunları görüp, tevhidi istikameti koruyarak, bu oyunları bozarak, emperyal projeleri yırtarak ilerlemeleri gerekiyor.

Bütün bu proje, baskı ve yönlendirmelerle ulaşılmak istenen amaç, İslami adalet sisteminin Müslüman halkları yeniden kuşatır hale gelmesini ve tüm dünya insanlığını kurtaracak Kur’ani mesajın, vahye dayalı İslami hayat tarzının bir ülkede de olsa ümmetin pratiğinde uygulanarak dünya insanlığına sunulmasıyla uyanışa yol açarak kendi liberal-kapitalist demokratik sömürü düzenlerinin sonunu getirmesini engellemektir.

Görüldüğü üzere Müslümanlar, on yıllardır hak-batıl karışımına yol açan demokratikleşme eğilimleriyle, defalarca aynı delikten ısırılmaya devam etmektedirler. Müslümanlar bu basiretsizlikten artık kurtulmalıdırlar. Hepimiz Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek tevhid eksenli tavizsiz ve uzlaşmasız bir İslami mücadeleye adanmalı ve O’nun yardımı geldiğinde de, Allah’ın izniyle bize hiçbir gücün galip gelemeyeceği bilinciyle hareket etmeliyiz. İslami bir toplumsal değişim yaşanmadan, toplum İslami adalet sistemiyle yönetilmeye müstahak hale gelmeden, yeterli hazırlık ve birikim yapılmadan, bütün halk kesimlerinin despotizme karşı ayaklanmasından İslami iktidar çıkarmak için acele etmemeliyiz.

Bu Vesileyle İslami Sorumluluklarımızı Bir Daha Hatırlamalıyız

Mü’minler olarak hiç unutmamız ve hiçbir maslahatla ertelememiz gereken büyük ve sürekli görevimiz, tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik sorumluluklarımızı en iyi ölçülerde yerine getirip, tevhidi ilkelere sadakatle adaleti ikame mücadelesi vererek, bu uzun soluklu inşa edici çabalarla toplumun özündeki cahili kalıntılardan arınıp Kur’ani bir inkılapla değişim ve dönüşümüne vesile olmaktır. Ve bu büyük sorumluluğumuzu erteleyip ya da aksatıp, hazırlıksız, teşkilatsız ve güçsüz iken sistem içi değişimlerle kısa vadeli iktidar hedeflerine yönelme hatasını tekrarlamamaktır. Hele de şirk sistemlerinin kuşatması, küresel emperyalistlerin vesayeti altında ve emperyalist seküler modeller içinde, üstelik bu sapkın zihniyetin silahlı gücünün tahakkümünü bilerek iktidar olamayan ve Allah’ın hükmüyle hükmedemeyen hükümetler olmaya kalkışmamaktır.

Toplumu Kur’ani ölçülerle dönüştürüp inşa ederek iktidar olunduğunda ise, hem Cenab- ı Hak’kın yardımı ve desteği, hem de toplumsal değişim sonucu oluşmuş Müslüman toplumun yardım ve desteğiyle yaşanan inkılaba sahip çıkıp arkasında durması hali söz konusu olduğunda ise, her türlü şer güce karşı ayakta kalmak, direnmek ve inkılabı sürdürmek mümkün olabilecektir.

İnşallah bir musibet olan bu süreç Türkiye ve bölge Müslümanlarının top yekun uyanışına ve Hak ile batılı karıştırma alışkanlıklarından, batıl model ve kavramları geçici de olsa esas almaktan yada ödünç almaktan kurtulmalarına vesile olur. Özellikle ülkemizde kimi kazanımlar uğruna, sistem içi demokratikleşme süreçlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla Allah’ın ayetlerini zorlayarak aşırı yorumlara meyledenler, “bugün batıl kavram ve modelleri tercih etmekten başka çaremiz yok” diyenler, batıl kavram ve modelleri ödünç alma zarureti iddiasıyla ortaya çıkıp “ehveni şer”i tercih etmenin meşruiyetini anlatmaya çalışanlar ve bu konuda kendilerini uyaran kardeşlerine haksızlık yapanlar, ortaya çıkan bu çarpıcı gerçek karşısında acaba ibret alıp mahcubiyet duyacaklar mıdır? Batıl müntesiplerinin kendi batıl kavram ve modellerinin ödünç alınmasına bile asla müsaade etmeyecekleri, hak ile batılın sentezinden bile tam razı olmayacakları, Rabbimizin ayetindeki ifadesiyle onların dinlerine girmedikçe asla Müslümanlardan razı olmayacakları bir daha apaçık ortaya çıkmıştır.

Türkiye Müslümanları olarak, ibadet bilinciyle ve imani bir sorumluluğumuzu yerine getirme azmiyle, Allah’a yakaran dualarımızla ve çok boyutlu yardımlarımızla Mısırlı Müslüman kardeşlerimizin yanında yer almalıyız. Rabbimiz onların yardımcıları olsun. Kardeşlerimizin ayaklarını bu zorlu süreçte sıratı müstakıminde sabit kılsın. Emperyalistlere ve yerli işbirlikçileri olan darbecilere ve yandaşlarına karşı Allah onları muzaffer kılsın. Ülkelerinde Hakkı ve adaleti ikame etmeyi ve adalet arayışı içindeki tüm dünya insanlığına şahidlik/örneklik yapacak bir adalet sistemini üretmeyi onlara nasip etsin.

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?