İstişhadi Eylemleri Nasıl Yorumlamalı?
1- Söz konusu eylemleri gerek yöntem, gerekse de siyasi sonuçları açısından değerlendirdiğinizde meşru, haklı ve etkili eylemler olarak görüyor musunuz?
2- Bu eylemlerin faillerinin siyonistlerce “terörist” olarak nitelenmelerine karşın, kimi kesimlerde ise “çaresiz insanlar” şeklinde acıma ile karışık bir sahiplenme/sempati duygusu ile karşılandıkları görülüyor. Genelde İslami çevrelerin, bu eylemlerin faillerine ilişkin tutumunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Yahudi olmayanları öldürmeye, vatanlarını ve mallarını talan edip gasp etmeye, Yahudi olmayanları köleleştirip sömürmeye cevaz veren ve bugün Filistinlilere yaşattıkları vahşeti öngören sözlere* tahrif edilmiş Tevrat’ta yer verilmiş ve büyük bir bağnazlıkla buna inanılarak insani tüm değerlere, Allah’a ve Allah’ın kullarına kin ve düşmanlıkla dolu, insana ve insani olana yabancılaşmış, “İnsandışılaştırılmış” bir Yahudilik ortaya çıkarılmıştır. Aralarından, fıtratın yoluna yönelip “insandışılaşmaya” direnen, insani değerlere sahip çıkmaya çalışan erdemli istisnalar çıksa da, çok büyük bir ekseriyeti, tahrif edilmiş Tevrat’ın saptırılmış içeriğinin yönlendirmesi ile işlenen vahşeti ve katliamları ırkçı bir taassupla onaylamaktadırlar. İşte, çok büyük ekseriyeti atalarının uydurduğu bu gayri insani ölçülere, ilahi olduğunu zannederek ve büyük bir taassupla inanan, gözü dönmüş, hastalıklı ruh yapısına sahip bir kavimle karşı karşıya bulunmaktayız. Böyle bir kavim bir de arkasına, başta ABD olmak üzere tüm dünya müstekbirlerini de almış olarak, elinde insanlığı yok edecek en tahripkar silahları da bulundurduğundan, gerçekleştirmekte olduğu vahşet kaçınılmaz bir sonuç olarak görülmelidir.
Bu kavmin, tahrif edilmiş Tevrat’ın öngördüğü söz konusu terörü estirmek üzere teşkil ettiği İsrail terör örgütünün elindeki ABD destekli silah gücü, Filistinlilerin durumuyla mukayese edildiğinde şu çarpıcı gerçekle karşılaşılır: Sadece deklare edilmiş resmi verilerde bile, ihtiyatlar haricinde yaklaşık 200.000 asker, 4.000 civarında tank, 450 uçak ve bunlara ilaveten helikopterler, ölüm kusan füzeler, nükleer, biyolojik ve kimyevi silahlar vd. İşte bu zalim terörist güç, çoğu Amerikan yardımlarıyla sağlanmış bu büyük silah gücünü, yarım yüz yılı aşkın bir süreden beri, ciddiye alınacak hiçbir silah gücüne sahip olmayan ve hiçbir ülkeden de destek alamayan mazlum Filistin halkını, tarih boyu yaşadığı topraklarından sürüp çıkarmak ya da soykırıma uğratmak için acımasızca kullanmakta, bu güne kadar da, kendilerine yapıldığını iddia ettikleri Nazi vahşetini çok geride bırakacak, büyük katliamlara imza atmış bulunmaktadır.
Filistin’i teşkil eden, birbiriyle irtibatı kesik çok sayıda gettolarında, adeta açık ceza evinde gibi kıstırılmış halde ve büyük zorluklar, sıkıntılar ve imkansızlıklar içinde yaşayan, kendi topraklarında mülteci konumuna düşürülmüş mazlum Filistin halkı, bütün bu olumsuzluklara rağmen de mukaddes emaneti, öz topraklarını ve İslam’ın izzetini korumak için fedakarca direnmeye, hakları, özgürlükleri ve bağımsızlıkları uğrunda mücadele etmeye çalışmaktadırlar. Kendi öz vatanlarında insanca, müslümanca ve özgürce yaşama talepleri çok görülmekte, her gün evleri başlarına yıkılmakta, onurları ayaklar altına alınmakta, genç çocuk binlerce Filistinliyi vahşice katledilmektedir. Bugün ise. Ramallah’ta, Beytullahim’de, Tulkarim’de, Nablus’ta, Ceninde yüzlerce insan katledilmiş, binlerce insan yaralanmış, binlercesi de elleri gözleri bağlanarak çölde teşkil edilmiş Nazi toplama kamplarına götürülmüştür. Binlerce kadın ve çocuk evlerinden kovulmuş, genç kızlar ve kadınlar günlerce işkence altında tutulmuştur. Yüzlerce ev yerle bir edilmiş, hastaneler çalışamaz hale getirilmiş, elektrik ve su tesisleri başta olmak üzere şehirlerin tüm alt yapıları tahrip edilmiştir. Sokaklarda çürüyen cesetlerin gömülmesine ve yaralıların tedavisine bile izin verilmemiştir. Ambulanslara ateş açılmış, kuşatma altındaki insanlara ilaç ve yiyecek yardımları engellenmiş, sokağa çıkan insanlara rast gele ateş açılmış, insanlar evlerinde kurşunlanmış, esir alınanlar bile kurşuna dizilmiş, evlerin ve hastanelerin bahçelerine toplu mezarlar kazılıp üzerleri betonlanmıştır. Yani tarihin kaydettiği soykırımlara bir yenisi eklenmek istenmiştir. İşte bu vahşet, yarım yüzyılı aşkın bir zamandan bu yana sık sık tekrarlanagelen yahudi vahşetinden sadece bir kesiti teşkil etmektedir.
Silahlanıp, eşit şartlarda kendilerini ve topraklarını savunmalarına izin verilmeyen mazlum Filistin halkı, hem bu kadar zulme muhatap, hem de dünya egemenlerinin gözünde “terörist” olarak suçlanan taraf olmakta ya da kimi BM kararlarında olduğu gibi katille maktul aynı kefeye konulmaktadır. Tüm dünya ise bütün bu vahşete seyirci kalmakta her hangi bir çözüm de üretmemektedir. İsrail’in kuruluş öncesinden başlayarak neredeyse bir asırdır sürdürdüğü bu gerçek terör, mazlum halkın can havliyle kendini, topraklarını ve onurunu savunma çabası “terör” olarak damgalanmak suretiyle örtülmek, gözlerden kaçırılmak istenmektedir.
Canlarını, namuslarını, topraklarını, mukaddeslerini ve onurlarını savunabilmek için gerekli olan tüm imkanları ellerinden alınmış,tabiri caizse her türlü imkandan mahrum bırakılarak iyice köşeye sıkıştırılıp yok edilmeye çalışılan bir halkın, bütün mücadele yöntemleri elinden alındığı bir ortamda can havliyle “şehadet eylemi” yöntemini geliştirerek, en umutsuz şartlarda bile yeni mücadele yöntemleriyle yepyeni umutları yeşertme becerisini göstermiş olması, kanaatimce kınanması gereken değil, takdir edilmesi gereken ve saygınlığını arttıran bir cehd olarak görülmelidir. Bu eylemleri gerçekleştiren müslümanlar, imanları ve İslamın izzeti uğruna canlarını feda ederek “Şahid”/”şehld” olmaktadırlar. İsrail ve destekçilerini korkutan, ne yapacaklarını şaşırmış hale düşüren bu eylemlerin, haklı oldukları kadar, oldukça etkili de oldukları anlaşılıyor.
Bu eylemleri gerçekleştirenlerin acınacak bir konumda olmadıklarına, tam tersine gıpta edilecek, onurlu bir çizgiyi temsil ettiklerine inanıyorum. Acınacak olanlar ise, inandıklarını iddia ettikleri değerleri, onurları ve özgürlükleri uğrunda bedel ödemekten kaçınarak zillete rıza gösterenlerdir. Bazı müslüman “aydın” ya da akademisyenlerin, katil ve maktul arasında tarafsız olma gayreti ile İsrail yanlısı konuma sürüklenen ya da doğrudan İsrail yanlısı politika izleyen TV ekranlarında boy gösterip bu eylemlerin “intihar” olduğunu ve bunun da İslam’da haram olduğunu söyleyerek bilgiçlik tasladıklarını ibretle izliyoruz. Sanki ilim onların tekelindeymiş ve sanki, Allah yolunda ölmeyi göze alan mücahid müslümanlar ve onların yaşadıkları ortamı ve mücadele şartlarını en iyi değerlendirerek bu eylemin fetvasını veren alimler, onlar kadar İslamı bilmiyorlarmış gibi. Yaşadıkları rehavet ortamlarında, Allah yolunda her hangi bir bedel ödeme riskini göze alamayanların, hatta Allah yolunda savaşanlara yardım duyarlılığı bile taşımayanların, Filistinli müslümanlara neyi yapıp yapamayacaklarını öğretmeye kalkmaları en azından ayıptır.
Diğer taraftan, intihar, bir bunalım sonucu kendini öldürme kast ve niyetiyle canına kıymaktır. İslamın yasakladığı ise böyle bir niyet ve kasıtla kendini öldürmektir. Böyle bir iddiada bulunmak da Filistinli müslümanlara hakarette bulunmakla eş anlamlıdır. Halbuki “istişhad”, kulluk bilinci ile Allah yolunda kendini feda etme eylemidir. Bu eylemde niyet ve kasıt kendi canına kıymak olmayıp, Allah’ın ve Müslümanların düşmanlarıyla savaşmaktır. Hedef kendini değil düşmanı yok etmek, kendine değil düşmana zarar vermektir. Tabii ki bu eylemin sonucunda, diğer savaş yöntemlerinde olduğundan daha fazla kendisi de zarar görmektedir, ancak eylem intihardaki gibi kendine zarar vermeyi değil düşmanı yok etmeyi hedefleyen bir savaş yöntemi olma özelliği taşımaktadır. Düşmanın büyük silah gücü karşısında, başka etkili silah ve mücadele yöntemlerine de sahip olunmadığı için, içtihad sonucu bu yöntemi uygulayan mü’minlerin yayınlanan son görüntülerinde de görüldüğü gibi, bir bunalımın ve intihar psikolojisinin en ufak bir izine rastlamak mümkün değildir. Bu eylemleri gerçekleştirenler, son derece onurlu ve bilinçli bir adanmışlığın saygı değer örnekliklerini oluşturmaktadırlar.
Bu eylemler sebebiyle gündeme getirilen bir başka husus da, masum insanların öldürüldükleri iddiasıdır. Bu doğru değildir. Bu eylemlerde zarar görenler, bir kere işgal edilmiş Filistin topraklarına bilinçli olarak gelmiş yerleşimcilerdir. İkinci olarak da silah taşıyabilecek herkes silahlı ve saldırgandır. Yani Filistinliler bu eylemleri, başkalarına ait topraklara haksız yere sızarak oranın masum insanlarına karşı değil, kendilerine ait olup, katliamlarla İşgal edilmiş bulunan topraklardaki zalim işgalcilere yönelik olarak gerçekleştirmektedirler. Ve işgalcilerin bu eylemlere muhatap olmamak gibi bir seçenekleri her zaman vardır, o da işgal ettikleri toprakları ve Filistin halkına zulmetmeyi terk etmeleridir. Belki sadece henüz silah taşıma yaşına gelmemiş çocukların zarar görmesi eleştirilebilir. Ancak bu eleştirinin de muhatabı, o çocukları işgal ettikleri savaş bölgesinde bulunduran İsrail ve işgalci Yahudi anne, babalardır. Kadın erkek terörist tüm Yahudi güçler ise, Filistin topraklarını işgal ederek, ağırlıkla ve öncelikle çocuklar olmak üzere sivil ve masum bir halkı kendi vatanlarında yok etmek gibi bir vahşeti on yıllardır sistemli bir şekilde gerçekleştirmektedirler.
Ayrıca, İsrail terör örgütünün yaptığı tüm vahşete fiilen katılmanın yanında, İsrail halkının çok büyük bir ekseriyeti, itiraz etmemekle, tahrif edilmiş Tevrat’taki -vadedllmiş toprakları ele geçirme safsatasıyla Yahudi olmayan insanlara yönelik katliam ve sömürülere cevaz veren- sapık söylemlere iman etmekle, bunları bir şekilde düzeltme çabası içine girmemekle ve terörist yöneticilere destek vermekle, toplumsal olarak da sorumluluk altında bulunmaktadırlar.
Sonuç olarak ifade etmek istediğim bir başka husus da şudur; böylesine vahşetin ve insanlık suçu nitelemesini hak eden büyük zulümlerin, soykırımların yaşandığı bir ortamda, zalimlerin, egemenlerin enformatik provokasyon ve propagandasının etkisinde kalarak mazlumların mücadele ve direniş yöntemlerini sorgulamaya kalkmak ve “şehadet eylemlerini” gündem yaparak esas gündemi saptırmaya katkıda bulunmak, şüphesiz hiçbir ölçü, ilke ve insani değer taşımayan İsrail ve destekçisi ABD emperyalizminin amacına dolaylı destek sunmak ve sanki kısmi de olsa haklılık payı olduğu imajı yaratarak zalimlerin işini kolaylaştırmak anlamı taşımaktadır.
Masum Afgan halkına yönelik Amerikan saldırısı ve katliamları yaşanırken de “bilişim alanındaki küreselleşmenin” sağladığı kültürel emperyalizmin, psikolojik savaşın propaganda ve yönlendirmesiyle pek çok müslüman aydın ve entelektüel Taliban’ın din anlayışını tartışmayı öne çıkarıp, gündemi Amerikan propagandası istikametinde saptırarak, zalimleri ve zulümlerini gündemde tutmayı bırakmış, zulme ve saldırıya uğrayanları, sadece duyumlara dayalı kimi uygulamaları sebebiyle zalim ilan edivermişler ve Amerikan vahşetine adeta mazeret üreterek haklılık kazandırma konumuna sürüklenmişlerdi.
Bazı müslümanların her seferinde ısırıldıkları halde bir daha ısırılmaktan kurtulamadıkları bu kara delik, ilkesizliğin, tutarsızlığın, dışarıdan etkilenmeye açık özgün olmayan duruşların yol açtığı zilletten kaynaklanmaktadır.
(*) “… Yahudi olmayanlar… önünüzde yüzleri yere doğru eğilecek ve ayaklarınızın tozunu yalayacaklardır…” (Isaiah, 22-23)
“… size hizmet etmeyen milletler ve krallıklar yok olacaklardır…” (Isaiah, 10-12, 16)
“… onları öldürecek ve külliyen yok edeceksiniz; onlarla hiçbir anlaşmada bulunmayacak, onlara merhamet göstermeyeceksiniz…” (Tevrat 5. cüz, 2)