Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Mısır darbesinin idam kararları ve İslami Duruşumuz – II

Mısır darbesinin idam kararları ve İslami Duruşumuz – II

Seküler Demokrasilerin Desteğindeki Mısır Darbesi ve İdam Kararları Karşısında İslami Duruşumuz -II-

 

Mısır cuntasının, demokratik emperyalistlerin desteğiyle yaptığı darbe ve emir eri diktatörlük yargıçlarının hukuk tanımayan vahşi idam kararlarıyla Müslüman kardeşlerimize ve topyekun Mısır halkına büyük bedeller ödetiliyor. Emperyalist demokrasilerin hegemonyası, küresel finans kapital diktatörlüğünün tahakkümü altında ve seküler demokrasilerin desteklediği baskıcı, yasakçı, zalim despot ve darbeci rejimlerin yönetiminde dünyanın mazlum halkları büyük acılar çekmektedir. Tüm bu ülkelerde, açlık ve sefalete mahkum edilmiş fakir mazlum halkların kaynakları emperyalist alçaklar ile yerli işbirlikçileri despot rejimler ve darbeci uşakları tarafından çalınmakta, sömürülmektedir. Yapılmakta olan bunca haksızlık, zulüm ve katliam da hep bu süfli çıkarlar için yapılmaktadır.

 

Bu gidişe dur deyip kaderleri üzerinde söz sahibi olmak isteyen mazlum halklar ise, kanlı darbelerle,  kitlesel katliamlarla, seri idamlarla bastırılmaya, sindirilmeye ve teslim alınmaya çalışılmaktadır. Üstelik tüm bunlar “demokratikleştirme” ve “özgürleştirme” projesi olarak sunularak mazlum halklarla adeta alay edilmektedir. Halbuki, bir önceki bölümde izah edildiği üzere demokrasi, seçimle halkın kendisini idare etmesi ve kaderi üzerinde söz sahibi olması boyutuyla tamamen mazlum halkları aldatmak için kullanılan bir kamuflaj malzemesidir. Gerçek anlamı ise, hevanın ve zannın hakimiyetini esas alan “şirk”/”büyük bir zulüm” sistemi olmasıdır.

 

Müslümanlar On Yıllardır Isırıldıkları Aynı Delikten Bir Daha Isırılmak Basiretsizliğinden Artık Kurtulmalıdırlar

 

Bilindiği üzere, demokrasinin onlarca tanımının değişmez ortak paydası, ilahi otorite de dâhil üzerinde başka hiçbir otorite tanımaksızın “halkın iradesinin mutlak hâkimiyetidir”. Ve bu sebeple de halk temsilcilerinden oluşan Parlamentoda yasa yapılırken Hududullah’ın sınırlamasını, vahyin nihai belirleyiciliğini, halkın çok büyük ekseriyeti bu fikre destek verse de asla kabul etmezler. Gerçi bu teorik söylem de pratikte hep yalanlanmış ve bu güne kadar hiçbir demokratik ülkede halkın iradesinin mutlak egemenliği gerçekleşmemiş, ağırlıkla büyük sermaye hakimiyeti olan bürokratik oligarşilerin egemenliği söz konusu olmuştur. Ama her halükarda, ilahi vahyin belirleyiciliği yerine (çoğunluğun belirleyiciliği adı altında)  heva ve zannın nihai otorite olması demokrasinin olmazsa olmazı olarak kabul edilmiştir. Rabbimiz de En’am Suresi 116. ayette; “Eğer yeryüzündekilerin çoğuna uyarsan seni Allah yolundan saptırırlar. Onlar ancak zanna uyuyorlar ve onlar sadece yalan uyduruyorlar” buyurmaktadır. Buna rağmen demokrasi modelinin kurucularına ve gerçek demokratlara göre, halk çoğunluğunun (pratikte ise halk adına oligarşilerin) iradesi üzerinde ilahi otorite dahil hiç bir otorite kabul edilemez. Bu sebeple Erdoğan bile, “bütün dinlere eşit uzaklıkta devlet ve kamu alanı oluşturma anlamında” laikliği demokrasinin güvencesi olarak ifade emiştir. Geçmişte Cezayir, Tunus, Filistin ve bugün de Mısır‘da sistem içi seçimlerle halk çoğunluğunun iradesiyle hükümet olup, ilahi vahyi belirleyici kılmak ve Allah’ın hükümleriyle hükmetmek istenmesi, bu sebeple hep demokrasiye aykırı bulunmuş ve kanlı darbelerle, büyük zulüm ve kuşatmalarla bastırılmıştır.

 

1989 yılı seçimlerinde Tunus’ta NAHDA hareketi büyük bir başarı elde edince, halkın büyük teveccühüne sahip olan NAHDA’nın 1991 yılında önü kesilmiş, rejim düşmanı ilan edilip partisi kapatılmış, binlerce müntesibi zindanlara doldurulmuş, öncü kadrolarından Gannuşi dahil binlercesi de yurt dışına kaçmak zorunda bırakılmıştır. Aynı dönemde 1991 yılında Cezayir’de FIS hareketi %85 civarında oy alarak “Allah’ın hükmüyle hükmetmek” vaadiyle hükümet olduğunda, başta Fransa olmak üzere batılı ülkelerin desteğiyle işbirlikçi orduya hemen darbe yaptırılıp, o günden bugüne on binlerce Müslüman’ı (yaklaşık 200.000 kişi) katleden, on binlercesini de zindanlara tıkan bir süreci işletmişlerdir.Daha sonra da Filistin’de vahye dayalı bir hükümet kurmak üzere örgütlenip, İslami bir davet gerçekleştirerek halkın çok büyük ekseriyetinin de (%65) desteğini alan HAMAS ve destekleyen Müslüman halk büyük acılara ve zulümlere sebep olan baskı ve yasaklara maruz bırakıldılar. Sonra da Gazze’de sıkıştırılıp çok boyutlu kuşatma, ambargo, saldırı ve katliamlara muhatap kılındılar, sonuçta Filistin’de sistem içi hükümet olmaları engellendi. Şimdi de Mısır’da Allah’ın hükümleriyle hükmetmek vaadiyle %52 oy alıp ilk seçilmiş Cumhurbaşkanı İHVAN temsilcisi Mursi ve hükümeti darbeyle devrildi ve diğer örneklerde olduğu gibi yine seçim geçersiz kılındı. Batı demokrasilerinin desteğini alan darbeci diktatör, şimdi de zalimane siyasi bir kararla Mursi ve dava arkadaşlarını alçakça idam etmek istiyor.

 

Cezayir, Filistin, Tunus ve Bengladeşgibi Müslüman halkların yaşadığı ülkelerde sistem içi demokratik zeminde hükümet arayışları içine girenlerin akıbeti hep batılı emperyalist demokrasilerin desteklediği despotlarca, demokratik oligarşilerce bastırılmaya, yasaklanmaya ve alçakça idamlarla yok edilmeye çalışılmaktadır. Üstelik sistem içi hükümet arayışı içinde olunan bütün bu ülkelerde Müslümanların kaderi, o güne kadarki kazanımlarını da kaybettirip geriye götüren baskılar, yasaklar ve zindanlar sürecine mahkum edilmek olmuştur. Bütün bu acı tecrübeye rağmen Müslümanlar maalesef Mısır’da da aynı delikten ısırılmışlardır.

 

İHVAN kardeşlerimiz, Allah’ın yardımını celbeden Nebevi yöntem gereğince toplumu değiştirmeye ve Kur’ani bir inkılaba yoğunlaşmak yerine, küresel ve yerel seküler büyük kuşatma altında sistem içi hükümet olmaya kalkışmışlardır. Nebevi yönteme aykırı olan bu tercihte artık Allah’ın yardımı devreye girmeyince, bir tarafta Müslümanların diğer tarafta ise düşmanlarının yer aldığı ve artık sadece beşeri güçlerin mücadelesinde gücü daha fazla olanın diğerine galip gelebileceği bir zemin oluşmuştur. Mısır’da sistemi ve toplumu kuşatma altında tutan ordu, polis, yargı, istihbarat, eğitim, ekonomi ve medya tamamen emperyalist seküler demokrasilerin emrindeki işbirlikçi bürokratların kontrolündedir. Bunlara bir de küresel ve yerel provokasyon, fitne ve oyun kabiliyetleri fazla olan emperyalist devletlerin küresel gücünü eklediğinizde, Müslümanlar da ilahi yardımı hak eden bir yöntemi takip etmeyince, galibiyet için beşeri anlamda daha güçlü olanların önü açılmış oldu. İşte bu küresel güç yerel işbirlikçilerini harekete geçirmiş ve sistem içi hükümete kolayca darbe yapılmış, sonuçta İHVAN yasaklanmış, partisi kapatılmış, binlerce Müslüman şehid edilmiş, binlercesi zindanlara tıkılmış, mal varlıklarına el konulmuştur. Şimdi de bini aşkın öncü kadro idam edilmek istenmektedir.

 

Dünyanın bütün demokratları, geçmiş tecrübelerde yaşandığı üzere her seferinde utanmadan bu vahşetleri sessizce seyrettikleri gibi bugün de aynı ahlaksızlığı sürdürüyorlar. Hatta zalim faşist darbecileri ve yaptıklarını hiç utanmadan açıkça destekliyorlar. Halkın iradesinin serbest seçimle siyasi kaderini belirlemesi olarak ifade ettikleri “halkın hakimiyeti” putlarına geçmişte sahip çıkmadıkları gibi bugün de sahip çıkmıyorlar. “Demokrasiye göre halka sunduğu projesiyle halkın çoğunluğunun desteğini alan, vaat ettiği İslami yönetim biçimiyle yönetmek üzere hükümeti kurmalıdır” demediler ve seçimle iktidar belirleme putlarını kolayca yediler. Çünkü demokrasinin, aynı materyalist seküler modern paradigmanın ürünü olan liberal ve sosyalist proje ve programları uygulayacak yönetim biçimine izin verdiğine, ama ilahi vahyin belirleyiciliğine dayalı bir proje ve programı uygulayacak İslami yönetime karşı olduğuna inanmaktadırlar. Zaten demokrasi de esas olarak işte budur.

 

Sistem İçi Hükümetler Seçimle, Sistemler İse, Ancak Toplumsal Değişim ve İnkılapla Değişirler

 

Bugüne kadar büyük bedeller ödenerek yaşanan tüm acı tecrübeler sonucunda anlaşılmış olması gerektiği üzere Müslümanlar, on yıllardır hak-batıl karışımına yol açan demokratikleşme eğilimleriyle ya da İslami kimliklerini korusalar da sistem içi hükümet arayışları uğruna defalarca aynı delikten ısırılmaya devam etmektedirler. Evet Allah’ın üzerimize yüklediği İslami sorumluluğumuz gereğince haklı olarak defalarca söylemeliyiz ki, Müslümanlar bu basiretsizlikten artık kurtulmalıdırlar. Bilinmelidir ki, sistem içi hükümetler seçimle, sistemler ise ancak toplumsal değişim ve inkılapla değişirler.

 

Bu sebeple Müslümanlar, artık bunca tecrübeden sonra batıl sistemler içinde hükümet olmaya yönelmek yerine, ilahi yasa ve Nebevi yöntem gereğince İslami sistemin gelişine vesile olacak toplumsal değişim (Rad 11)  ve Kur’ani inkılap üzerinde yoğunlaşmalıdırlar. Hepimiz Allah’ın vaat ettiği yardımını hak edecek tevhid eksenli tavizsiz ve uzlaşmasız bir İslami mücadeleye adanmalı ve O’nun yardımı geldiğinde de, Allah’ın izniyle bize hiçbir gücün galip gelemeyeceği ve zalimlerin hak ettikleri bir “inkılap ile devrilecekleri” bilinciyle hareket etmeliyiz (Muhammed 7, Al-i İmran 160, Şuara 227). İslami bir toplumsal değişim yaşanmadan, toplum İslami adalet sistemiyle yönetilmeye müstahak hale gelmeden, yeterli hazırlık ve birikim yapılmadan, farklı halk kesimlerinin despotizme karşı özgürlük talepli ayaklanmasından İslami hükümet çıkarmak için acele etmemeliyiz.

 

İşte yaklaşık 30 yıldan beri Cezayir’de, Filistin’de, Tunus’ta ve Mısır’da yaşanan bu büyük zulme, despotizme ve emperyalist saldırılara son verebilmek için yapılacak şey; demokrasiye daha fazla sarılmak değildir. Veya bu bağlamda sisteme eklemlenmeye mazeret üretenlerin ifadesiyle ‘denize düşen yılana sarılır’ sözünün gereğini yapmak veya bu minvalde yaşananlara meşruiyet kazandırıcı yorumlar yapmak hiç değildir. Tam tersine içine düşülen denizin de, sarılmak istenilen yılanın da seküler emperyalizme ait olduğunun bilinciyle, hem bölgedeki despot yönetimlere, darbelere karşı çıkmak, hem de onların arkasındaki emperyalist demokrasileri çok iyi tanıyıp, yeni oyunlarını da bozacak şekilde itiraz edip, onlara da isyan edip, kahyanın zulmünden ağaya sığınmak çelişki ve zilletine düşmeden, bu yılana sarılmayı da reddetmektir. İzlenmesi gereken doğru yol, bize izzet ve galibiyeti getirecek olan Allah’ın ipine topluca sarılıp, tevhidi ümmeti vahiyle yeniden inşa ederek, Toplumu Kur’ani bir inkılaba uğratarak Allah’ın vaat ettiği yardımını ve rahmetini üzerimize celp etmektir. (Muhammed 7, Al-i İmran 160).

 

Müslüman halklar, Hablullah olan Kur’an’a topluca sarılıp tevhidi istikamette bir sosyal değişimi yaşayarak İslami adalet sistemini ve Allah’ın yardımını hak ettikleri zaman vadedilen ilahi yardım inşallah gelecektir. İşte o zaman bütün küresel kâfir güçler birleşseler de, Müslüman halkların kaderleri üzerinde söz sahibi olmalarını ve Allah’ın hükümlerini egemen kılarak adaleti ikame etmelerini önlemeye Allah’ın izniyle güçleri yetmeyecektir. Ancak bundan sonra, bugüne kadar yaşananların benzeri küresel demokratik destekli darbeci, baskıcı zulümler, inşallah Müslümanların adalet yönetiminin oluşmasını engelleyemeyecektir.

 

İslami adalet sistemi ortaya çıktığında, iman eden ya da inkar eden herkesin sahibi, maliki, yaratıcısı ve rızık vereni olan Allah’ın hükümleriyle hükmedilerek inşaallah bütüncül ve sahici adalet tesis edilecektir. Böylece imtihan sebebiyle inkar özgürlüğüne sahip olanlar da dahil bütün insanların bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirmeleri için gerekli olan temel haklar ve adalet vasatı sağlanmış olacaktır. Bütün kullarının hukukunu ve temel haklarını gözeten ve güvence altına alan kuralları, müeyyideleri, adil hükümleri vazeden Allah’ın hükümlerine uygun bir yönetim gerçekleştiğinde ise, gayrimüslimler dahil her kesim adaletle muamele görecek, kimseye zulmedilmeyecektir.

 

İhvan’nın Gelecek Tasavvuru, Hasan el-Benna ve Seyyid Kutub’a Rağmen, Maalesef “Sistem İçi” Düşünme Sınırını Aşamamıştır

 

Şüphesiz ki “İhvan-ı Müslimin hareketi“‘nin, tüm Müslümanlar ve İslami uyanış süreci bakımından taşıdığı önem ve tevhidi dirilişe yaptığı katkı tartışılmazdır. Bu bakımdan takdir ve duayı, kendisine yönelik zulümlere karşı sahiplenilip savunulmayı en fazla hak eden bir harekettir. Özellikle de şehid Hasan el-Benna‘nın başlattığı tevhidi mücadelenin şehid Seyyid Kutup gibi alimlerce bedeli ödenerek sağlanan netlik zemininde, cahiliye sistemi ve toplumundan ayrışma ve cahiliyeye alternatif bağımsız İslami kimlikli bir yapı oluşturma çaba ve çağrıları sürecinde çok önemli bir örneklik oluşturulmuştur. İşte bu tevhidi uyanışın tohumlarını her yere taşıması ve bütün ümmet coğrafyasına etkisi sebebiyle İhvan hareketi küresel istikbarın ve yerli uşaklarının sürekli düşman olarak belirlediği hedef olmuştur. Bu sebeple, İhvan cezalandırılarak, aslında ümmet çapındaki uyanışa vesile olma örnekliği ve böylece uyanan tüm Müslümanlar cezalandırılmak, sindirilmek, tevhidi duruş ve istikametten döndürülmek istenmektedir.

 

Bu harekete, öncü kadrolarına ve destekçilerine büyük zulümler yapılmış olması ve büyük bedeller ödetilmesi sebebiyle, zaten Hasan el-Benna ve Seyyid Kutup gibi bazı alimler dışında sistem içi siyasetten tam ayrışamayan anlayış gereği daha sonraki zulüm süreçlerinde sistem içi seçimlere katılma uygulamaları olmuştur. Bir çok mazeret ileri sürülse de sonuçta, Seyyid Kutup‘un cahiliye toplumu ve sisteminden bütün boyutlarıyla akıdevi ve siyasi beraat ve ayrışma çizgisi, te’vil ederek de olsa gerçekleştirilen sistem içi siyasette yer alma uygulamaları ile zamanla fulûlaştı. Aziz şehidimiz Seyyit Kutup döneminde yakalanan doğru yöntem ve istikamet korunup geliştirilemedi ve İslami kimlik konusunda yakalanan netliğin tesiriyle siyasette de sistemi aşan bir perspektif oluşturulamadı ve bedelini canıyla ödediği “Yoldaki İşaretler” kitabında ortaya koyduğu Nebevi yöntem daha ciddi bir boyuta taşınarak modelleştiremedi.

 

Tebliğ, eğitim ve şahidlik (zulme, şirke, ifsada karşı tevhid, adalet, ıslah mücadelesi) çabalarıyla önce insanı, toplumu değiştirmeye yoğunlaşarak kendisine bırakılan alanda sosyal değişimi gerçekleştirip sonuçta da Allah’ın takdiriyle sistemin değişimini hedefleyen bu Peygamberi yöntem ve inşa süreci, Şehid Seyyid Kutub tarafından “Kur’an Neslini Yeniden İnşa Etmek” olarak projelendirilmiştir. Ama maalesef bu yöntemin, vahiyle yönlendirilmiş ilk neslin inşa sürecinin, İHVAN için sürekli takip edilen bir yol, yöntem, hedef, gelecek tasavvuru ve gerçekleştirilmek üzere eksene alınan vazgeçilmez bir proje olduğunu, sürekli takip edildiğini söylemek mümkün değildir. Daha sonraki süreçlerde İHVAN hareketinin genel tasavvuru, hedefi, Türkiye ile mukayese edilmeyecek kadar vurgu bakımından daha İslami, Şer’i olmaya devam etmekle beraber, daha çok sistem içi düşünmeye, sistem içi taleplerle gündem olmaya ve sistem içi siyaset kanallarını kullanarak parlamentoya girmeye çalışılmıştır. En sonunda da demokrasiyi seçime indirgeyen bir tanımla kabullenip, sistemin kuşatması altında hükümet olmaya, sistemi içerden “ıslah” etmeye yönelmiştir. Tabii ki, pratikte seküler despot bir sistem olmasına rağmen Mısır sisteminin Mübarek dönemi anayasasında bile – halkı Allah ile aldatmak ve oyalamak için de olsa- devletin dini olarak İslam’ın yazılı olduğu ve İslam’a aykırı yasa yapılamayacağı maddesinin bulunduğu gerçeği ve bu yüzden Türkiye’den çok farklılıkları olduğu da dikkate alınmalıdır.

 

İHVAN temsilcilerinin yıllardır süregelen sistem içi ufuklarını ortaya koyan söylemlerden yeni bir örnek vermek gerekirse; Müslüman Kardeşler Sözcüsü Cihad El Haddad ile yapılan ve 12.08.2013 Yeni Şafak’ta yayınlanan bir röportaj bu konuda yeteri kadar açıklayıcı bir içeriğe sahip bulunuyor. İhvan sözcüsü demokrasiyi seçime indirgese de neticede kendilerini bu batıl kavrama nispet ederek, ABD ve AB’nin demokrasi konusundaki samimiyetsizliğini ifade edip, darbe ve katliamlara muhatap olduktan sonra bile batılılara rağmen onların demokrasisi uğruna savaşacaklarını söyleyecek kadar ileri gidebilmektedir. İhvan adına yaptığı bu açıklamada seçimle sistem içi hükümet olmaktan öte bir içeriğe geçememekte, sistemi değiştirmeye dair bir tasavvuru gündemleştirememektedir. Söz konusu röportajdan ibretlik ifadeler şunlar:  “ABD ve AB’nin bu ikiyüzlülüğü özgürlüklerimizi teminat altına aldığımız siyasi rejim olarak demokrasiden vazgeçmemizi gerektirmiyor. Demokrasi için sonuna kadar savaşacağız… İhvan ve Mursi demek demokrasi demektir. Demokrasi demek halk demek, sandık demektir. Halkın büyük çoğunluğunun desteğiyle seçilen liderimiz Muhammed Mursi’nin, Mısır’da demokrasiyi inşa etmede en etkili isim olduğu bu kanlı süreçte daha iyi anlaşılacaktır.”

 

Buna rağmen bir çok İhvan yetkilisinin genel duruşunun net bir İslami kimlik ve açık bir şer’i muhtevaya oturduğu gerçeğini de ifade etmemiz ve bu sebeple söz konusu açıklama gibi yanlış söylemlere rağmen İhvan hareketini bütünlük içinde değerlendirmemiz gerekiyor. Mesela bazı ihvan öncüleri de, darbe sonrasında yaptıkları açıklamalarda sistem içi seçimle hükümet olma kararının doğru olmadığını, seçime girmekle hata yaptıklarını anladıklarını ifade etmişlerdir;  Müslüman Kardeşler’in liderlerinden Salih Sultan, seçime girmekle “hata ettik” diyerek Mısır halkından özür dilemiştir. (Egypt Independent) Ayrıca Muhammed Mursi’nin danışmanı Muhammed Kazzaz da yaptığı açıklamada; Şartların daha da olgunlaşmasını beklemeliydik diye kendi kendimize sorduğumuz olduifadelerine yer vermiştir. (Haksöz Haber). Görüldüğü üzere İHVAN temsilcileri bile (Türkiye’deki, ihvan’dan fazla ihvancılara göre daha doğru ve daha ferasetli değerlendirmeleri, hem de en çok bedel ödedikleri süreç devam ederken yapabiliyorlar), doğru bir tespitle “şartların olgunlaşmasını beklemeden” “sorumluluk almak konusunda acele davranmakla hata ettiklerini” açıkça ifade etmektedirler.

 

Ancak yanlış yöntemle sistem içi seçimlere iştirak edip taguti sistemin parlamentosunda temsil edilme süreçlerinde bile İhvan temsilcileri asla Türkiye’deki gibi İslami akıde ve şer’i sorumluluklarından ilkesel alanda tavizler vermemişlerdir. Tarihsel süreçte de sadece, bugün de yaptıkları gibi bir yanlışı yaparak, Nebevi pratiğe uymayan bir yöntemle siyasi temsillerini ortaya koymaya çalışmışlardır. Buna rağmen son halk ayaklanması akabinde doğru bir yöneliş içine girilmiş seçimlere katılmama kararı alınmıştı. Ancak Tayyip Erdoğan ve İhvan kökenli alim Yusuf el-Karadavi gibi bazı dış ve iç tesirler, içte var olan kısmi eğilimleri de teşvik ederek sistem içi seçimlere girilmesini sağlamışlardır. İşte bu yanlış yönlendirme ve önceki doğru karardan dönüş sonucunda ise, maalesef seküler emperyalist büyük kuşatma altında iktidar olabileceği zannına kapılan İhvan hükümeti darbeyle devrilmiş, geçmişteki acı örneklere bir yenisi eklenerek büyük bedeller ödetilmiş, yenileri ödetilmeye devam edilmektedir.

 

Bizler bu zulme ve darbeye karşı kardeşlerimizin yanında yer alarak zalim ve katil darbe yönetimini ve arkasındaki emperyalist demokrasileri tel’in ediyoruz. Kardeşlerimizin bu zulümlerden kurtuluşu için, Rabbimizin onlara dayanma ve direnme gücü vermesi, zalim diktatörün elinden kurtulmaları için yardım etmesi ve bizleri de yardımcılar kılması için dua ediyoruz. Onların da, bu yaşadıkları büyük musibetten dersler çıkarıp Nebevi yönteme yönelmelerini, vadedilen ilahi yardımı celp edecek tevhidi mücadele stratejisinde yoğunlaşıp Kur’ani toplumsal dönüşüme/inkılaba vesile olacak, istikamet üzere çabalar göstermelerini temenni ediyor, bunun için gerekli ilim, azim, irade, basiret ve feraseti kuşanmalarını nasip etmesini Rabbimizden niyaz ediyoruz.

 

Bu Vesileyle İslami Sorumluluklarımızı Bir Daha Hatırlamalıyız

 

Bizler de mü’minler olarak, on yıllardır kardeşlerimizin başına gelen bu musibetlerden dersler çıkarmalıyız. Hiç unutmadan ve hiçbir maslahatla ertelemeden sürdürmemiz gereken büyük ve sürekli görevimizin, tebliğ, eğitim ve vahye şahidlik sorumluluklarımızı en iyi ölçülerde yerine getirip, tevhidi ilkelere sadakatle adaleti ikame mücadelesi vermek olduğunu bu vesileyle bir daha hatırlamalıyız. Bu görevimiz ve İslami sorumluluğumuz: uzun soluklu mücadele sürecinde inşa edici çabalarla toplumun özündeki cahili kalıntılardan arınıp Kur’ani bir inkılapla değişim ve dönüşümüne vesile olmaktır. Ve bu büyük sorumluluğumuzu erteleyip ya da aksatıp, hazırlıksız, teşkilatsız ve güçsüz iken sistem içi değişimlerle kısa vadeli iktidar hedeflerine yönelme hatasını tekrarlamamaktır.

 

İslami sorumluğumuz:hele de şirk sistemlerinin kuşatması, küresel emperyalistlerin vesayeti altında ve emperyalist seküler modeller içinde, üstelik bu sapkın zihniyetin silahlı gücünün tahakkümünü bilerek, asla iktidar olamayan ve Allah’ın hükmüyle hükmedemeyen hükümetler olmaya kalkışmamaktır. En’am Suresi 82. ayette beyan edildiği üzere “imana zulüm/şirk bulaştırmaya/giydirmeye” yol açacak laik parlamentolarda yasa yapıcı olmaya heveslenmemek ve bu tür seküler siyasetlere eklemlenmemek, fiili taraf ve aktif destekçi olmamaktır. Her şart altında mutlaka tevhidi istikameti korumak ve cahiliye/zulümat içindeki koyu karanlıkları da görece olumlu grilikleri de dışlayarak, cahiliyenin bütününden beraatını ilan ederek, katışıksız, uzlaşmasız bir İslami mesajı topluma sunmaktır. Batılın gri tonlarına meyledip mü’minlerin birliğini parçalamak hastalığından kurtulup, vahyin belirlediği  akıdevi ortak paydada ve Nebevi yöntemde birleşip bağımsız İslami kimlikli bir yapıyı ortaya koymaktır. Arayış içindeki tüm dünya insanlığının ve adalet isteyen tüm dünya mazlumlarının ihtiyacı olan İslami modeli oluşturup, insanlığı ve öncelikle de içinde bulunduğumuz toplumu sadece Kur’an’ın mesajına çağırmayı sürdürmektir.

 

İşte bu, her şartta istikameti koruyarak sürdürülen tavizsiz ve uzlaşmasız tevhidi mücadele sonucunda, ilahi yasa işleyecek Müslümanların iradesiyle/çabasıyla gerçekleşen sosyal değişimden sonra, hak ettiği İslami yönetime doğru toplumun durumunu değiştiren sistem değişimi Rabbimizin iradesiyle takdir edilerek gerçekleşecektir. Toplumu Kur’ani ölçülerle dönüştürüp inşa ederek iktidar olunduğunda ve sistem vahyi ölçülerle yeniden yapılandırıldığında, hem Cenab-ı Hak’kın yardımı ve desteği, hem de toplumsal değişim sonucu oluşmuş Müslüman toplumun yardım ve desteğiyle yaşanan inkılaba sahip çıkıp arkasında durması hali söz konusu olduğunda ise, her türlü şer güce karşı ayakta kalmak, direnmek ve inkılabı sürdürmek mümkün olabilecektir.

 

Hak davanın amacı, insanlığı bu batıl sapkın rejimlerin sömürü ve adaletsizliğinden ve batılın temsilcilerinin her türlü zulmünden kurtarmaktır. Bundan dolayı Hak dava olan İslam, ilahlık ve hakimiyet iddiasındaki tağutları uzaklaştırıp yeryüzüne tek ilah olan Allah’ın hükmüyle hükmeden adalet sistemini yerleştirmekle insanın onurunu koruma altına almayı, fıtratı koruyup geliştirmeyi, herkes için adaleti ikame etmeyi hedeflemektedir. Bu sebeple bu Hak davanın müntesipleri, şirk sistemlerinin kuşatması altında, sistem içi demokratik zeminlerde hükümet arayışına asla girmemeli, daima ve her şartta mutlaka sistemi değiştirmeye ve bu amaçla İslami davet, eğitim ve şahidlik sorumluluklarını yerine getirerek toplumu vahiyle dönüştürüp İslami toplumu inşa etmeye kilitlenmeli, bu hedefe yönelik Kur’ani bir inkılaba yoğunlaşmalı ve Allah’ın vaadettiği yardıma müstahak olma halini kazanmalıdırlar. Bizlere yakışan, bu izzetli, ilkeli duruşumuzu, Resulün (s) önderliğindeki ilk Kur’an neslinin Mekke-Medine sürecinde yaşanmış güzel örnekliğinde ortaya konmuş yoldaki işaretleri esas alarak sürdürmeye ve bu hak yoldaki insani ve İslami sorumluluklarımızı yerine getirmeye ısrarla ve temel ilkelerimizden taviz vermeden devam etmektir.

 

İnşallah bir musibet olan bu süreç Türkiye ve bölge Müslümanlarının top yekun uyanışına ve Hak ile batılı karıştırma alışkanlıklarından, batıl model ve kavramları geçici de olsa esas almaktan yada ödünç almaktan kurtulmalarına vesile olur. Özellikle ülkemizde kimi kazanımlar uğruna, sistem içi demokratikleşme süreçlerine meşruiyet kazandırmak amacıyla Allah’ın ayetlerini zorlayarak aşırı yorumlara meyledenler, “bugün batıl kavram ve modelleri tercih etmekten başka çaremiz yok” diyenler, batıl kavram ve modelleri ödünç alma zarureti iddiasıyla ortaya çıkıp “ehveni şer”i tercih etmenin meşruiyetini anlatmaya çalışanlar ve bu konuda kendilerini uyaran kardeşlerine haksızlık yapanlar, Mısır örneğinde bir daha ortaya çıkan bu çarpıcı gerçek karşısında acaba ibret alıp mahcubiyet duyacaklar mıdır? Batıl müntesiplerinin kendi batıl kavram ve modellerinin ödünç alınmasına bile asla müsaade etmeyecekleri, hak ile batılın sentezinden bile tam razı olmayacakları, Rabbimizin ayetindeki ifadesiyle onların dinlerine girmedikçe asla Müslümanlardan razı olmayacakları bunca bedel pahasına apaçık ortaya çıkmıştır.

 

Türkiye Müslümanları olarak, ibadet bilinciyle ve imani bir sorumluluğumuzu yerine getirme azmiyle, Allah’a yakaran dualarımızla ve çok boyutlu yardımlarımızla Mısırlı Müslüman kardeşlerimizin yanında yer almalıyız. Rabbimiz onların yardımcıları olsun. Kardeşlerimizin ayaklarını bu zorlu süreçte sırat-ı müstakıminde sabit kılsın. Emperyalistlere ve yerli işbirlikçileri olan darbecilere ve yandaşlarına karşı Allah onları muzaffer kılsın. Ülkelerinde Hakkı ve adaleti ikame etmeyi ve adalet arayışı içindeki tüm dünya insanlığına şahidlik/örneklik yapacak bir adalet sistemini üretmeyi onlara ve bizlere nasip etsin.

 

 

AÇIKLAMA:

 

Selamun Aleykum Değerli kardeşlerim,

 

Karadavi ve benzeri alim, hoca, akademisyen ve cemaat önderlerinin batıl sistem içi siyasete desteklerinin sebeplerinin ne olduğu, ne anlama geldiği ve neye sebep olduğu konularındaki değerlendirmeyi III. Bölüme bırakmak zorunda kaldım. Çünkü bu tür öncülerin sadece İhvan’ın yanlış yöntemini desteklemekle kalmayıp, laik, liberal AKP siyasetini de desteklemeleri söz konusudur. Böyle olunca da, hem seçim öncesi duyguların ilke ve ölçülerin üzerinde bir yerde durduğunu, hem de AKP karşıtı koalisyondaki İslam düşmanı iç ve dış odakların azgınlığını dikkate alarak bu konunun seçim sonrasına kalmasının daha uygun olacağını düşünüyorum. Söyleyeceklerimizin daha sükunetle ve önyargısız okunması bu takdirde daha fazla mümkün olacağından ve amacımız “bağcıyı dövmek değil üzümü yemek” olduğundan bu kapsamdaki değerlendirmeyi seçimden sonra yayınlanacak üçüncü bölüme bırakıyorum. Bilindiği üzere İslami kesimde bu konuda iki uç oluşmuş durumda, III. Bölümde açıklayacağım bu uçlardan uzak durmaya çalışan bizler, Şükrü kardeşimizin de ifade ettiği gibi kendimizi vasat olarak nitelendirip “adil şahidlik” sorumluğumuza uygun davranma çabası içindeyiz. Ancak en zor olan vasatta olmak ve bu istikameti istikrarlı biçimde sürdürebilmektir. İki uçtakiler ya da uçlardan birisine yakın duranlar vasattakiler kolay anlayamazlar. Ya karşı uçtaymış gibi görmeye, göstermeye ya da çelişkiler içindeymiş gibi algılamaya yatkın olurlar. Bu sebeple de uçlardan çok vasattakilerle uğraşıp hırpalamaya çalışırlar, işte bu yüzden vasattakilerin durumu zordur, kendilerini uçtakilere anlatmaları ise daha bir zordur.

 

I. Bölümün altında yine “vasat” olarak nitelendirdiğimiz yerde birlikte durduğumuz bazı kardeşlerimiz arasında son derece seviyeli ve meramın anlaşılmasına katkı anlamında bir tartışma yaşandı, Rabbim hepsinden razı olsun. Bu konuda da söyleyeceğim bir kaç şey olacak, ama daha çok diğer iki ucu ve bizim durduğumuz yerin kodlarını ve başka sitelerde değerli bir kardeşimizin ismimi de zikrederek söylediklerini ve hatta özel bir ortamda söylediklerimi iznimi almadan kamuya açık bir alanda yanlış anlaşılmaya müsait cümlelerle aktarma yanlışı da dahil tüm yazılıp söylenenleri de değerlendirmeye çalışacağım. Ayrıca seçim üzerine bazı tevhidi uyanış süreci öbeklerinin yaptıkları açıklamaları ve bu tercihlerini meşrulaştırmak için ortaya koydukları argümanları da değerlendirmeye ve görüşümü ortaya koymaya çalışacağım inşaallah. Allah’ın selamı üzerinize olsun.

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?