Selamun aleyküm
Zikrullah olan Kur’an’ı hakkıyla okumayanlar, kalplerinde Kitaba iman sorunu yaşarak şüpheye, güvensizliğe, kaosa ve huzursuzluğa sürüklenmişlerdir. Allah’ın zikri olan Kur’an’dan, vahiyden koparılıp adet haline dönüştürülen şeklî ibadetlerin ise, insan ruhunu doyurması, kalpleri mutmainliğe, huzura, sükûnete ve tereddütlerden kurtarıp güvene kavuşturması imkânsızlaşmıştır.
“Onlar ki iman ederler ve kalpleri Allah’ın zikri ile mutmain olur. İyi bilin ki kalpler ancak Allah’ın zikriyle mutmain olur.” (Ra’d, 13/28).
Kalpler ancak Allah’ın zikriyle itminana kavuşur, zikrullahla yatışır, doyuma kavuşur, huzura erer. Buradaki zikirden kasıt Kur’andır, vahiydir. O halde kalpler, ancak Allah’ın zikri olan kitabıyla, bu kitabın ayetleriyle, bu ayetleri okuyup anlamak ve yaşamakla, Kur’an ile ahlâklanmakla, bütün hayat alanlarında Allah’ı anarak O’nun rengiyle boyanmakla doyuma, mutmainliğe, huzura ve sükûnete ulaşabilir. Çünkü kalp; Allah’ın ayetlerini duydukça, tanıdıkça, Allah bilgisine ulaştıkça cehaletten, bilgisizlikten, şüphe ve tereddütlerden kurtulabilir. Ancak böylece Allah’ı hakkıyla takdir edebilir ve güvene, doyuma, itminana ulaşır. Allah’ın zikrini özümseyip yaşadıkça, onunla ahlâklandıkça karanlıktan aydınlığa, cahiliye hükmüne dayalı zulümattan Kur’an’ın nuruna çıkar ve tekâmül edip olgunlaşır.
“Mü’minler ancak o kimselerdir ki Allah anıldığı zaman kalpleri ürperir. Karşılarında Allah’ın âyetleri okunduğu zaman da imanlarını artırır ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.” (Enfal, 8/2)
Demek ki Allah’ın âyetlerini okudukça, âyetlerle muhatap hâle geldikçe mü’minlerin kalpleri ürperir, imanları artar. Mü’minler, Zikrullahı işittiğinde, Allah anıldığında kalpleri titrer ve imanın coşkusunu yaşar. Bu kalplerde, Rabbine bağlılık ve güven hissi yükselir. Sonuçta da bu kalpler, Allah’a tam bir teslimiyete ve itaate yönelir. Allah yolunda başlarına geleceklere karşı sabırlı ve bu yolda fedakâr, sebatkâr olurlar. Allah yolunda yapılacak fedakârlıktan ve ödenecek bedellerden haz duyar hâle gelirler. Yukarıda zikredilen âyetlerin bize anlattığına göre kalplerin itminana kavuşmasının birinci vesilesi, elimizdeki ve evimizdeki hidayet rehberimiz olan Kur’an’ın âyetleridir. İşte bu Kitabın âyetleriyle tanışan ve ona teslim olup hakkıyla okuyan kişinin kalbindeki tüm şüpheler, tüm tereddütler dağılır, itminana, doyuma, sükûnete ulaşır.
Kur’an’da yer alan birçok ayetin vurguladığı üzere kalplerin mutmain oluşunun ikinci vesilesi ise, Rabbimizin yaratılış ve evren için vazettiği kevnî âyetleridir. Yani Allah’ın tüm kâinatta serpiştirdiği ay, güneş, yıldızlar, bulutlar, dağlar, denizler, bitkiler, hayvanlar vb. ile onların muhteşem bir düzen ve ahenk içinde işleyişini sağlayan kevnî ve fıtrî âyetleridir. İşte kalplerin itminana kavuşmasının ikinci vesilesi de Allah’ın evrendeki bu görülen/müşahede edilen görsel âyetlerini bizzat görmek ve üzerinde tefekkür etmektir. Kalpler, semâvât ve arzdaki Allah’a delâlet eden meşhud/görünen âyetlerle de Allah’ın muhteşem gücünü, kudretini, ilmini, hikmetini görerek itminana kavuşur. İnsan, bütün bu vahyî ve kevnî ayetleriyle Rabbini, Rabbinin gücünü, kudretini tanıdıkça O’na karşı sevgisi, saygısı, takvası ve teslimiyeti artacak, O’nu hakkıyla takdir edecek ve tüm şüpheleri kaybolup gidecek, kalbî mutmainlik oluşacaktır. (Ali Küçük tefsiri).
“Ey huzura kavuşmuş insan (mutmain olmuş nefis)! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön. (Seçkin) kullarım arasına katıl ve cennetime gir!” (Fecr, 89/27-30).
İbnü Cerir’in nakline göre, Mücahid, mutmain olmuş nefis için; “Allah’ın, kendisinin Rabbi olduğunu tasdik edip buna iyice inanmış ve her yaptığı işte onun emrine teslim olmuş ve boyun eğmiş nefis” tanımlamasını yapmıştır. Diğer bir ifadeyle; “Allah’ın, Rabb’i olduğuna inanmış, gönlünü ancak O’na vermiş, kalbi O’nun emriyle çarpar hâle gelmiş, Allah’a dönmüş ve boyun eğmiş nefis” demektir. Anlaşıldığı üzere, Zikrullah ile huzura kavuşmuş kalp, mutmain olmuş nefis/kişi, Rabbine güven duymakta, O’na teslim olup itaat ederek ilâhî rızayı kazanmakta ve O’ndan gelene de güvenip razı olmuş bulunmaktadır.
Ayette ifade edilen ‘radıyye’, seni bu ebedî nimete erdiren Rabb’inden razı ve hoşnut olarak; ‘merdıyye’ de, Rabb’in katında rıza ve kabul görmüş, yani temiz kalbin, güzel çalışma ve gayretin nedeniyle Rabb’in de senden razı olarak, seni en büyük kurtuluş olan rıza ve hoşnutluğuna eriştirmek üzere Rabbine dön demektir. (Elmalılı Hamdi Yazır tefsiri).
Din günü geldiğinde Allah’ın razı olduklarından ve Allah’tan razı olanlardan sayılmak için, dünya hayatımızda, metlûv/okunan ve meşhûd/görülen âyetlerle beraber olmamız gerekmektedir. İmtihan dünyasında, Allah’ın fıtrî ve kevni ayetleri ile vahyi ayetlerinin arasını kesmemeli, (Bakara, 2/27, Rad, 13/25) hakikat ve hilkat/yaratılış kitabını birlikte okuyup özümsemeli, tefekkür edip gereğince amel etmeliyiz. Fıtrat ile vahiy bütünleştiğinde kalpler mutmainliğe ve huzura kavuşacak ve sonuçta Allah’ın razı olduğu bir hayat yaşanarak temiz biçimde Rabbe dönme imkânı yakalanabilecektir. Bunun yolu sürekli âyetlerle iç içe bir hayatı yaşamaktan geçmektedir. Bu bakımdan, sürekli Allah’ın bizden razı olacağı şeyler peşinde koşmalı, hayatımızı ibadet kılarak O’nu razı etmeli ve biz de Allah’tan razı olmalıyız.
Bu dünya hayatında Allah’tan razı olmak ise, Allah’tan gelenden razı olmak ve gereğince amel etmek demektir. Hayat nizamı olarak Allah’tan bize ne gelmişse ondan razı olmalıyız. Bunun gereği olarak, bizleri yaratması, yaşatıp rızıklandırması, sonsuz nimetlerini lütfetmesi, yarattıktan sonra başıboş bırakmayarak hidayet rehberimizi göndermesi sebebiyle Allah’tan razı olmalıyız. O’na şükür ve hamd etmeliyiz. Özel veya kamusal, bireysel veya toplumsal bütün hayat alanlarını düzenlemek için ve bizi karanlıklardan aydınlığa çıkarmak, bize izzet ve şeref kazandırmak üzere Kur’an’ı inzal etmiş olması sebebiyle Allah’tan ve Allah’tan gelenden razı olmalıyız. Tabii ki bu razı olmanın ve hamd etmenin gereği ve ispatı olarak bütün hayat alanlarında Allah’ın vahyine uygun yaşamak zorundayız. İşte ancak o zaman, biz Allah’tan razı olmuşuz demektir ve inşaAllah o zaman Allah da bizden razı olmuş olacaktır.
“Allah, şöyle diyecek: ‘Bugün, doğrulara, doğruluklarının yarar sağlayacağı gündür.’ Onlara içinden ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetler vardır. Allah, onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu büyük başarıdır.” (Maide, 5/119)
İşte bu razı olmuş ve razı olunmuş sonuç olan “büyük başarı”ya ulaşmanın yolu “nefs-i mutmainne”den geçmektedir. Bu mutmain olmuş nefisten kasıt ise, hiçbir şüphe ve tereddüt taşımadan, mutmain olmuş bir kalple Allah’a teslim olan insandır. Allah’ı tek ilah ve Rab kabul edip O’nun Rasûllerinin getirdiği dini de Hak din bilerek Allah’a ulaşan insandır. O insan, Rasûlüllah’ın (s) Allah’tan getirdiği her akide ve ameli Hakk olarak kabul eden ve Allah’ın dininin yasakladığından mecburen değil, seve seve kaçınarak uzak durandır. O insan, Allah (c) yolunda ne fedakârlık gerekiyorsa yapan, O’nun yolunda üzerine türlü zorluk ve eziyet geldiği halde mutmain olmuş sâkin kalbiyle Allah’a dayanandır. Dünyanın İslâm dışı lezzet ve menfaatlerinden mahrum kaldığı halde onları özlemeyen, tersine bu konuda kalbi mutmain olarak Hakk dini takip edip tüm akıdevi ve ahlakî pisliklerden korunandır. Aynı keyfiyet En’am Suresi 125. Ayette “Allah’ın, kişinin göğsünü İslam’a açması” olarak ifade edilmiştir. Aynı ifade Zümer Suresinde de beyan edilmiştir:
“Allah, kimin göğsünü İslam’a açmışsa, artık o, Rabbinden olan bir nur üzerindedir, (öyle) değil mi? Fakat Allah’ın zikrinden (yana) kalpleri katılaşmış olanların vay hallerine. İşte onlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 39/22).
Allah, talep edip hak ettikleri için gönlünü İslam’a açtığı kimselere, hakikatlerden ibret almalarını, İslâm’ı kabul etmelerini ve Zikrullahla kalplerinin mutmain olmasını nasip etmiştir. Bu itminan insana, o ne zaman tüm şüphelerden arınarak, hiçbir tehlike ve zarar endişesi kendisini Rabbine inanmaktan alıkoyamayacak bir hâle gelirse, işte o zaman nasip olur. Çünkü inanan kimse, bir kez “İslâm haktır” diye kesin bir kanaate sahip olduğunda, artık o, Allah ve Rasûlü’nün emirlerine zoraki değil, seve seve tabi olur. Kitapta ve Rasûlün örnekliğinde ortaya konan akide ve amelleri severek kabullenir. Ve tüm bunları adeta kendiliğinden yerine getirir. Çıkarlarına ters düşse bile, yanlış bir davranışı terk etmek ona üzüntü vermez. Nasıl bir tehlike gelirse gelsin, Allah yolunda yürümeye devam eder. Çünkü o, kendisi için Allah’ın yolundan başka bir yolun olamayacağını düşünerek, her türlü zahmete katlanır. Kendilerini Allah’ın zikrine kapattıkları, Kur’an’ı hakkıyla okumaktan ve gereğince yaşamaktan bilinçli olarak uzak durdukları için tamamen katılaşmış bir kalbe sahip olanların ise, Hakk’ı kabul edip müslüman olmaları mümkün değildir. Bu durumda olan kimseler, helâk olmaktan başka bir şey beklememeleri konusunda uyarılıyorlar. (Mevdudi tefsiri).
Allah’ın zikrinden uzaklaşanların, ona kalbini kapatanların, kimi şekli ibadetlerle birlikte de olsa Kur’an’dan kopuk bir hayatı yaşayanların, Allah’ın rengiyle boyanması ve karanlıklardan aydınlığa çıkması da, dalaletten kurtulması ve huzura kavuşması da mümkün olmayacaktır.
Rabbimiz, Kur’an’ı hakkıyla okuyup gereğince amel etmeyi, hayatımızı ibadet kılarak Allah’ın rengiyle boyanmayı ve Zikrullahı özümseyerek mutmain olmuş bir kalple yoluna adanmayı ve sonuçta mübarek rızasını kazanarak ömrümüzü tamamlamayı hepimize nasip etsin inşaAllah.