Selamun aleykûm
İman ve ibadetler bölünmez bir bütün oluştururlar. Ancak ubudiyet bütünlüğü içindeki yerini alan ibadet arındırıcı ve inşa edici işlevini görebilir. İbadet hayatı kuşatan bir kavramdır. Hayatın bir alanında samimi bir iman ve ihlasla Allah’a itaat/ibadet edeni, o ameli hayatın diğer alanlarında da Allah’a itaat ve ibadete sevk eder.
İman ve sâlih ameller, inanç ve ibadetler organik bir bütün oluştururlar. Hayatın bütün alanlarını düzenleyen ibadetler birbirinden ve imandan koparılamaz. Ne inanç namazdan ve ne de bunların ikisi pratik hayatın yasalarından ve sosyal kurumlardan ayrılamazlar.
Ancak tıpkı Şuayb’ın (as) kavminde olduğu gibi bugün de insanların çoğunluğu seküler bir mantıkla din ve dünya ayrımı yaparlar. İnanç ve ibadet ile yasayı, hukuku ve insanlar arası ilişkileri birbirinden ayrı görürler. Kur’an’ı ve ibadetleri bölüp parçalarlar ve bir kısmına tâbi olup diğer kısmını dışlarlar. İnanç ile kimi şekli ibadetleri Allah’a yöneltir, O’nun emirlerine uygun yapmaya çalışırlarken, yasa yapmayı, hukuku ve insanlar arası ilişkileri Allah dışındaki kaynaklara dayandırırlar, bunları o kaynakların direktiflerine göre düzenlerler. Bireysel bazı ibadetler alanında Allah’a itaat/ibadet ederken hayatın farklı alanlarında başta heva ve heves ile tağutlar olmak uzere farklı rabler edinip onlara da itaat/ibadet etmeye yönelirler. İşte özü ve kökeni itibari ile şirk ya da putperestlik budur. İnsanı arındırmayan, tevhidî inkılaba yol açmayan ibadetler de, Kur’an ve ibadetler bütününden ve hayatın tümünü kuşatması gereken ubudiyet kavramından soyutlanmış ve şekle indirgenmiş içi boş parça ameller de, bu tür insanların amelleridir.
İşte Şuayb’ın (as) kavmi, onun namazının, kendisine hayatın bütün alanlarında namazın Rabbinin kurallarına uymayı emrettiğini, bunun ise kendilerince kabul edilemeyeceğini söylüyorlardı. Namaz ibadetinin, hayatın diğer alanlarında da aynı Allah’ın hükümlerinin esas alınmasına sevk edeceğini ve bütün hayat alanlarında sadece Allah’a ibadet ve kulluk yapılması gerekeceğini onlar bile fark ediyor ve bu da işlerine gelmediği için tevhid dinine karşı çıkıyorlardı.
Kendimizi sorgulamalıyız. Acaba bizim namazlarımız da bize her alanda aynı Rabbe yönelmeyi, hayatın bütününde Allah’a itaat etmeyi, Allah’ın dini uğrunda fedakârca hizmet etmeyi emrediyor, bizi bu hayırlı istikamette yönlendiriyor mu? Namazımız bizi diğer hayat alanlarında da aynı kıbleye yöneltiyor mu? Yoksa namazlarımız, oruçlarımız ve bütün ibadetlerimiz, sadece şekli bir boyutta kalan, hayatımızda inkılâp meydana getirmeyen içi boş şekiller haline mi geldiler?
Maun suresinde de, namazdan gafil olanların, namazı ruhtan yoksun bir biçimde ve şeklî olarak icra edenlerin, bilinçsizce namaz kılanların, samimiyet ve içtenlikten yoksun olarak gösteriş için namaz kılanların dini yalanlayan konumda oldukları beyan ediliyor. Bunların “yetimi itip kakacakları, yoksulu doyurmaya yanaşmayacakları, hayra da mani olacakları” tespitleri yapılıyor.
“Dini yalanlayanı gördün mü? İşte o, yetimi itip kakar; Yoksulu doyurmaya teşvik etmez; Yazıklar olsun o namaz kılanlara ki, Onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır, Ve hayra da mâni olurlar.” (Maun, 107/1-6). Onlar namaz kılarlar fakat namazı hakkı ile ikame etmezler. Namazın hareketlerini yerine getirir, namazın dualarını okurlar fakat kalpleri namaz gerçeğine, namazda okunan Kur’an’a, dualara ve tespihlere ve bu tespihlerdeki gerçeğe katılmaz. Onlar namazı sırf Allah için değil, insanlara gösteriş için ya da anlamını, içeriğini kaybetmiş biçimde şekli olarak kılarlar. İşte bu nedenle onlar namazlarından gâfildirler. O’ndan habersizdirler. O’nu hakkı ile ikame etmezler. İnsandan asıl istenen, sırf onu şeklen eda etmek değil, “namazı ikame etmek”tir. Namazı ikame etmek ise, ancak onun gerçeğini yaşamak, onu ikame ederken bütün hayatın Rabbini razı etme bilinciyle yalnız Allah için ve huşû ile kılmakla olur. Namazdaki secdelerde, evrendeki bütün yaratılmışların secde hâlinde olduklarını hatırlayıp aynı ahenge uyum sağlayarak hayatın bütününü Allah’a secde eder hâle getirmekle olur.
Namazlarını gaflet içinde eda eden bu tür namaz kılanların işlerinde ve hallerinde, namaz işte bu yüzden etkilerini göstermez. Öyle ise bu namaz boşa gitmiştir. Hatta bu namaz ağır biçimde cezalandırmayı gerektiren bir günaha dönüşmüştür. Ve bu nedenle onlar yardımlaşmayı engellerler. İnsan olan kardeşlerine yardımı; hayır ve iyiliği engellerler. Yani Allah’ın kullarından iyiliği esirgerler. Eğer onlar gerçekten namazı Allah için ikame etselerdi, onun kullarından iyiliği esirgemezlerdi. İşte Allah katında kabul edilen gerçek ibadetin mihengi budur.
Gerçek namaz ve ‘da herhangi bir ibadet, onu yerine getireni hayatın diğer alanlarında da Allah’a itaate sevk eder/etmelidir. Bu işlevi görmüyorlarsa, o namaz ve diğer ameller sorunlu ve zaaflı demektir. Bu yüzden sorgulanıp içi boş formel bir ritüel olmaktan çıkarılarak sahici ibadet ve salih amel hâline dönüşmeleri için ıslah çabası gösterilmelidir.
Yüce Allah imanı ve ibadeti kendisinin ihtiyacı olduğu için kullarından istememektedir. Zira O’nun hiçbir şeye ihtiyacı yoktur. Allah verdiği emirlerle insanların kendi iyiliklerini istemektedir. Onlar için iyilik istiyor, kalplerinin arınmasını istiyor. Hayatta ve ahirette mutlu olmalarını diliyor. Onlar için tertemiz bir bilinç, güzel bir dayanışma, şerefli bir huzur, sevgi, kardeşlik, kalp ve ahlâk temizliği üzerine kurulan üstün bir hayat diliyor. Öyle ise insanlık bu iyilikten uzaklaşıp nereye gidiyor? Bu rahmeti, bu güzel, üstün ve şerefli zirveyi bırakıp nereye yöneliyor? Yol ayrımında bu Nur (aydınlık) önünde olduğu halde câhiliyyenin hangi karanlık, uğursuz çöllerinde batmaya gidiyor?(Seyyid Kutub, Fizial’il Kur’an, Maun Suresi tefsiri).
Başta Müslümanım diyenler olmak üzere insanoğlu, Kur’an’dan uzaklaşarak, ibadetlerini parçalayarak ya da içini boşaltarak câhiliyenin karanlıklarında zelil bir kayboluşu yaşayacağına, Kur’an’ın aydınlığına sığınarak ve hayatını ibadet kılmak suretiyle günahlardan arınarak, dünya ve ahirette saadete taşıyacak onurlu bir varoluşu tercih etmelidir.