Ana Sayfa / Mehmet Pamak / Makale / Filistin İslami Direnişi ve Sorumluluklarımız

Filistin İslami Direnişi ve Sorumluluklarımız

Yüzyıllara sâri dönemde Ümmet-i Muhammed’in, Kur’an’ı terk edilmiş bırakması ve Resulullah (s)’ın yolundan, sünnetinden, güzel örnekliğinden uzaklaşması sebebiyle, tevhidi niteliğini kaybederek ümmet olma vasfını ve zindeliğini yitirmesi süreci yaşandı. Evet, ümmet olarak, topluca sarılmakla ve dağılıp ayrılmamakla emrolunduğumuz Kur’an’ı (Allah’ın ipini-Hablullah’ı)1 terk edilmiş bıraktığımız2 bu tarihsel süreçte, önce dini parçaladık,3 sonra üretilmiş farklı iplere tutunduk ve insanları bu farklı iplere tutunmaya çağırdık. Kur’an’dan ve tevhidden uzaklaştıkça vahdetten de uzaklaşıp ümmeti parçaladık ve dağıldık. Sonuçta Rabbimizin uyarısı gerçekleşti ve gücümüzü, rüzgarımızı yitirdik.4

Kur’an’a dayalı akide yitirilince, Resul’ün sahih sünneti terk edilince, tarihsel süreçte dine birçok bidat ve hurafe katıldı. Saltanat sapması, kavmiyetçiliği de tahrik eden zulme dayalı yönetimler, yeni fetihlerle yeni toplumlara ulaşılması ve bunların Kur’an eğitiminden geçirilmesine imkân bulunamaması ve bu halkların kendi cahili değerlerini İslami anlayış ve yaşamlarında sürdürmeleri, saray çevresinde gösterilen güdümlü entelektüel çabalar ve tercümelerle İslam içine taşınan yabancı felsefe ve düşünceler, siyasi ve hizbi ihtilaflar ve her hizbin kendi tezini güçlendirmek üzere tefsirlerde yaptığı tahrifatlar ve batıni yorumlarla ortaya koyduğu aşırılıklar, uydurduğu haberler, sonuçta dinin tahrifine yol açtı. Resulullah (s)’ın “Beni Hud Suresi kocattı!” demesine sebep olan önemli uyarılar dikkate alınmadı. “Emrolunduğunuz gibi dosdoğru olun ve aşırı gitmeyin.”5 emrine rağmen istikameti koruma, haddi aşmama duyarlılığımızı kaybettik, “Zalimlere meyletmeyin!”6 emrine rağmen zalimlere meylettik ve zalimlerden olduk. Sonuçta, geleneksel ve modern cahiliye ile zulüm, ümmeti teşkil eden halkları kuşattı.

İşte imana zulüm giydirilen, şirk bulaştırılan7 bu yozlaşma sürecinde, “Ey iman edenler iman edin!” ayetinin muhatabı haline gelindi.8 Allah taraftarı olma vasfı yitirilip, Allah’ın yardımına, rahmetine müstahak olma hali kaybedilince,9 Malik b. Nebi’nin ifadesiyle sömürge olmaya müsait hale gelindi ve ümmet izzetini kaybederek zillete sürüklendi. Bu işgal ve sömürgeleşme sürecinde emperyalizmin çizdiği uyduruk sınırlarla ulus devletlere bölündük. Ve işte tevhidi ümmet olma vasfımızı yitirerek izzetimizi kaybettiğimiz bu bozulma sürecinde, ümmetin onuruyla özdeş olan Filistin, Kudüs ve Aksa’yı da kaybettik. Bu sebeple bugün halkı Müslüman ülkelerin tamamına yakını vahye aykırı sistemlerin ve tağuti yönetimlerin hâkimiyetinde bulunuyor. Bu işbirlikçi yönetimler ülkelerini ve toplumlarını tevhide aykırı, ümmet bilincini dışlayan cahili ulusalcı sistemlerle yönetiyorlar. Ve tüm bu cahili devletler bugün İsrail terör devleti ve hâmisi ABD ile şu veya bu biçimde tam bir işbirliği içindedirler.

Emperyalist İşgal Sürecinde İsrail Terör Devleti ve İşbirlikçi Despot Yönetimlerin Oluşturulması

Emperyalist Batı medeniyeti adına İngiltere ve Fransa öncülüğünde 20. yy başlarından itibaren İslam coğrafyasını işgal eden Batılı güçler, 20. yüzyıl Ortadoğusunu emperyalist çıkarları istikametinde oluşturdular. Bu yüzyılın ortalarından itibaren, yani 2. Dünya savaşından sonra ABD’nin de emperyal bir güç olarak bölgeye ağırlığını koyması ile 20. yy Ortadoğusu, ABD-İngiltere-Fransa başta olmak üzere emperyalist Batı’nın ürünü olarak ortaya çıktı. Batılı güçler bölgedeki sömürge valilerini geri çekerken, suni ve sorunlu sınırlarla yerli Müslüman halkları uyduruk ulus devletlere böldüler ve başlarına kendi yetiştirdikleri işbirlikçi despotları egemen kıldılar. Üstelik bütün baskılara ve olumsuz şartlara rağmen Cezayir, Tunus, Mısır gibi bazı ülkelerde Müslüman halklar bedel ödeyerek, ciddi düşünsel ve eylemsel çabalar göstererek kendi kaderlerini belirleme iradesini ortaya koyduklarında, despot yönetimlerin yardımına yine bu zalim devletler yetişmiş, verdikleri çok yönlü desteklerle, yerli halkların iradesini çok kanlı bir biçimde bastırmalarını sağlamışlardır. Bu sebeple, 20. yüzyılda bölgede gerçekleştirilen tüm askeri darbelerin, faşist, ilkel ve despot tüm iktidarların arkasında ABD ve Batı yer almıştır. Bölgede yaşanan 8 büyük savaş ve çok sayıda iç savaşa hep Amerika sebep olmuştur. Bölgedeki Batı ve ABD egemenliğini sürdürebilmek amacıyla sürekli istikrarsızlaştırma politikaları takip edilmiştir.

Batılı emperyalistler, hakim kıldıkları işbirlikçiler aracılığı ile bölgeyi ve insanlarını denetim ve baskı altında tutarak, İslami eğitim ve kültürel gelişmelerini engelleyici tedbirleri aldılar. Müslümanların kaynaklara yönelerek, Kur’an merkezli sahih İslam’a ve kendi öz paradigmalarına göre kendilerini yeniden inşa etmelerinin önünü kestiler, hatta kendi öz yörüngesinde gelişmelerini engellemek amacıyla saptırıcı her türlü tedbirleri de aldılar. Bölgenin kaynaklarını çalarak, yerli halkları açlığa ve sefalete mahkûm ettiler. Bölge halkları kendi kaynaklarını kendi gelişmesi, eğitimi, sağlığı, kültürü ve refahı için kullanmaktan mahrum bırakıldı. Büyük enerji kaynaklarının üzerinde yaşayan Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinin nüfusunun yaklaşık %30’unun günde iki dolarlık bir gelirle yetinmek zorunda bırakıldıkları, işsizliğin, fakirliğin, eğitimsizliğin, yoksulluğun ve yolsuzluğun had safhada yaşandığı adaletsiz sistemler oluşturuldu.

İsrail terör devletini işgal ve zulümle bölgenin bağrına saplayanlar ve yaklaşık bir asra yakın zaman süresince bölge insanını kan ve gözyaşına mahkûm edenler yine ABD ve Batılı emperyalistlerdi. Bölge halklarının özgürce, kendi kaderlerini belirlemelerini, özgürce düşünce üretmelerini, açıklamalarını ve uygulamalarını sürekli engelleyen hep aynı emperyalist devletler ve bölgeye, yerli halklara rağmen egemen kıldıkları işbirlikçi despot yönetimlerdi. Bütün bu olumsuz şartlara rağmen, bu haksızlıklara itiraz eden, direnen, çözüm arayan, düşünce ve proje üreten nice İslamcı âlim, aydın ve düşünür on yıllardır hapishanelerde zulüm görüyor, niceleri alçakça katledilip şehid edildiler, niceleri de sürekli takip ve baskı altında bulunuyorlar.

Diğer taraftan,Batı destekli despot yönetimlerin, kaynakları talan etmesi, halkına zulmetmesi, özgürlükleri yok etmesi ile oluşan olumsuzluklar, ıslah amaçlı İslami uyanış öbeklerini bunaltarak haklı tepkilerle şiddete yönelterek öz yörüngesinde gelişmesini engelledi. Batı destekli despot yönetimler böylece, Müslümanları şiddet sarmalına mahkûm ederek, hem hedeflenen yeniden inşa ve ıslah çabalarında yoğunlaşmalarını, bu samimi yönelişin doğal seyrinde olgunlaşıp kendini bulmasını engellediler, hem de dayatılan bu kaotik ortamda kaçınılmaz bazı yanlışlara yönelterek, İslam imajının bozulmasına katkıda bulunacak zemini hazırladılar. Dolayısıyla bugün Batı’nın şikâyetçi olduğu şiddetin sebebi de yine Batı’nın bizzat kendisinin sömürü amacıyla yüz yıl boyunca kullandığı acımasız şiddet ve oluşturduğu zulüm ve sömürü bataklığıdır. Buna rağmen bugün Batı’nın muhatap olduğu şiddet (ki bu; zulme, sömürüye ve emperyalizme karşı bağımsızlık mücadelesinin kullandığı haklı bir şiddettir), kendisinin ve işbirlikçilerinin bölge halklarına yaklaşık bir asırdır uygulayageldiği şiddete nazaran çok daha masum ve mazurdur.

İşte bu sömürge sürecinde Batılı emperyalistlerce, Filistin topraklarında 1. Dünya Savaşı’ndan beri yerleştirilen terörist Siyonist çeteler önce terör örgütü olarak kan döktüler, soykırım mahiyetindeki büyük vahşetlerin altına imza atarak terör estirdiler. Sonra bu Siyonist terör örgütleri, Filistin halkının gasp edilmiş toprakları üzerinde Batı desteğinde ve BM kararıyla “terör devleti”ne dönüştü. Aslında terör devleti İsrail de, onun sadık destekçisi ve güvencesi ABD de, mazlum Filistin ve Kızılderili halklarının topraklarını işgal ederek ve bu yerli halklara soykırım vahşeti uygulayarak kanla kurulan ve ondan sonraki tüm süreçte kanla beslenip yaşamını sürdüren iki vampir devlettirler. Bu İslam ve insanlık düşmanları, kanlı tecrübe birikimleriyle bugün hâlâ birlikte Müslüman halklar üzerinde işgal, katliam, soykırım ve dönüştürme projeleri uygulamaya devam ediyorlar.

Batı destekli yerli despot rejimlerin bütün baskı, zulüm ve kuşatmalarına rağmen Allah’ın lütfu ve ıslah önderlerinin fedakârca çabalarıyla, 20. yy’dan itibaren başlayan yeniden Kur’an’a ve Sünnet’e dönüş süreci durmadan ve ivme kazanarak devam etti. Kur’an’la diriliş ve direniş öbekleri, tıpkı Mekke’deki ilk Kur’an neslinin yaptığı gibi Kur’an’la büyük cihadı gündeme taşımaya ve egemen despot rejimleri zorlamaya başladılar. Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı ve adaleti temsil eden kurtarıcı mesajının önce bölgemizde bir sistem olarak başarı kazanıp, sonra da tüm dünya insanlığına ulaşmasından ürktüler. Bu adalet sisteminin başarısının yol açacağı sarsıntıyla, bölgedeki işbirlikçi despot rejimlerin ve zulme dayalı küresel sömürü düzenlerinin yıkılmasından korktular.

Bazı Müslümanların ana kaynağa yönelerek, sahih bir İslam anlayışına ve tevhidi bilince ulaşmaları ile başlayan yanlış din anlayışlarını ve emperyalist ideolojileri sorgulama sürecinden korkan küresel emperyalistler ve yerli işbirlikçileri yeni tedbirler almaya yöneldiler. İnsanı kendine ve Rabbine yabancılaştırarak, esfelesafiline sürükleyen, hayvandan aşağı konuma düşüren seküler Batı medeniyetinin iki azgın çocuğu vardı: Komünizm ve kapitalizm. Önce kendi aralarında emperyalist paylaşım savaşları gerçekleştirip, dünyanın mazlum halklarından on milyonlarca insanın kanını döktüler, ülkelerini ve kaynaklarını paylaşıp sömürdüler. Sonra İslami uyanıştan ürkerek kendi aralarında anlaşıp, kapitalizm etrafında “küfür tek millet” halinde bütünleşerek, İslam’ı ve Müslüman halkları tehdit ve düşman ilan edip, 21. yy başlarında Haçlı kiniyle tekrar İslam’a ve Müslümanlara saldırıya geçtiler. Bir yandan coğrafyamızı işgal edip kaynaklarımızı çalma amaçlı istilalarını sürdürürlerken, diğer yandan ümmetin pençelerini sökmek amaçlı olarak, Kur’an-Sünnet eksenli tevhidi diriliş ve direniş öbeklerini yok etmeye çalışıyorlar. Bu amaçla, 60 yıl önce, ABD, İngiltere öncülüğündeki emperyalistlerin desteği ve BM kararıyla böğrümüze sapladıkları İsrail terör devletini silahlandırıp üstümüze salıyorlar. İsrail terör devletini güçlendirip, güvence altına alıp bölgemize hâkim kılmaya, “arz-ı mev’ud”u gerçekleştirmeye çalışıyorlar. 21. yüzyıl Ortadoğusunu da kendi çıkarları istikametinde düzenlemek, bu emperyalist proje önünde en büyük engel olarak gördükleri İslami diriliş ve direniş öbeklerini de tasfiye etmek istiyorlar.

İşte Filistin İslami direnişi de, yukarıda ifade edilen uyanış sürecinde Kur’an’la inşa ve ıslaha yönelen, işgale ve emperyalizme karşı direnişi seçen onurlu diriliş öbeklerinden birisi ve belki de ümmeti eğitme ve bilinçlendirme işlevi itibariyle en önemlilerinden birisi olarak ortaya çıktı ve gelişti. Filistin halkı da özündekini vahiy istikametinde değiştirerek, Allah’ın dininin yardımcısı ve taraftarı olma vasfı kazanarak bu onurlu direnişin yanında yer aldı.

İslam’a ve Müslümanlara Yönelik Emperyal Projeler

İşte bu tevhidi uyanışı, Kur’an’la yeniden dirilişi engellemek isteyen emperyalistler ve bölgedeki işbirlikçileri, Müslüman halkları terbiye edip emperyal projeleri istikametinde hizaya sokmak için sopa ve havuç politikalarını kullanıyorlar. Bir yandan, direniş öbeklerini terörist ilan edip, güçlü vahşi silahlarıyla bu öbekleri yok etmek, ümmetin emperyalizme karşı sıkılmış yumruklarını çözmek üzere, işgal istila ve katliamlar gerçekleştiriyorlar. Diğer yandan, bu büyük vahşete muhatap kıldıkları çaresizlik ve imkânsızlıklar içinde bunalttıkları Müslüman halklara, BOP çerçevesinde “ılımlı İslam”, “Amerikan ya da Avrupa İslamı” vb adlar altında, kapitalizme, emperyalizme uyumlu bir İslam algısını kabulü dayatıyorlar. Bireysel ibadetlerle sınırlı, toplumsal, siyasal, hukuki, ekonomik iddialarından vazgeçmiş, tevhidi niteliği olmayan bir dini kabule zorluyorlar. Yani dinde reform yaparak, küresel kapitalist sisteme ve onun ifsad edici tüketim kültürüne, seküler hayat tarzına uyumu, sekülerleşmeyi, Protestanlaşmayı gerçekleştirirseniz, bizim zulmümüzden, katliamlarımızdan canınızı kurtarabilirsiniz, diyorlar. Ama şunu bilmiyorlar, bizi Kur’an’dan ve Resul’ün yolundan uzaklaştıracak hiçbir silah üretilemedi, üretilemeyecek. Küresel zalimler bilsinler ki, emperyalizme, işgale, katliamlara, sömürüye karşı sıkılmış yumruklarımız, tüm bu zulümler sona ermeden açılmayacaktır!

Ayrıca Türkiye ve AKP yönetimini kullanarak Müslüman halkların diriliş ve direniş çizgisini ılımlı İslam adı altındaki emperyalist projeye doğru dönüştürmek, kapitalist sisteme entegre etmek ve yozlaştırmak istiyorlar. Bu amaçla artık ABD ve Batı çıkarlarına zarar verdiğine ve “radikalizmi” beslediğine ve Ortadoğu ülkelerine model olarak sunulmasının önünde engel teşkil ettiğine inandıkları İslam düşmanı radikal (Kemalist) laiklikten Türkiye’yi kurtarmaya, bireysel alandaki ibadetlere ve bu arada başörtüsüne özgürlük tanıyan Batı standardındaki “ılımlı laiklik”e geçişi sağlamaya çalışıyorlar. Diğer yandan AKP’yi de bireysel ibadetlerle sınırlı din algısını ve ekonomik, siyasi ve hukuki alanı İslam’a göre düzenleme iddiasından vazgeçmiş, yani kamusal alandaki laikliği içselleştirmiş, kapitalizme ve seküler kültüre entegre olmuş “ılımlı İslam” çizgisini temsile yönlendiriyorlar. Böylece “ılımlı laiklik”le, “ılımlı İslam”ı uzlaştırarak oluşturacakları yeni sistemle, Türkiye’yi Ortadoğu halkları için daha kabule şayan bir model haline getirmek istiyorlar. Hatta AKP liderinin Ortadoğu’da kahramanlaşmasına yol açan İsrail aleyhindeki söylemlerine rağmen Türkiye’yi dışlamayarak, hatta daha da itibar ederek, bu modelin tutması ve bölge halklarını dönüştürmesi için, daha saygın ve daha tesirli hale gelmesine yönelik her katkıyı da sunuyorlar. İsrail’e karşı Ortadoğu’da puan kazandırıcı söylemleriyle ve “ılımlı İslam” projesi içindeki yeriyle Türkiye hükümetinin bu konumu, HAMAS için de en büyük tehdidi teşkil etmektedir. Çünkü TC Hükümeti, HAMAS’ın silahsızlanmasını, İslami direnişi terk etmesini, AKP gibi laik demokratik bir siyasi parti haline gelmesini, İsrail’le uzlaşmasını telkin etmektedir. Bütün bu talepler ise sadece işgale, terör devletine meşruiyet kazandırıp, HAMAS’ın meşruiyetini de bitirecek taleplerdir.

İşte şimdilik bu oyuna gelmeyen Filistinli İslami direniş erleri de, tevhid dinini hâkim kılmaktan ve Kur’an’a dayalı adalet sistemini kurmaktan vazgeçmedikleri, ABD Dışişleri Bakanı Rice’ın önerdiği AKP’lileşmeyi kabul etmedikleri, Siyonist işgal devletini tanımadıkları ve işgale razı olmadıkları, işgale karşı İslami direnişi terk etmedikleri, yani emanete ihanet etmedikleri için yok edilmek isteniyorlar. Ama onlar, Allah yolundaki cihadları, fedakârlıklarıyla, ödedikleri bedellerle Allah’ın yardımını hak ettikleri için, Allah’ın yardımı ile on yıllardır direniyor ve hem şehadetle cennete uçarak, hem de dünyanın en güçlü ordularını durdurarak zafere ulaşıyorlar, muhteşem destanların altına imza atıyorlar elhamdülillah. Bu zaferleri bize hediye eden İslami direniş, cihadın bereketiyle, bir yandan da emperyalizmin dayattığı sınırları ve ulusalcı kirlilikleri aşarak kalplerimizin birleşmesine, ümmet bilincinin tevhidi istikamette yeniden inşasına da yol açıyor. Gazze’nin onurlu mücahidleri, yiğit çocukları bizleri salonlarda, meydanlarda toplayıp eğiten eğitmenlerimiz oldular.

Ancak, Allah’ın yardımı onu hak eden Filistin İslami direnişi boyutunda geliyor ve onlar kendi çaplarında zafere ulaşıyorken, ümmetin geneli, henüz Allah’ın yardımını hak edecek derecede Kur’an ve Sünnet eksenli bir dönüşüm yaşamadığı, Allah’ın dininin yardımcıları ve Allah taraftarı olma vasfını kazanamadığı, bu sebeple de izzete ve tevhidi niteliğe kavuşmadığı için, ümmet de, ümmetin onuruyla özdeş olan Kudüs ve Mescid-i Aksa da kurtulamıyor.

Sorumluluklarımız

O halde bizler, bir yandan ümmetin onurunu savunan, hepimizin ortak sorumluluğumuzu zayıf omuzlarıyla yüklenen Filistin İslami direnişini, öncelikle dua ve fiili yardımlarımızla, sonra da bu haklı davayı gündemleştirip kamuoyu oluşturarak ve onlara saldıran zalimlere, katillere tepki için meydanları doldurup sesimizi ve itirazımızı yükselterek desteklemeliyiz.

Diğer yandan da, gerçek ve topyekûn kurtuluşa vesile olacak Kur’an ile cihadı ümmet sathına yaymalıyız. Geleneksel ve modern cahiliyeden arınıp ayrışmalı, tarihsel birikimi Kur’an-Sünnet süzgecinden geçirip ayıklamalıyız. Ayrılık ve parçalanma sebebi olan tarihsel süreçte üretilmiş ipleri bırakmamız gerektiğini idrak etmeliyiz. Terk ettiğimiz için zillete düştüğümüz Kur’an’a (Hablullah’a–Allah’ın ipine) yeniden ve topluca sarılmalıyız. Resulullah (s)’ın mücadele sünnetini ve örnekliğini çağımıza taşıma cehdini göstermeliyiz. Merhum şehidimiz Seyyid Kutub’un işaret ettiği gibi, ilk Kur’an neslinin örnekliğini esas alarak, çağımızın Kur’an neslini inşa projemizi uygulamaya koyarak, bütün emperyalist projelerini emperyalistlerin yüzünde parçalamalıyız. En önemlisi de, ilk Kur’an neslinin örneklediği gibi, günümüz Kur’an neslini inşa, çağın Kur’an toplumunu oluşturma ve tevhid, adalet mücadelemizde, istikameti korumakta ısrarcı, azimli, sebatkâr ve sabırlı olmaktır. Zikzak çizmeden, tavize yanaşmadan; ilkeli, tutarlı, istikrarlı ve sürekli bir mücadeleyi ikame etmek, hiçbir sebeple batılla, zalimlerle, emperyalistlerle uzlaşmamak, zalimlere meyletmemektir.

Ümmetin de Filistin’in de Kurtuluşu Ancak Kur’an’ın Hâkimiyetiyle Sağlanabilir!

Ümmet olarak, Filistin İslami direnişi misali, Kur’an ve Sünnet’le kendimizi yeniden ıslah ve inşayı başardığımızda, Kur’an’daki sorumluluk ve şerefimize sahip çıkarak, Kur’an’ın karanlıklardan aydınlığa çıkarıcı mesajını hakkıyla temsil edip yaymada samimi ve fedakârca çabalar göstererek, Allah taraftarı ve Allah’ın dininin yardımcıları olma vasfımızı kazandığımızda, inşallah Allah’ın vaat ettiği yardım Gazze’ye geldiği gibi ümmetin bütününe de gelecektir. Ve işte o zaman, yani iman amel bütünlüğü içinde bireysel ve toplumsal hayatı Kur’ani bir hayata dönüştürdüğümüzde, hayatın bütün alanlarına Allah’ın zikrini hâkim kıldığımızda ve zulme karşı yardımlaşıp topluca karşı koyduğumuzda, Allah’ın yardımıyla, o zalimler, emperyalistler, işgalci ve işbirlikçi müstekbirler, tağutlar, tağuti rejimler nasıl bir inkılâba uğrayıp devrileceklerini bileceklerdir.10 Ve işte ancak o zaman ümmet de, ümmetin onuruyla özdeş olan Kudüs ve Mescid-i Aksa da gerçek kurtuluşa ereceklerdir. Ümmetin de Filistin’in de kurtuluşu ancak Kur’an’ın hâkimiyetiyle tesis edilecek bir adalet sistemiyle mümkündür. Ancak o zaman, din, ırk ve ideoloji farkı gözetmeden Allah’ın bütün kulları da, bu imtihan dünyasında kendilerini özgürce gerçekleştirebilecekleri adalet ve özgürlük vasatına İslami yönetim altında kavuşacaklardır.

 

Dipnotlar:

1-Âl-i İmran, 3/103

2-Furkan, 25/30

3-En’am, 6/159

4-Enfal, 8/46

5-Hud, 11/112

6-Hud, 11/113

7-En’am, 6/82

8-Nisa, 4/136

9-Maide, 5/56; Muhammed, 47/7; Ali İmran, 3/160

10-Şuara, 26/227

İlginizi çekebilir

Şehid Âlim Şeyh Said’e, Türkçü, Atatürkçü, Laik Zihniyetleri ve Kirli Dilleriyle ‘Hain’ Diyenler, İslâm’la Hükmedilmesine ve Ümmetçiliğe Karşı Çıkıp İslam Kardeşliğini Yok Ederek En Büyük Bölücülüğü Yapan Gerçek HAİNLER Değil midir?

Yazıklar olsun bu büyük zulüm ve adaletsizliği temsil edip ülkeye ve halklarına ABD, NATO ve İsrail ile kol kola bunca kötülüğü yaptıkları halde hâlâ utanmadan bu milleti sevdiklerini ve vatanın bölünmesine karşı olduklarını söyleyerek bu kadar ikiyüzlü davrananlara?